. Şapka ve Kıyafet Devrimi
Atatürk, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu
ve İnebolu'ya yaptığı seyahatlerde şapkayı halka göstererek kıyafet devriminin
ilk işaretini verdi.
Mustafa Kemal Paşa, İnebolu Türk
Ocağı’nda tarihi şapka nutkunu gerçekleştirmiştir:
“Hanım ve Bey arkadaşlarım;
Bana seçkin huzurunuzda söz söylemek
fırsatını verdiğinizden çok mutluyum. Bunun için size özellikle teşekkür
ederim.
Hemen ardından eklemeliyim ki,
İnebolu’nun saygıdeğer halkı beni çok içten kabul etti; hakkımda yürekten
gösteride bulundu.
Bunun bende oluşturduğu mutluluk
duygularını Belediye dairesinde ve hükümet konağında yeri gelmişken
söylemiştim.
Fakat burada, önünüzde bir kez daha
bu mutluluğumu ve içten teşekkürlerimi söylemek benim için çok zevkli bir
görevdir.
İzninizle onu açıklayayım:
Arkadaşlar, ben sevgili
memleketimizin hemen bütün bölümlerini gezdim, gördüm. Vatandaşlarımızın büyük
kesimleriyle yakından görüştüm.
Bütün bu candan görüşmelerimin bende
bıraktığı silinmez anıları tekrar anarken, söylemeliyim ki bu çevrede, Çankırı
ve Kastamonu çevresinde ilk defa olarak geziyorum.
Arkadaşlar, bu çevreyi yakından
görmek benim için kutsal bir istek halinde idi.
Bu istek şüphesiz memleket ve millet
görevlerini bilerek yerine getirme bakış açısından aynı zamanda bir görev idi.
Onun için il adına Ankara’ya gelen
saygıdeğer heyetin yaptığı çağrıyı mutlulukla ve hemen kabul ettim. Bu noktada
güzel ve yüksek bir noktayı anlatmak, benim için çok övünme sebebi olacaktır.
Önemli bir görevin yerine
getirilmesinde benden önce harekete geçen, millet olmuştur.
Benim şu veya bu nedenle
sonraya bıraktığım önemli görevi millet beni uyararak bana yaptırmıştır.
Bunu milletin ortak ruhundaki
büyüklüğe parlak bir örnek olarak söylemeliyim.
"Efendiler; bu söz nedeniyle
ufak bir noktayı tekrar edeyim.
“Efendiler” dediğim zaman başka yerde olduğu
gibi burada da bunun işaret ettiği mana Hanımefendiler ve Beyefendilerdir.
Bu seyahatimde ne uygun oldu, geniş
ormanlarıyla, çeşitli madenleriyle Türkiye Cumhuriyetinin en önemli servet
kaynaklarını içine alan bu sahayı yakından görmek benim için ne kadar yararlı
oldu.
Fakat çok yüksek sesle söylemeliyim
ki, bundan daha çok yararlı şey, bu bölge halkıyla yakından görüşmek oldu.
Bütün gördüklerim her bakımdan beni
çok mutlu etmiştir.
Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan
İnebolu’ya kadar bütün bu üç yüz elli kilometrelik yol boyunca, bugün burada içten
karşılamalarıyla şeref kazandığım saygıdeğer İnebolulularda gördüğüm aydınlık,
yüksek anlayış ve gelişme derecesi gerçekten övgüye yaraşır.
Gerçekten önemle anılmaya değer.
Bu açık gerçeğin tersini
söyleyenlerin de, varlığını düşündükçe acı duyuyorum.
Bu gibiler millete, milletin
yeteneğine, milletin yüksek amaçlarına ne kadar ilgisizdirler.
Bu gibiler kendi endişesizliklerini genel sanmanın derin dalgınlığındadırlar.
Kendi dar anlayışlarını ölçü olarak
milleti her türlü yüksek yenilenmeden mahrum bırakmaya kalkışıyorlar.
Milletin medeniyet ve insanlık
yolundaki uzun adımlarını durdurmak için âdeta çırpınıyorlar.
Fakat o gibiler niçin düşünmüyor ki,
buna artık imkân kalmamıştır.
