24 Kasım 2020 Salı

Atatürk’ün Öğretmenlere Verdiği Önem

 Atatürk’ün Öğretmenlere Verdiği Önem



Gazi Mustafa Kemal Öğretmenlere Sesleniyor

           Gazi Mustafa Kemal Öğretmenlere Sesleniyor

Atatürk’ün Bursa Şark Tiyatrosu'nda Öğretmenlere Yaptığı Konuşma

İstanbul’dan Bursa’ya giden 517 muallime ve muallim, 27 Teşrinievvel (27 Ekim 1922) akşamı Sedbaşı’nda Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmişlerdir. Başkumandan, İstanbul muallime ve muallimlerine hitaben aşağıdaki nutku irat etmiştir:

(İkdam gazetesi haberinin girişini bu şekilde vermiş.)

Zaferi kutlamak için, İstanbul’dan İlkokul Öğretmenleri Birliği, Mustafa Kemal Paşa'yı yakından görebilmek ve özlem gidermek isteğinde bulunan öğretmenler için Bursa'ya bir gezi düzenledi.

Kalabalık bir öğretmen topluluğunun Bursa’ya gelmesi üzerine, 27.10.1922 Cuma akşamı Şark Tiyatrosu’nda düzenlenen toplantıda, Atatürk’ün yaptığı konuşmanın sadeleştirilmiştir:

 Bayanlar, Baylar!

İstanbul'dan geliyorsunuz.

Hoş geldiniz.

İstanbul'un ışık ocaklarını temsil eden yüce topluluğunuz karşısında duyduğum zevk sonsuzdur.

Yüreklerinizdeki duyguları, kafalarınızdaki düşünceleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak benim için olağanüstü bir sevinç kaynağı oluyor.

Şimdi karşınızda içime dolan en içten duyguyu, izninizi alarak, açıklayayım:

-   İsterdim ki çocuk olayım ve sizin ders vermekle ışık saçan çevrenizde bulunayım, sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz.

O zaman ulusum için, daha faydalı olurdum.

Ama ne yazık ki artık elde edilemeyecek bir isteğin karşısındayım.

Bu isteğin yerine başka bir dilekte bulunacağım:

-   Bugünün çocuklarını yetiştiriniz. Onları ülkeye, ulusa yararlı insanlar yapınız. Bunu sizden bekliyorum, istiyorum.

 

Bayan öğretmenler, Bay öğretmenler!

Belki de eski deyimle ‘muallime’ demediğim için, beni ayıplıyorsunuzdur.

Ben dilimizde ille dişiliği belirten yabancı ekler kullanmanın gerekli olmadığını sanıyorum.

Evet, erkek, kadın öğretmenler:

Bilirsiniz ki ulusumuz büyük bir yıkım geçirdi.

Devletimiz bir çöküntüye uğradı.

Varlığımızı yeryüzünden silme yolunda birçok suçlar işlendi.

Çok çalıştık, bugünkü başarıya ulaştık.

 

Bayanlar, Baylar!

Bir ulusu, uğradığı herhangi bir yıkımdan kurtarmakta, bir ulusu uyandırmakta, aydınların ne önemli bir ödevi olduğu gözden kaçamaz.

Diyebiliriz ki bugüne ulus aydınlarının, doğruluğu, namusu, ulusu ve yurdu sevip kollayan çabaları ve hele günlük çıkarları hiçe sayan yüce duyguları ile kavuşabilmişizdir.

Ama bugün ulaştığımız nokta, gerçek kurtuluş noktası değildir.

Bu düşüncemi açıklayayım:

-  Bir ulusun yıkımlara uğraması demek, o ulusun güçsüz, bakımsız, hasta olması demektir.

Bunun için, asıl kurtuluş, sosyal yapıdaki hastalığı bulmak ve iyileştirme yollarını aramakla elde edilir.

Ve ancak bilimsel yol tutulmuş olursa sağlık gerçekleşebilir.

Yoksa derme çatma önlemlerle hastalık hiç iyi edilemez bir hale gelir. Bir sosyal toplumun eksikliği ne olabilir?

Ulusu ulus yapan, ilerleten ve geliştiren güçler vardır:

-   Düşünce güçleri, sosyal güçler...

Düşünceler, anlamsız faydasız, akla sığmaz saçmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır.

