31 Ekim 2021 Pazar

ATATÜRK VE ULUSAL EGEMENLİK

 ATATÜRK VE ULUSAL EGEMENLİK

§  Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu sıralarda, 20. yüzyılın ilk yarısında, Yeni Sömürgecilik (Neo-Colonialism, 1914-1945) denilen, iki dünya savaşı arasındaki bir dönem yaşanmaktaydı.

§  Genel anlamda üç tür rejim var; mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet.

§  Son ikisi parlamenter/anayasal rejimlerdir.

§  Rejimin ilkesel tabanı (sistem) var ve bu ilkeler rejimin karakterini belirliyor; demokrasi, sosyalizm, teokrasi gibi ilkesel temeller olabiliyor.

§  İran teokrasiyi, Çin sosyalizmi, Türkiye ise demokrasiyi sistem olarak benimseyen bir cumhuriyet rejimine sahiptir.

§  Örgüt/örgütlenme demek olan devlet, kurumları ve organları vasıtasıyla somutlaşır.

§  Birincisi, devleti şahsında temsil eden “kişi”, devlet başkanıdır.

§  82 Anayasası’nda, “Cumhurbaşkanı devletin başıdır” ibaresini görürüz.

§  İkincisi, devlet bir “simge (bayrak)” ile temsil edilir.

§  Üçüncüsü, “yasama-yürütme-yargı” erkleri; ordu ve kolluk güçleri de devlet organlarıdır.

§  Yasama erkinde, Parlamento tek meclisli (uni-cameral) ya da iki meclisli (bi-cameral) olabilir.

§  Her devletin bir toprağı (biz buna ‘vatan’ diyoruz) ve insan/toplum faktörü (biz buna ‘millet/ulus’ diyoruz) vardır.

§  O halde, bir vatan üzerinde bir ulusun örgütlenmesi ‘devlet’ demektir.

§  Bir devlet, toprağına ‘egemenlik’, insanına yönelik olarak da ‘hukuk’ görevini ifa eder.

§  Türkiye Cumhuriyeti sadece bir ulusal devlet değil, aynı zamanda üniter bir devlettir.

§  Üniter yapılı ulusal devletler de, bölücü girişimlerden çekinerek, demokratik gelişimlerinden -özellikle temel ve bireysel haklar çerçevesinde- vazgeçmemelidirler.

§  Türkiye Cumhuriyeti, üniter ve ulusal bir devlet olarak kurulmuştur.

§  Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren “eşit haklar” olgusunu esas almış ve anayasalarıyla da bunu garanti altına alan bir parlamenter ve demokratik yapıyı geliştirmiştir.

§  Vatanın bağımsızlığı ve ulusun bütünlüğü esastır; manda ve koloni reddiyle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti için “istiklal-i tam” –başlangıcından beri— esastır.

§  Atatürk’ün vurguladığı “istiklal-i tam”?

§  Acaba günümüzde, tam bağımsızlık mümkün müdür?

§  Mustafa Kemal Atatürk’ün kullandığı ‘istiklal-i tam’ ne demekti; Türkiye Cumhuriyeti hangi süreçte kuruldu?

§  20. yüzyıl başına gelindiğinde, emperyal güçler, zaten küresel (global) eylem yapabilen sömürgeci devlere dönüşmüştü; ama artık sadece sömürgeci Avrupa gücü olmak istemiyorlar, “dünya egemeni (world power)” olmak, dünyanın jeostratejik merkezine yerleşmek istiyorlardı.

§  İngiltere ve Fransa bu nedenle Çanakkale’ye birleşik filoyla ve ortak harekatla saldırdılar.

§  Dünya Savaşı, bir anlamda, merkezi imparatorluklar dünyası ile sömürge imparatorluklarının rekabetine sahne oldu; geniş manada ise tüm dünyayı içine alan farklı boyutları oldu.

§  Batılı sömürgeciler için “Şark Meselesi”, bir bakıma Osmanlı’nın nasıl parçalanacağı hususunda yoğunlaştı.