Ey memleketini seven ve memleketi,
milleti için hayatını vermekten çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar!
Hep beraber bütün dünyaya açıkça
anlatalım ki, bunca inkılâpların bilinçli kahramanı olan bu millet, medeniyet
güneşinin bütün sıcaklığını almıştır.
Şüphe etmeye yer var mıdır ki, bu
sıcaklığın bolluğu elbette beklenmedik emir halinde verimli olarak
fışkırmaktadır.
Saygıdeğer arkadaşlar, gerçi çok kısa
zamanda hızlı ve yoğun denilecek kadar siyasal, idari ve sosyal inkılâplar
yaptık.
Bu yaptıklarımızın hız ve
yoğunluğundan ancak mutlulukla ve huzurla söz edilebilir.
Çünkü bu böyle olmasaydı, kurtuluş imkânı tehlikeye düşebilirdi.
Güvenmek uygundur ki, ve böyle yapmak mecburiyeti
olduğu içindir ki, böyle yaptık.
Artık bugün her şeyi anladığına
inandığım saygıdeğer vatandaşlar size soru şeklinde bazı söylemlerde
bulunacağım.
Egemenliğine sahip olan bu milletin
başında bir dakika bile olsun bir sultanı bırakmak uygun olabilir miydi? Bunu
sizden soruyorum (asla, kesinlikle sesleri).
Sevgili kardeşlerim, düşünce ve
anlayış sahibi olduğunu büyük olaylarla ispat etmiş olan bu millet, Allah’ın
gölgesi, peygamberin vekili olduğunu iddia küstahlığında bulunan halife
ünvanındaki gerçekleri göremeyenlere, bilgisizlere, yalancılara vatanında,
vicdanında yer verebilir miydi?
Bunu sizden soruyorum (haşa, asla
sesleri).
Büyük millet, dünya medeniyet
ailesinde saygın yer sahibi olmaya layık Türk milleti, çocuklarına vereceği
eğitimi mektep ve medrese adında birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruma
bölmeye halen katlanabilir miydi?
Eğitim ve öğretimi birleştirmedikçe
aynı düşüncede, aynı anlayışta kişilerden oluşan bir millet yapmaya imkân
aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı?
Efendiler!
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk
halkı medenidir.
Tarihte medenidir, gerçekte
medenidir.
Fakat ben sizin öz kardeşiniz,
arkadaşınız, babanız gibi medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı;
düşüncesiyle, anlayışıyla medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek
zorunluluğundadır.
Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti
halkı aile hayatıyla, yaşayış şekliyle uygar olduğunu göstermek
mecburiyetindedir.
Kısacası medeniyim diyen,
Türkiye’nin, gerçekten medeni olan halkı başından aşağıya dışarıya koyduğuyla
bile medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermek zorundadır.
Bu son sözlerimi açık anlatmalıyım
ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın.
Bu açıklamalarımı yüce heyetinize,
genel heyete bir soruyla yöneltmek istiyorum, soruyorum:
-Bizim kıyafetimiz millî midir?
(hayır sesleri)
-Bizim kıyafetimiz medeni ve
milletlerarası mıdır? (hayır, hayır sesleri).
Size katılıyorum.
Anlatımımı hoş görünüz.
Altı kaval üstü şişhane diye
anlatılabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de milletlerarasıdır. O halde
kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar?
Böyle nitelenmeye razı mısınız
arkadaşlar? (hayır hayır kesinlikle sesleri).
Çok kıymetli bir özü çamurla sıvayarak
dünyanın gözü önüne göstermekte anlam var mıdır?
Ve bu çamurun içinde öz gizlidir,
fakat anlayamıyorsunuz demek uygun mudur?
Özü gösterebilmek için çamuru atmak
gereklidir; doğaldır.
Özün korunması için bir kap yapmak
gerekliyse onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi?
Bu kadar açık gerçek karşısında
kararsızlık uygun mudur?
Bizi kararsızlığa itenler varsa
onların ahmaklık ve kalın kafalılığına hükmetmekte hâlâ mı kararsızlık
edeceğiz?
Arkadaşlar, Turan kıyafetini
araştırıp diriltmeye yer yoktur.
Medeni ve milletlerarası kıyafet
bizim için çok özlü, milletimiz için yakışır bir kıyafettir.
Onu giyeceğiz.
Ayakta kundura veya potin, bacakta
pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve doğal olarak bunların
tamamlayanı olmak üzere başta güneş siperli başlık, bunu açık söylemek isterim.
Bu başlığın adına şapka denir.
Redingot gibi, bonjur gibi, smokin
gibi, frak gibi...
İşte şapkamız diyenler vardır.
Onlara diyeyim ki çok dikkatsizsiniz
ve çok bilgisizsiniz ve onlara sormak isterim.
Yunan başlığı olan fesi giymek uygun
olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak
isterim ki,
Bizans papazlarının ve Yahudi
hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne zaman, ne için ve nasıl giydiler?
Bu bakış açısına ait demecimi bitirmeden
önce birkaç kelime daha söylemek isterim.
Efendiler!
Sosyal hayatın başlangıcı, aile
hayatıdır.
Aile açıklamaya gerek yoktur ki,
kadın ve erkekten oluşmuştur.
Kadınlarımız hakkında, erkekler
hakkında söz söylediğim kadar fazla açıklamalarda bulunmayacağım.
Bu yüce varlığı özellikle
huzurlarında görmemezlikten gelemem.
İzin verilirse bir iki kelime
söyleyeceğim ve siz söylemek istediğimi kolaylıkla anlayacaksınız.
Gezilerim sırasında köylerde değil
özellikle kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini
çok kalın ve dikkatle kapatmakta olduklarını gördüm.
Özellikle bu sıcak mevsimde bu tarz
kendileri için mutlaka acı ve rahatsızlık verici olduğunu tahmin ediyorum.
Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim
bencilliğimiz eseridir. Çok temiz ve dikkatli olduğumuzun gereğidir.
Fakat saygıdeğer arkadaşlar,
kadınlarımız da, bizim gibi anlayan ve düşünen insanlardır.
Onlara ahlâkın kutsal şeylerini
aşılamak, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların beyinlerini nur ile, temizlikle
donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek kalmaz.
Onlar yüzlerini dünyaya göstersinler.
Ve gözleriyle dünyayı dikkatle
görebilsinler.
Bunda korkulacak bir şey yoktur.
Arkadaşlar, doğruluğu meydanda olarak
söylüyorum.
Korkmayınız, bu gidiş mecburidir.
Bu mecburiyet bizi yüksek ve önemli
bir sonuca ulaştırıyor.
İsterseniz bildireyim ki, bu kadar
yüksek ve önemli bir sonuca ulaştırıyor.
İsterseniz bildireyim ki, bu kadar
yüksek ve önemli bir sonuca varmak için gerekirse, bazı kurbanlar da verelim.
Bunun önemi yoktur.
Önemli olarak şunu uyarırım ki, bu
durumun korunmasında inat ve taraftarlık, hepimizi her an kurban koyun olmak
alışkanlığından kurtaramaz.
Hanım ve Bey arkadaşlarım!
Size bildiğiniz gibi bir gerçeği kısa
bir cümle ile tekrar göstereceğim; beni hoş görünüz.
Medeniyetin coşkun seli karşısında
direnmek boşunadır ve o, dikkatsiz olanlar ve uygun davranmayanlar hakkında çok
acımasızdır.
Dağları delen, göklerde uçan, göze
görünmeyen ufak parçalardan yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan,
inceleyen medeniyetin güç ve yüceliğinde yüzleşmesi ortaçağ anlayışlarıyla,
ilkel uydurmalarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir
ve alçak olmaya mahkûmdurlar.
Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı
yenilenmiş ve olgunlaşmış bir topluluk olarak sonsuza kadar yaşamaya karar
vermiş, esirlik zincirlerini ise tarihte benzeri olmayan kahramanlıklarla parça
parça etmiştir”.
(Anadolu, 30 Ağustos
1341, s.1.) 30 Ağustos 1925 tarihli Anadolu gazetesi de İnebolu Nutkuna gereken
önemi vermektedir.
. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/233417