Bir de sosyal yaşayış, akıldan mantıktan uzak, faydasız, zararlı birtakım görenek ve geleneklerle dopdolu olursa yaşama sayılamaz.

İlerleyemez, gelişemez, inmeliler gibi olduğu yerde bocalar kalır.

Ulusu ve ülkeyi kurtarmak isteyenler için coşkun sevgi, iyi niyet, günlük çıkarları hiçe sayma, evet, çok gereklidir ama toplumdaki hastalığı görmek, onu iyileştirmek ve toplumu çağımızın gereklerine göre ilerletip yetiştirmek için, bunlar yetmez; bunların yanında bilgi gerekir, teknik gerekir.

Bilginin, tekniğin çalışma ve oluşma çevresi okuldur.

Bunun için okulları açmak ve artırmak gerektir.

‘Okul’ adını hep birlikte saygı duyarak kutlayarak ayakta analım...

Okul, genç kafalara, insanlığı saymayı, ulusu ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu belleten okuldur.

Yurdu ve ulusu kurtarmaya çalışanların, seçtiği yolda ve yürüyüşte birer namuslu uzman, birer onurlu bilgin olmaları gerekir.

Bunu sağlayan okuldur.

Ancak böylelikle her türlü girişimi güzel sonuçlara ulaştırmak elimizde olabilir.

 

Bayanlar, Baylar!

Ülkemizin en bayındır, en alımlı, en güzel yerlerini üç buçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı yenip atan zaferin sırrı nerededir, bilir misiniz?

Orduların yönetiminde çağdaş bilgi kuruluşlarını kılavuz yapmaktadır.

Ulusumuzu yetiştirmek için asıl olan okullarımızın, üniversitemizin kurulmasında hep bu yolu tutacağız.

Evet, ulusumuzun, siyasal, sosyal yaşamında da, ulusumuzun düşünce eğitiminde de yol göstericimiz bilgi ve teknik olacaktır.

Okulla, okulun verdiği bilgi ile Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün ince güzellikleriyle belirip gelişecektir.

 

Bayanlar, Baylar!

Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ilericiliklerin, vakit yitirilmeksizin, yayılması ve gelişmesi gereklidir.

Bunun için bütün bilgi ve teknik insanları, bu uğurda çalışmayı bir namus borcu bilmelidirler.

Öğretmenlerimiz, ozanlarımız, yazarlarımız, ulusa, geçen yıkılış günlerini, bu yıkılışların gerçek nedenlerini anlatacaklar, söyleyecekler, bu kara günlerin geri dönmemesi için, yeryüzünde uygar ve çağdaş bir Türkiye'nin varlığını tanımak istemeyenlere onu tanıtmak zorunda olduğumuzu hatırlatacaklardır.

 

Bayanlar, Baylar!

Görülüyor ki en önemli ve verimli ödevlerimiz öğretim ve eğitim işleridir.

Bu işlerde ne yapıp edip başarıya ulaşmamız gerekir.

Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır.

Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can, tek düşünce olarak belirli bir program üzerinde çalışmamız gerekir.

Bence bu programdan istenen ve beklenen iki şey vardır:

    1- Toplum yaşayışımızın ihtiyaçlarına uygun düşmesi. 
    2- Çağımızın getirdiği ve gerektirdiği gerçeklere uygun düşmesi.

Gözlerimizi kapayıp herkesten ayrı ve dünyadan uzak yaşadığımızı düşünemeyiz. Ülkemizi bir sınır içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız.

İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında yaşayacağız.

Bu yaşama da ancak bilgi ile, teknikle olur.

Bilgi ve teknik nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bir insanının kafasına koyacağız. Bilgi ve teknik için başka bağ, başka koşul yoktur.

Akla uygun hiç bir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki hiç olmaz.

İlerlemek yolunda bağları ve koşulları aşamayan uluslar çağa uygun, akla uygun bir yaşama içinde olamazlar; genel yaşamada görüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar!

Bütün bu gerçeklerin ulusça iyice anlaşılması ve içe sindirilebilmesi için her şeyden önce bilgisizliği gidermek gerektir.

Bunun için öğretim programımızın, eğitim davranışımızın temel taşı, bilgisizliği gidermek olmalıdır.

Bu bilgisizlik giderilmedikçe yerimizde sayacağız.

Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir.

Bir yandan genel bilgisizliği gidermeye çalışmakla birlikte; öte yandan, toplum yaşayışında herkese örnek olacak, verimli ve etkili olacak kimseler yetiştirmek gerektir.