§  Ayrıca, iki yeni sömürgeci güç daha vardı: İtalya ve Almanya. Revizyonist politikalarıyla bilinen ve aslında birliğini 1860-1871 yılları arasında sağlayan bu iki devlet, sömürge yarışına geç katılmıştı.

§  Onlar, I. Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın safında katılıyorlardı; fakat bizimle aynı amaçta ve durumda değillerdi.

§  Üç merkezi imparatorluk, devletlerinin parçalanmamasına gayret gösteriyordu; halbuki Almanya ve İtalya ise yeni sömürge düzeninde kendilerine daha fazla pay istemekteydiler ve kendilerinin yeterince hisse elde edemediği mevcut İngiliz-Fransız etkisindeki sömürge dünyasından hoşnut değillerdi.

§  İngiltere ve Fransa’nın İtilaf kanadında; üç merkezî imparatorluk ile Almanya ve İtalya’nın ise İttifak kanadında yer almasıyla şekillenmeliydi.

§  Oysa, böyle olmadı.

§  İtilaf devletleri gizli antlaşmaları uygulamaya koyarak, kendi yanlarına yeni ortaklar kazandırdılar.

§  Gizli antlaşmalardan ilki, 1915 İstanbul Antlaşması’yla, Rus Çarlığı İtilaf kanadına çekilirken, Rusya’ya hem Marmara’daki yerler vaadediliyor, hem de Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada’nın geleceğine dair söz hakkı vaad ediliyordu.

§  Rus Çarlığı, böylece sömürge imparatorluklarının hanesine kaydediliyordu.

§  1915 Londra ve 1917 Saint-Jean de Maurienne antlaşmaları ile bu kez İtalya, Antalya ve çevresine, Oniki Ada ve Trablusgarp’a ilişkin vaatler ile İngiltere ve Fransa’nın yanına çekiliyordu.

§  1916 tarihli Sykes-Picot ise İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’daki nüfuz bölgeleri (zone/sphere of influence) ve Ortadoğu’da oluşturdukları mandalarına ilişkindi.

§  İngiltere ve Fransa, 1915’te Çanakkale’de yaptıkları gibi (ortak filo ve kara harekatıyla) dünyanın üç kıta arasındaki bu merkez-güç eksenine yani Anadolu ve çevresindeki coğrafyalara dolaylı yoldan yerleşmeye çalışıyorlardı.

§  Böylelikle sadece bir sömürge gücü (colonial power) değil, aynı zamanda bir “dünya egemeni (world power)” olma yolundaydılar.

§  Dünya Savaşı, bu açıdan bakıldığında, merkezî imparatorlukların (Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu), dönemin sömürge dünyasını temsil eden (İngiltere ve Fransa gibi) güçleri tarafından “manda ya da nüfuz bölgeleri” halinde dolaylı yoldan sömürgeleştirilerek ya da ayrıştırılarak (dissolution), dünyanın “merkez gücü”nün bu suretle el değiştirmesini ve küresel kapitalin asli denetimine terk edilmesini öngörüyordu.

§  Sömürge dünyası, bu çerçevede, Osmanlı topraklarında kendilerine bağlı mandalar oluşturmakta ya da ilhak projelerini desteklemekteydiler.

§  Dünyada şöyle bir siyasi moda vardı:

§  Manda, ‘bağımsızlık’ yolu olarak empoze ediliyordu.

§  Sivas Kongresi’nde bile bazı ‘milli’ ruhlu olan insanlar (gayri milli demiyorum), bir mandatör bulamazsak, bağımsız olamayız eğilimindeydiler.

§  Kimi bulacağız sorusu karşısında, Birleşik Amerika (sömürge dünyasına karşı savaşım vererek bağımsız olduğundan) mandatör olabilir diye umutlananlar vardı.

§  İşte burada Mustafa Kemal’in farkını bir kez daha görüyoruz.

§  Mustafa Kemal, “sömürgeciliği ve mandacılığı” kesinlikle reddederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu pırıl pırıl bir ufuk üzerinde yükseltmiştir.

§  Türkiye Cumhuriyeti bu nedenle, dönemsel olarak 1914-1945 yılları arasındaki tarih diliminde kurulmuş, ama o dönemin manda devletlerinden tamamen farklı bir şekilde, tam bağımsız (istiklal-i tam) olarak kurulmuştur.

