ATATÜRK VE ULUSAL EGEMENLİK
§ Türkiye Cumhuriyeti
kurulduğu sıralarda, 20. yüzyılın ilk yarısında, Yeni Sömürgecilik (Neo-Colonialism, 1914-1945) denilen, iki dünya
savaşı arasındaki bir dönem yaşanmaktaydı.
§ Genel anlamda üç tür rejim var; mutlakiyet,
meşrutiyet, cumhuriyet.
§ Son ikisi parlamenter/anayasal
rejimlerdir.
§ Rejimin ilkesel
tabanı (sistem) var ve bu ilkeler rejimin karakterini belirliyor; demokrasi,
sosyalizm, teokrasi gibi ilkesel temeller olabiliyor.
§ İran teokrasiyi, Çin
sosyalizmi, Türkiye ise demokrasiyi sistem olarak benimseyen bir cumhuriyet
rejimine sahiptir.
§ Örgüt/örgütlenme
demek olan devlet, kurumları ve organları vasıtasıyla somutlaşır.
§ Birincisi, devleti şahsında temsil eden “kişi”, devlet
başkanıdır.
§ 82 Anayasası’nda,
“Cumhurbaşkanı devletin başıdır” ibaresini görürüz.
§ İkincisi, devlet bir “simge (bayrak)” ile temsil
edilir.
§ Üçüncüsü, “yasama-yürütme-yargı” erkleri; ordu ve
kolluk güçleri de devlet organlarıdır.
§ Yasama erkinde,
Parlamento tek meclisli (uni-cameral) ya da iki meclisli (bi-cameral) olabilir.
§ Her devletin bir
toprağı (biz buna ‘vatan’ diyoruz) ve insan/toplum faktörü (biz buna
‘millet/ulus’ diyoruz) vardır.
§ O halde, bir vatan
üzerinde bir ulusun örgütlenmesi ‘devlet’ demektir.
§ Bir devlet, toprağına
‘egemenlik’, insanına yönelik olarak da ‘hukuk’ görevini ifa eder.
§ Türkiye
Cumhuriyeti sadece bir ulusal devlet değil, aynı zamanda üniter bir devlettir.
§ Üniter yapılı ulusal
devletler de, bölücü girişimlerden çekinerek, demokratik gelişimlerinden
-özellikle temel ve bireysel haklar çerçevesinde- vazgeçmemelidirler.
§ Türkiye
Cumhuriyeti, üniter ve ulusal bir devlet olarak kurulmuştur.
§ Türkiye Cumhuriyeti
kuruluşundan itibaren “eşit haklar” olgusunu esas almış ve anayasalarıyla da
bunu garanti altına alan bir parlamenter ve demokratik yapıyı geliştirmiştir.
§ Vatanın
bağımsızlığı ve ulusun bütünlüğü esastır; manda ve koloni reddiyle kurulmuş
olan Türkiye Cumhuriyeti için “istiklal-i tam” –başlangıcından beri— esastır.
§ Atatürk’ün
vurguladığı “istiklal-i tam”?
§ Acaba günümüzde, tam
bağımsızlık mümkün müdür?
§ Mustafa Kemal
Atatürk’ün kullandığı ‘istiklal-i tam’ ne demekti; Türkiye Cumhuriyeti
hangi süreçte kuruldu?
§ 20. yüzyıl başına
gelindiğinde, emperyal güçler, zaten küresel (global) eylem yapabilen sömürgeci
devlere dönüşmüştü; ama artık sadece sömürgeci Avrupa gücü olmak istemiyorlar,
“dünya egemeni (world power)” olmak, dünyanın jeostratejik merkezine yerleşmek
istiyorlardı.
§ İngiltere ve Fransa
bu nedenle Çanakkale’ye birleşik filoyla ve ortak harekatla saldırdılar.
§ Dünya Savaşı, bir
anlamda, merkezi imparatorluklar dünyası ile sömürge imparatorluklarının
rekabetine sahne oldu; geniş manada ise tüm dünyayı içine alan farklı boyutları
oldu.
§ Batılı sömürgeciler
için “Şark Meselesi”, bir bakıma Osmanlı’nın nasıl parçalanacağı hususunda
yoğunlaştı.