Bu da ilk ve orta öğretimin günlük yaşamaya uygun olmasıyla gerçekleşebilir.

Toplumlar ancak bu yoldan iş adamlarına, sanat adamlarına kavuşabilirler.

Ulusal yeteneklerimizi geliştirecek, duygularımızı yükseltecek üstün insanları yetiştirmeyi de unutmayacağız.

Çocuklarımızı bu öğretim aşamalarından geçirerek yetiştireceğiz.

Kesin olarak bilmeliyiz ki iki ayrı parça halinde yaşayan uluslar zayıftır, hastadır.

Çocuklarımıza ve gençlerimize uygulayacağımız öğretimin sırrı ne olursa olsun, onları:

   1- Ulusuna,
   2- Türkiye devletine,
   3- Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla savaşabilecek bilgiler ve araçlarla silahlandıracağız.

Özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak yolunda savaş vermeyi bilmeyen uluslar için yaşama hakkı yoktur.

Bu uğurda savaş gereklidir.

 

Bayanlar, Baylar!

Açıkça söyleyeyim ki biz üç buçuk yıl öncesine değin cemaat halinde (ulusal bağları olmayan, rasgele, başka eğreti bağlarla bir araya gelivermiş olan bir topluluk halinde) yaşıyorduk.

Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı.

Dünya bizi, temsilcimiz ve yöneticimiz olanlara göre tanıyor ve değerlendiriyordu.

Üç buçuk yıldır, ulus olarak yaşıyoruz.

Bunun elle tutulur, gözle görülür tanığı yönetimimizin biçimidir ki bunu yasalar ‘Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ diye adlandırmıştır.

Bütün dünya bir gün bile unutmasın ki Türkiye devletinin biricik ve gerçek temsilcisi, yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

Aşağılık çıkarları için, kendi kişiliklerini korumak için ülkenin bağımsızlığını ve ulusun özgürlüğünü düşmana peşkeş çekmekte sakınca görmeyen, bağımsızlığı yok edecek hükümlerle dolu Sevr anlaşmasını onaylamaktan çekinmeyen sultanların bu davranışlarını Türk ulusu artık bir daha görmeyecek, ancak tarihte okuyup ibret alacaktır.

 

Bayanlar, Baylar!

Ordularımızın kazandığı zafer, sizin eğitim ordularınızın zaferi için yer açtı, yol hazırladı.

Gerçek zaferi siz kazanacak, siz koruyup sürdüreceksiniz, bunu başaracağınızdan kuşkum yok.

Sarsılmaz bir inançla ben ve bütün arkadaşlarım, sizi gözeteceğiz, sizin karşılaşacağınız bütün engelleri kıracağız.

Son bir söz:

-   Sizin değerli bir toplum olarak Bursa’ya gelmeniz, yalnız Bursa’yı değil, bütün Anadolu'daki kardeşlerinizi sevindirdi.

-   İstanbul’dan getirdiğiniz selamları bütün ulusa ulaştıracağız.

-   Ben de sizden dileyeceğim ki oradaki kardeşlerimize selamlarımızı götürünüz. 

-   İstanbul’un talihi, İstanbul’da yaşayan öz Türklerin gönlündeki, vicdanındaki isteklere denk olarak belirip parlayacaktır.

 

27.10.1922 Cuma

Gazi Mustafa Kemal

https://www.egitimajansi.com/haber/mustafa-kemal-ogretmenlere-sesleniyor-haberi-18173h.html

............................



10 Kasım 2020 Salı

10 Kasımda Yaşadığımız Kente Bakış

 __  10 Kasımda Yaşadığımız Kente Bakış  __

• Evet, Kuşadası da gittikçe bir "garip" hal alıyor.

• Hayır, sadece Kuşadası değil tabii ki, yaşadığınız kentlere bir bakınız.

• Ne denli bir kentte yaşıyorsunuz?

• Huzur verici, temiz ve sağlıklı bir kentte mi yaşıyorsunuz?

• Sorunlar nelerdir, çözümleri nelerdir?

• Nereye bakılsa bir "kazanç kapısı" yarışı, bir "yer" kapma yarışı gözlemleniyor.

• Kentlerin çarpık yapılaşması, kamu kurumlarının kendilerinden beklenilenleri yapamamaları, halkın elinden hiç bir şeyin gelemiyor olması...