§  Tam bağımsızlık (istiklal-i tam)’ kararlılığı, Mustafa Kemal’in, ‘manda’ ile bağımsız olunamayacağına dikkat çektiği anlamlı bir yaklaşımdır.

§  Türkiye Cumhuriyeti öyle kurulmuştur ki hem inkılâbı olan, hem de istiklâli olan bir devlettir.

§  Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada işgal altındaki yerlerin geleceğinin belirlenmesi esas alınmıştır.

§  Bu kapsamda, 1. maddeye bakarsak, mütareke imzalandığı sırada, Osmanlı İslam çoğunluğunun olduğu yerlerin bölünmez bir bütün olduğu kaydedilmekteydi.

§  Mustafa Kemal, 1911’de Trablusgarp’ta, 1913’de Sofya ataşemiliterliğinde, 1915’te Çanakkale’de kara muharebelerinde, 1916’da Bitlis’in ve Van’ın düşman işgalinden kurtarılmasında büyük hizmet vermişti; Çanakkale’den sonra, Doğu Anadolu’ya giderek 16. Kolordu’nun komutasını üstlenmişti.

§  Çünkü vatanın doğusu, batısı olmaz.

§  Mustafa Kemal’in mütareke döneminde kısa bir süre görev yaptığı yer, Yıldırım Orduları grup komutanlığı.

§  O halde mütareke imzalandığında ordumuz, ana hatlarıyla Adana ile Şam’ın arasındaki bölgede bulunmaktaydı.

§  Bizler, bir ulusun parçasıyız.

§  Bireyi devlete bağlayan tek bağ, sadece vatandaşlık bağı değildir, tarihsel ve kültürel bağ da önemlidir.

§  Bizim insan olarak yüzyıllar boyunca birbirimize olan hakkımız ve hukukumuz da esastır.

§  Ulusa aidiyet ve bağlılık hem kalem üstünden, hem de kelam ve gönül üzere mühürlenir.

§  Misak-ı Milli’nin 6. maddesi ise siyasi, adli, mali her türlü kapitülasyonun reddini ifade eder.

§  Çünkü biz tam bağımsız bir devletin belgesini ortaya koyuyoruz.

§  Biz manda üzerinden bağımsızlığı savunmuyoruz, o yüzden Mustafa Kemal, “istiklal-i tam” diyor.

§  Türkiye Cumhuriyeti olarak elbette daha da geliştireceğiz hukuk ve kalkınma şartlarımızı; ama devletimiz, kuruluş itibariyle ulusal birliği ve vatan bütünlüğü olması açısından dünya tarihine örnektir.

§  Dünyanın jeo-strateji merkezini, üç kıta çıkışını tutan büyük bir devlettir.

§  Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığı, hem bölgemiz hem de dünya açısından barış ve huzurun teminatıdır.

§  Türk İstiklal Savaşı nedir?

§  Mustafa Kemal’in önderliğinde, “istiklal-i tam” ilkesine dayanan (diğer bir deyişle, Yeni Sömürgecilik döneminin manda/kondominyon tezlerini kesinlikle reddeden); “ilhak projeleri (Büyük Ermenistan; Megali Idea)”nin yürütüldüğü batı ve güneygüneydoğu bölgelerinde Kuva-yı Milliye ile; Orta Anadolu’da iç isyanlara ve Karadeniz’de Pontusçuluğa karşı Merkez Ordusu ile; Trakya’da dış işgale karşı paramiliter müfreze (tim) savaşımı ile hayata geçirilen ulusal mücadeleye, "İstiklal Savaşı" denir.

§  Dünya Savaşı sonundaki barış antlaşmaları, yenilen taraflara empoze edilmekteydi.

§  Oysa Lozan’daki barış maddeleri, ulusal bağımsızlığımızın teminatı için sekiz buçuk ay boyunca çetin bir şekilde tartışılmıştır.

§  Sakın zannetmeyelim ki biz Türk Kurtuluş Savaşı’nı 1919-1922’de tümüyle bitirdik ve savaşım orada sonlandı. Büyük askeri ve siyasi zafer safhasından sonra diplomatik ve ekonomik savaşım devam etti.

§  Mudanya Mütarekesi’nden sonra sıra barış antlaşması görüşmelerine geldiğinde, İtilaf devletleri Türk İstiklal Savaşı’nı adeta bir ‘Türk-Yunan Savaşı’ boyutuna indirgemek istediler, kendilerini bu yenilgiden soyutlamak istediler.

§  Milli Mücadele’de askeri savaşım Mudanya Mütarekesi ile durakladığında, bu kez de diplomasi mücadelesi yoğunlaştı.

§  Savaşı kazanan devlet, barış antlaşması için konferans yerini saptayacaktı.

§  İtilaf devletleri belli kentlerde ısrar ediyorlardı.

§  Bu hususta bile başlangıçta uzlaşamadık.

§  Nihayet tarafsız bir ülkede, İsviçre’nin Lozan şehri tercihinde uzlaşıldı.

§  Lozan’daki barış konferansı Şubat-Nisan 1923 sürecinde kesintiye uğradı.

§  Çünkü bizim kırmızı çizgilerimiz vardı.

§  Kapitülasyonları ya da Büyük Ermenistan manda projesini kesinlikle kabul etmedik.

§  Çünkü biz bu toprağın, üç kıta çıkışı hakimiyeti olmadan elde tutulamayacağının farkındayız.

§  Bu topraklardaki hakikat, bir kıta çıkışının kaybedilmesi halinde, bütünün egemenliğinin yitirilmesi demektir.

§  O halde vatanın bütünlüğü esastır, kimsenin ulusal birliği bozma gibi bir lüksü de yoktur.

§  Lozan Barış Konferansı’nın görüşmeleri Uşi (Ouhcy) Şatosu’nda başladı.

§  Antlaşma’da geçen “5 Kasım 1914” neredeyse milat gibi bir tarih.

§  Deniliyor ki; 5 Kasım 1914 başlangıç olmak üzere, Türkiye Mısır ve Sudan üzerindeki haklarından vazgeçer; Türkiye, İngiltere tarafından Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te ilan olunan ilhakını tanır….

§  Bir başka deyişle, 5 Kasım 1914, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’ya savaş açtığı tarihti.

§  Lozan’da aslında, hem I. Dünya Savaşı’nı hem de İstiklal Savaşı’nı sonlandıran sorunlar görüşüldü, çözüldü.

§  Ama Lozan sonrası diplomasisiyle de, Hatay ve Musul sorunlarında olduğu gibi ya da yeni Türkiye’nin başkentinin saptanmasında olduğu gibi önemli ilerlemeler kaydedildi.

§  Atatürk’ün şu cümlesine dikkat edin:

§  “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı, Makedonyalı” hep aynı cevherin, aynı ırkın damarları olarak işaret edilmiştir.

§  Çünkü burada kastedilen “ırk”, doğuştan gelen biyolojik/genetik ırktan ziyade; bireylerin, “faaliyetleriyle, ortak kültür ve ülküleriyle, örgütlenme ve paylaşım kabiliyetleriyle” meydana getirdikleri ortak “ırk”, ortak ailedir.

§  Bu nedenle, Atatürk’ün kullandığı ve Türk ulusunun birliğine ve birlikteliğine dikkat çeken “ırk” referansı başka bir şey, dünya tarihinde 1930’larda Avrupa’da görülen ve doğuştan gelen biyolojik farkları manipüle eden siyasi ırkçılık çok başka bir şeydir.

§  Türk Kurtuluş Savaşı’nın en büyük vasfı, Atatürk gibi eşsiz bir liderin önderliğinde Türk ulusunun eseri olmasıdır; vasıflarından bir diğeri ise haklı bir gerekçeye dayanması ve mazlum uluslara örnek olmasıdır.

§  Atatürk’ün işaret ettiği gibi, Lozan’da imzalanan Barış Antlaşması’yla, Türk ulusu aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr ile hayata geçirileceği düşünülen büyük bir suikast yıkılmıştır.

                    Neşe ÖZDEN Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih , Coğrafya Fakültesi, Sıhhiye/ANKARA

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/417285

 

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...