§ Ayrıca, iki yeni
sömürgeci güç daha vardı: İtalya ve Almanya. Revizyonist politikalarıyla
bilinen ve aslında birliğini 1860-1871 yılları arasında sağlayan bu iki devlet,
sömürge yarışına geç katılmıştı.
§ Onlar, I. Dünya
Savaşı’na Osmanlı’nın safında katılıyorlardı; fakat bizimle aynı amaçta ve
durumda değillerdi.
§ Üç merkezi
imparatorluk, devletlerinin parçalanmamasına gayret gösteriyordu; halbuki
Almanya ve İtalya ise yeni sömürge düzeninde kendilerine daha fazla pay
istemekteydiler ve kendilerinin yeterince hisse elde edemediği mevcut
İngiliz-Fransız etkisindeki sömürge dünyasından hoşnut değillerdi.
§ İngiltere ve
Fransa’nın İtilaf kanadında; üç merkezî imparatorluk ile Almanya ve İtalya’nın
ise İttifak kanadında yer almasıyla şekillenmeliydi.
§ Oysa, böyle olmadı.
§ İtilaf devletleri
gizli antlaşmaları uygulamaya koyarak, kendi yanlarına yeni ortaklar
kazandırdılar.
§ Gizli antlaşmalardan
ilki, 1915 İstanbul Antlaşması’yla, Rus Çarlığı İtilaf kanadına çekilirken,
Rusya’ya hem Marmara’daki yerler vaadediliyor, hem de Gökçeada (İmroz) ve
Bozcaada’nın geleceğine dair söz hakkı vaad ediliyordu.
§ Rus Çarlığı, böylece
sömürge imparatorluklarının hanesine kaydediliyordu.
§ 1915 Londra ve 1917
Saint-Jean de Maurienne antlaşmaları ile bu kez İtalya, Antalya ve çevresine,
Oniki Ada ve Trablusgarp’a ilişkin vaatler ile İngiltere ve Fransa’nın yanına
çekiliyordu.
§ 1916 tarihli
Sykes-Picot ise İngiltere ve Fransa’nın Anadolu’daki nüfuz bölgeleri
(zone/sphere of influence) ve Ortadoğu’da oluşturdukları mandalarına ilişkindi.
§ İngiltere ve Fransa,
1915’te Çanakkale’de yaptıkları gibi
(ortak filo ve kara harekatıyla) dünyanın üç kıta arasındaki bu merkez-güç
eksenine yani Anadolu ve çevresindeki coğrafyalara dolaylı yoldan yerleşmeye
çalışıyorlardı.
§ Böylelikle sadece bir
sömürge gücü (colonial power) değil, aynı zamanda bir “dünya egemeni (world
power)” olma yolundaydılar.
§ Dünya Savaşı, bu
açıdan bakıldığında, merkezî imparatorlukların (Osmanlı İmparatorluğu, Rus
Çarlığı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu), dönemin sömürge dünyasını temsil
eden (İngiltere ve Fransa gibi) güçleri tarafından “manda ya da nüfuz
bölgeleri” halinde dolaylı yoldan sömürgeleştirilerek ya da ayrıştırılarak
(dissolution), dünyanın “merkez gücü”nün bu suretle el değiştirmesini ve
küresel kapitalin asli denetimine terk edilmesini öngörüyordu.
§ Sömürge dünyası, bu
çerçevede, Osmanlı topraklarında kendilerine bağlı mandalar oluşturmakta ya da
ilhak projelerini desteklemekteydiler.
§ Dünyada şöyle bir
siyasi moda vardı:
§ Manda, ‘bağımsızlık’
yolu olarak empoze ediliyordu.
§ Sivas Kongresi’nde
bile bazı ‘milli’ ruhlu olan insanlar (gayri milli demiyorum), bir mandatör
bulamazsak, bağımsız olamayız eğilimindeydiler.
§ Kimi bulacağız sorusu
karşısında, Birleşik Amerika (sömürge dünyasına karşı savaşım vererek bağımsız
olduğundan) mandatör olabilir diye umutlananlar vardı.
§ İşte burada Mustafa
Kemal’in farkını bir kez daha görüyoruz.
§
Mustafa Kemal,
“sömürgeciliği ve mandacılığı” kesinlikle reddederek Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunu pırıl pırıl bir ufuk üzerinde yükseltmiştir.