• Yozlaşmanın gittikçe yükselişe geçtiği ve de çağdaşlıktan uzaklaşıldığı gözlemleniyor.

• Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk verdiği mücadele ile, gösterdiği yol ile, ilke ve görüşleri ile, devrimleri ve de çağdaşlığı, uygarlığı yakalama çabaları ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu sağlamış ve asıl hedefleri de göstermiştir.

• Onun en büyük başarısı ile o günlerin "emperyalist" güçlerine karşı durabilmesi ve özgür, bağımsız bir ulusal devlet kurabilme mücadelesidir.

• Türk Kurtuluş Savaşı da bunun için verilmiştir.

• TBMM'nin kuruluşu ve de CUMHURİYET'in kuruluşu da hem bu ana amaç ve hedef için yapılmıştır.

• Yok olmak ve de parçalanmak durumuna düşürülmek istenilen VATAN korunmuş ve kurtarılmıştır.

• Çok büyük bir güven ve öz veri ile yeni bir çağdaş devletin kuruluşu Türk halkına çok büyük bir sevinç vermiş, yurttaşlık bilinci yaratmıştır.

• 10 kasım 1938 günü büyük önder sonsuzluğa giden bir yola girmiştir.

• Tarihin ve insanlığın kendisine tanıdığı örneği olmayan bir yere uğurlanan büyük önderin aramızdan ayrılış ile de ne yazık ki gerilerde bir yerlerde saklanabilmiş olan karşı güçler yeniden kendilerini göstermeğe başlamışlardır.

• Her bir fırsatta ve de yaşamın her alnında kendilerine taraftar bulabilen, kendi karşı devrimci emellerine hizmet edecek olan güçleri ve düzenlemeleri gittikçe de artan bir hızla oluşturmuşlardır.

• Ülkenin ulus devlet olmasına karşı durabilecek görüşler ve girişimler bir yandan devam etmiştir.

• Toplumun ve de kamu yapılanmasının her bir yanında kendilerine yer edinmişlerdir.

• Atatürk düşüncesinden yana olması beklenilen, Kemalist bir tutum ve davranışlarda sağlam bir duruş göstermesi gereken kitleler ise ne yazık ki kendilerinden beklenilen gücü ve tutarlılığı gösterememişlerdir.

• İçten içe ele geçirilen kaleler gibi gittikçe zayıflamışlar ve günün koşullarına göre bir mücadele verememişlerdir.

• Ortada var olan siyasi partiler ise ne yazık ki daha çok liberal sağ ve popülist eğilimler göstermişler ve Türkiye Cumhuriyeti'ne yararlı olacak bir siyasetçi portrelerine yer verememişlerdir.

• 10 kasım 1938 den bu yana ne yazık ki rant, kazanç, anti kemalist tutumlar ve de çarpık kentleşme modelinin yaratılması, maarifte ulusal çizginin yitirilmesi, ulusal ekonomi ve kalkınma modellerini yaşama geçirememek, dalga dalga büyüyen plansız göçler, "batı" tipi tüketici modellerinin insanlara empoze edilmesi vb. görünen tablolar ile de ne yazık ki "günümüzün Türkiye"si ortaya çıkmıştır.

• "Ey Türk Gençliği" diye seslenen ve durumu çok açık bir özetle dile getiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün güvendiği Türk halkı ne yazık ki bugün çok büyük bir umutsuzluk ve çözümsüzlük içerisine düşmüştür.

• Ulusal ve kültürel değerler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkeleri adım, adım unutturulmak, yok edilmek istenmiştir.

• Bu değerlerin ve inancın, bilincin yerine tamamen tersi ve de zararına olabilecek bir büyük "zihin yönetimi" uygulanmaktadır.

• Bu "planlı" ve "çok yönlü kuşatma" gerek moda yolu ile sinema ve TV uygulamaları ile kurdukları bazı STK ile, müzik akımları ve destekledikleri basın yayın ürünleri ve yazarları ile ve de doğal olarak da siyasetçileri ile adım, adım ama çok büyük bir "hızla" oluşturulmuştur.

• "Düşünen ve eleştirebilen" insan modelinin yok edilerek yerine bireyci ve de çıkarcı, kendi "keyfini" düşünen, mücadele yollarını ise hiç aklına bile getiremeyen "yeni" bir insan tipi getirilmiştir.

• Bu yeni tip insan ise ne ulusal bilinçten, ne de çağdaşlıktan ve uygarlıktan yana olamamaktadır.

• Nerede kendilerini çekecek bir "şey" görseler onun peşine takılmakta ve uygulamaktadırlar.

• Bunları giyim, kuşamda, beden dilinde, konuşma üslubunda ve de iletişimlerinde, yer aldıkları mekanlarda... açıkça görebilirsiniz.

• Yozlaşmanın ve çarpık kentleşmenin farkında bile değillerdir.

• Kentin en iyi ve de en güzel yerlerine açılan yeni model kahvehaneler, nargile kültürü, sigarada Avrupa'nın ikinci sırasında yer almamız, aile içindeki gittikçe artan sorunlar, boşanmalardaki hız gösteren yüzdeler.... bunların değerlendirmesini yapamadıkları gibi bir de tam tersine bu tip "yeni" olguların yanında yer alabilmektedirler.

• Önlenemez bir "kentlerin yozlaşması" "kent kültürünün yok" olması ile karşı karşıyayız.

• Sağlıksız ve sorunları çok artmış, yaşanamaz olmuş kentler...

• Kent içinde birbirinden habersiz yaşayan çok farklı bireyci halk kitleleri...

• Kent yönetimlerini ele geçirmiş olanların ise sadece beğenilme ve gösterişe yönelik uygulamaları, politikaları, etrafında topladıkları yandaş ve çıkar beklentili seçilmiş-seçilmemiş insan yığınları...

• Bunlar ile ve bu "çöküş" ile ne yazık ki BİZ o "büyük insanı" hiç anlamadığımızı, Türk halkının çok büyük bir sınavı yitirdiğini görüyoruz.

• Evet, tam da bugün, yeniden ve de en baştan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ruhuna ve onun davranış ve düşünce modeline dönebilmemiz, onu her yönüyle günümüze aktarmamız, uyarlamamız gerekmiyor mu?

• İçi boş törenlerle, göz yaşlarıyla değil, onu ancak onun düşünceleriyle, onun yapıtlarıyla, ilkeleriyle anmalıyız.

• Bırakın o çok "kocaman" görünen dernekleri ve de partileri, önce "kendiniz" için kendi yaşamınız ve ilkeleriniz, davranışlarınız için bir gözden geçirin!

• Siz "kimden yana"sınız, nasıl bir kentten, nasıl bir ülkeden, nasıl bir yurttaşlıktan yanasınız?

• Önce bunu bir irdeleyelim ve de yolumuzu, yönümüzü en açık ve kesin bir biçimde belirleyelim.

• Bir "tek" kişinin tüm yaşamında gösterdiği davranışlar, fikirler, savaşları, devlet adamlığı, insan olarak kendisine bakımı, örnek kişiliği ve tutumu, devrimciliği, mücadele yöntemleri ve de karşı oldukları kişiler ve güçler nelerdi, kimlerdi, onun ana çizgileri nelerdi...ve benzerlerini tek tek elimizden geldiğince ve yılmadan, bıkmadan, boş vermeden, ciddi olarak inanarak "gözden geçirilmeli" düşünülmeli ve içselleştirilmelidir.

• ATATÜRK'ü Atatürk yapan özelliklerini öğrenmeli ve onları kendimize mal etmeliyiz.

• Türkiye Cumhuriyeti'nin kurtuluş yolu ve siyaseti Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.

• Bu söylediklerim ile bir kişiyi tanrılaştırmak, putlaştırmak asla olamaz!

• Çünkü o bir tabu ya da öylesine inanılan bir varlık değildir! Hiç bir zaman da olmamıştır.

• Her yönüyle açıktır.

• O kesin duruşlarıyla tarih içinde somuttur ve her bir yaşamının anı, yapıtları, mücadelesi yazılı ve belgeseldir.

• Başvurulacak kaynak yine kendisi ve yapıtlarıdır, NUTUK'tur.

• Türk halkı her türlü "sahte" ayrımcılıktan, kutuplaşmadan kendini kurtarmalı ve umutla, güvenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e çok daha bir bilinçle sahip çıkmalıdır.

• Türkiye Cumhuriyeti ve onun halkı güzel günler görmelidir!

Saygılarımla...

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2019.11.09, K.


 

Atatürk'ü Anmamak Olur Mu?




 

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...