§ Türkiye Cumhuriyeti
bu nedenle, dönemsel olarak 1914-1945 yılları arasındaki tarih diliminde
kurulmuş, ama o dönemin manda devletlerinden tamamen farklı bir şekilde, tam bağımsız (istiklal-i tam) olarak kurulmuştur.
§ ‘Tam bağımsızlık (istiklal-i tam)’ kararlılığı, Mustafa
Kemal’in, ‘manda’ ile bağımsız olunamayacağına dikkat çektiği anlamlı bir
yaklaşımdır.
§ Türkiye Cumhuriyeti
öyle kurulmuştur ki hem inkılâbı olan, hem de istiklâli olan bir devlettir.
§ Mondros Mütarekesi
imzalandığı sırada işgal altındaki yerlerin geleceğinin belirlenmesi esas
alınmıştır.
§ Bu kapsamda, 1.
maddeye bakarsak, mütareke imzalandığı sırada, Osmanlı İslam çoğunluğunun
olduğu yerlerin bölünmez bir bütün olduğu kaydedilmekteydi.
§ Mustafa Kemal,
1911’de Trablusgarp’ta, 1913’de Sofya ataşemiliterliğinde, 1915’te Çanakkale’de
kara muharebelerinde, 1916’da Bitlis’in ve Van’ın düşman işgalinden
kurtarılmasında büyük hizmet vermişti; Çanakkale’den sonra, Doğu Anadolu’ya
giderek 16. Kolordu’nun komutasını üstlenmişti.
§ Çünkü vatanın doğusu,
batısı olmaz.
§ Mustafa Kemal’in
mütareke döneminde kısa bir süre görev yaptığı yer, Yıldırım Orduları grup komutanlığı.
§ O halde mütareke
imzalandığında ordumuz, ana hatlarıyla Adana ile Şam’ın arasındaki bölgede
bulunmaktaydı.
§ Bizler, bir ulusun
parçasıyız.
§ Bireyi devlete
bağlayan tek bağ, sadece vatandaşlık bağı değildir, tarihsel ve kültürel bağ da
önemlidir.
§ Bizim insan olarak
yüzyıllar boyunca birbirimize olan hakkımız ve hukukumuz da esastır.
§ Ulusa aidiyet ve
bağlılık hem kalem üstünden, hem de kelam ve gönül üzere mühürlenir.
§ Misak-ı Milli’nin 6.
maddesi ise siyasi, adli, mali her türlü kapitülasyonun reddini ifade eder.
§ Çünkü biz tam
bağımsız bir devletin belgesini ortaya koyuyoruz.
§ Biz manda üzerinden
bağımsızlığı savunmuyoruz, o yüzden Mustafa
Kemal, “istiklal-i tam” diyor.
§ Türkiye Cumhuriyeti
olarak elbette daha da geliştireceğiz hukuk ve kalkınma şartlarımızı; ama
devletimiz, kuruluş itibariyle ulusal birliği ve
vatan bütünlüğü olması açısından dünya tarihine örnektir.
§ Dünyanın jeo-strateji
merkezini, üç kıta çıkışını tutan büyük bir devlettir.
§ Türkiye Cumhuriyeti
devletinin varlığı, hem bölgemiz hem de dünya açısından barış ve huzurun
teminatıdır.
§ Türk İstiklal Savaşı
nedir?
§ Mustafa Kemal’in
önderliğinde, “istiklal-i tam” ilkesine dayanan (diğer bir deyişle, Yeni
Sömürgecilik döneminin manda/kondominyon tezlerini kesinlikle reddeden); “ilhak
projeleri (Büyük Ermenistan; Megali Idea)”nin yürütüldüğü batı ve
güneygüneydoğu bölgelerinde Kuva-yı Milliye ile; Orta Anadolu’da iç isyanlara
ve Karadeniz’de Pontusçuluğa karşı Merkez Ordusu ile; Trakya’da dış işgale
karşı paramiliter müfreze (tim) savaşımı ile hayata geçirilen ulusal
mücadeleye, "İstiklal Savaşı"
denir.
§ Dünya Savaşı
sonundaki barış antlaşmaları, yenilen taraflara empoze edilmekteydi.
§ Oysa Lozan’daki barış maddeleri, ulusal
bağımsızlığımızın teminatı için sekiz buçuk ay boyunca çetin bir şekilde
tartışılmıştır.
§ Sakın zannetmeyelim
ki biz Türk Kurtuluş Savaşı’nı 1919-1922’de tümüyle bitirdik ve savaşım orada
sonlandı. Büyük askeri ve siyasi zafer safhasından sonra diplomatik ve ekonomik
savaşım devam etti.
§ Mudanya
Mütarekesi’nden sonra sıra barış antlaşması görüşmelerine geldiğinde, İtilaf
devletleri Türk İstiklal Savaşı’nı adeta bir ‘Türk-Yunan Savaşı’ boyutuna
indirgemek istediler, kendilerini bu yenilgiden soyutlamak istediler.
§ Milli Mücadele’de
askeri savaşım Mudanya Mütarekesi ile durakladığında, bu kez de diplomasi
mücadelesi yoğunlaştı.
§ Savaşı kazanan
devlet, barış antlaşması için konferans yerini saptayacaktı.
§ İtilaf devletleri
belli kentlerde ısrar ediyorlardı.
§ Bu hususta bile
başlangıçta uzlaşamadık.
§ Nihayet tarafsız bir
ülkede, İsviçre’nin Lozan şehri tercihinde uzlaşıldı.
§ Lozan’daki barış
konferansı Şubat-Nisan 1923 sürecinde kesintiye uğradı.
§ Çünkü bizim kırmızı
çizgilerimiz vardı.
§ Kapitülasyonları ya
da Büyük Ermenistan manda projesini kesinlikle kabul etmedik.
§ Çünkü biz bu
toprağın, üç kıta çıkışı hakimiyeti olmadan elde tutulamayacağının farkındayız.
§ Bu topraklardaki
hakikat, bir kıta çıkışının kaybedilmesi halinde, bütünün egemenliğinin
yitirilmesi demektir.
§ O halde vatanın bütünlüğü esastır, kimsenin ulusal birliği bozma
gibi bir lüksü de yoktur.
§ Lozan Barış
Konferansı’nın görüşmeleri Uşi (Ouhcy) Şatosu’nda başladı.
§ Antlaşma’da geçen “5
Kasım 1914” neredeyse milat gibi bir tarih.
§ Deniliyor ki; 5 Kasım
1914 başlangıç olmak üzere, Türkiye Mısır ve Sudan üzerindeki haklarından
vazgeçer; Türkiye, İngiltere tarafından Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te ilan olunan
ilhakını tanır….
§ Bir başka deyişle, 5
Kasım 1914, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’ya savaş açtığı tarihti.
§
Lozan’da aslında, hem
I. Dünya Savaşı’nı hem de İstiklal Savaşı’nı sonlandıran sorunlar görüşüldü,
çözüldü.
§ Ama Lozan sonrası
diplomasisiyle de, Hatay ve Musul sorunlarında olduğu gibi ya da yeni
Türkiye’nin başkentinin saptanmasında olduğu gibi önemli ilerlemeler
kaydedildi.
§ Atatürk’ün şu
cümlesine dikkat edin:
§ “Diyarbakırlı, Vanlı,
Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı, Makedonyalı” hep aynı cevherin,
aynı ırkın damarları olarak işaret edilmiştir.
§ Çünkü burada kastedilen
“ırk”, doğuştan gelen biyolojik/genetik ırktan ziyade; bireylerin,
“faaliyetleriyle, ortak kültür ve ülküleriyle, örgütlenme ve paylaşım
kabiliyetleriyle” meydana getirdikleri ortak “ırk”, ortak ailedir.
§ Bu nedenle,
Atatürk’ün kullandığı ve Türk ulusunun birliğine ve birlikteliğine dikkat çeken
“ırk” referansı başka bir şey, dünya tarihinde 1930’larda Avrupa’da görülen ve
doğuştan gelen biyolojik farkları manipüle eden siyasi ırkçılık çok başka bir
şeydir.
§
Türk Kurtuluş
Savaşı’nın en büyük vasfı, Atatürk gibi eşsiz bir liderin önderliğinde Türk
ulusunun eseri olmasıdır; vasıflarından bir diğeri ise haklı bir gerekçeye
dayanması ve mazlum uluslara örnek olmasıdır.
§ Atatürk’ün
işaret ettiği gibi, Lozan’da imzalanan Barış Antlaşması’yla, Türk ulusu aleyhine
yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr ile hayata geçirileceği düşünülen büyük
bir suikast yıkılmıştır.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/417285
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder