ATATÜRK’ÜN BALIKESİR HUTBESİ
07.02.1923
K. Atatürk, 6 Şubat 1923'te İzmir'den trenle Balıkesir’e gelir. Mustafa
Kemal Paşa'nın beraberinde eşi ve Kâzım Karabekir Paşa ile diğer komutanlar
bulunuyordu.
Milli Kuvvetler Caddesi üzerine serilen halılar ve devasa taklarla süslenen
cadde boyunca halkı selamlayarak Belediye binasına gitti ve burada yapılan
geçit törenini izledi.
Balıkesir Gazi Mustafa Kemal Paşayı büyük bir sevgi ve coşku ile kucakladı.
Paşa geceyi Sacitzade Mahmut Bey'in evinde geçirdi.
K. Atatürk sürekli Anadolu'yu dolaşarak, halkının yanında olmuş,
sorunlarını dinlemiş, Cumhuriyet’in kurulmasına yardımcı oldukları gibi
korumalarını da istemiştir.
Nitekim 7 Şubat 1923 tarihinde, Çarşamba günü öğleyin Zağanos Paşa
Camii'nde minbere çıkarak yaptığı konuşmada da bu konulara değinmişti.
"Balıkesir Hutbesi" diye anılan bu konuşmasında kurulacak yeni
devletin temel esasları ile devrimler ve cumhuriyete ışık tutan mesajlar verdi.
K. Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Çarşamba günü Balıkesir Zağanos Paşa
Camii'nde yaptığı konuşma:
Şanı büyüktür.
Allah'ın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak
tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir.
Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce
Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir.
İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir.
En mükemmel dindir.
Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve
uygun düşüyor.
Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla
diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren
kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.
Arkadaşlar; Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere,
iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi.
Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı.
Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu
dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları
görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz.
Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman
insanlarıdır.
Bundan dolayı çok memnunum.
Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit
ediyorum.
Efendiler; Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın
yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için
neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak
için yapılmıştır.
Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ayrı
faaliyette bulunması zorunludur.
İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve
bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana
koyalım.
Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum.
Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum.
Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin
düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin
sonuçlarından ibarettir.
Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak
istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki,
bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni
ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir.
Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz
söylemek demektir.
Hutbenin manası budur.
Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve
manalar çıkarılmamalıdır.
Hutbeyi söyleyen hatiptir.
Yani söz söyleyen demektir.
Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu
mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.
Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin
hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört
halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idari, mali ve
siyasi, sosyal konularıdır.
İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri
gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde
bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek
istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar
herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi.
Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak
ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı.
O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu
söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar
etmek son derece önemlidir.
Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni
faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan
şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir.
Ancak millete ait olan işleri milletten gizli
yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da
bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah
sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol
gösterilmesidir, başka şey değildir.
Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak,
insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir.
Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil
ile konuşmaları gereklidir.
Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta
demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı,
ışık kaynağı olmuştur."
Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin
bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır.
Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni
olayları her gün izlemeleri zorunludur.
Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar
yapılmış olur.
Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün
gereklerine uygun olmalıdır.
Ve olacaktır."
Bu devlet İran ve Afganistan gibi bağımsız ve
Müslümandır.
Yeni Türkiye devletini milletin vekillerinden oluşmuş
olan Türkiye Büyük Millet Meclisi idare eder.
Bu şartlar içerisinde halifeye, yalnız Türkiye devleti
adına ve hesabına özel kanun ile verilmiş olduğundan başka, bir hak ve yetki
verilmek gerekirse milletin hâkimiyeti sınırlandırılmış ve sonuç olarak bu
hâkimiyet parçalamış olur ki, bu eski durumun geri gelmesinden başka bir şey
olamaz."
Bu meselelerde İtalyanlar ve özellikle Fransızlar
zorluklar çıkarmışlardır.
Bu iki nedenden dolayı Lozan konferansının ciddi
çalışması durmuştur.
İtilâf Devletleri delegeler heyeti hükümetleriyle
görüşmeler yapmak üzere Lozan’dan ayrılmışlardır.
Bizim delegeler heyetimizin de hükümet ve Büyük Millet
Meclisi ile danışmada bulunmak üzere gelmesi ümit edilir.
Biliyorsunuz ki Lozan’da İtilâf delegeler heyeti
aylardan beri devam eden çalışmadan sonra bize bir barış projesi vermişlerdir.
Bu proje kapitülasyonlar hakkında içerdiği maddelerden
dolayı milletimizce kesinlikle kabul edilebilir değildir.
Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir.
Osmanlı Devleti ile Hindistan Türk ve İslâm
imparatorlukları bunun en büyük delilidir.
Efendiler, biz kanunî yaşama haklarımızı medeniyet ve
insanlık dünyasına tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz.
Bunu tasdik ve teslim ettirmek için gereken her türlü
önlemlere yönelmekte kararsızlık göstermeyeceğiz.
Milletin gerçek iradesinin bu merkezde olduğuna
inanmışım."
Şunu arz edeyim ki, diğer memleketlerde partiler
mutlaka iktisadi amaçlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır.
Çünkü o memleketlerde çeşitli sınıflar vardır.
Bir sınıfın çıkarlarını korumak için oluşan siyasî bir
partiye karşı diğer bir sınıfın çıkarlarını koruma amacıyla bir parti oluşur.
Bu çok doğaldır.
Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış
gibi oluşan siyasî partiler yüzünden şahit olduğumuz sonuçlar bilinmektedir.
Hâlbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir
kısım değil, bütün millet girmektedir.
Bir defa halkımızı gözden geçirelim.
Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir.
O halde milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi ve
çobandır.
Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik
sahipleri hatıra gelir.
Bizde büyük araziye kaç kişi sahiptir?
Bu arazinin miktarı nedir?
Araştırılırsa görülür ki, memleketimizin genişliğine
bakarak hiç kimsenin büyük arazisi yoktur.
Bundan dolayı bu arazi sahipleri de korunacak insanlardır.
Sonra sanat sahipleriyle kasabalarda ticaret yapan
küçük tüccarlar gelir.
Doğal olarak bunların çıkarlarını bugününü ve
geleceklerini sağlamak ve korumak zorundayız.
Çiftçilerin karşısında olduğunu var saydığımız büyük
arazi sahipleri gibi bu ticaret sahiplerinin karşısında da büyük sermaye sahibi
insanlar yoktur.
Kaç milyonerimiz var?
Hiç.
Bundan dolayı biraz parası olanlara da düşman olacak
değiliz.
Tersine memleketimizde birçok milyonerlerin hatta
milyarderlerin yetişmesine çalışacağız.
Sonra işçi gelir.
Bugün memleketimizde fabrika, imalâthane ve benzeri
kurumlar çok sınırlıdır.
Var olan işçimizin miktarı yirmi bini geçmez.
Hâlbuki memleketi yükseltmek için çok fabrikalara
gerek vardır.
Bunun için de işçi lâzımdır.
Bundan dolayı tarlada çalışan çiftçilerden farkı
olmayan işçiyi de korumak gerekir.
Bundan sonra aydınlar ve âlimler denilen kişiler
gelir.
Bu aydınlar ve âlimler kendi kendilerine toplanıp
halka düşman olabilir mi?
Bunlara düşen görev halkın içine girerek onları
uyarmak ve yükseltmek ve onlara gelişme ve medenileşmede önder olmaktır.
İşte ben milletimizi böyle görüyorum.
Bundan dolayı çeşitli meslek sahiplerinin çıkarları
birbiriyle iç içe olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve geneli
halktan oluşmaktadır."
Halk Fırkası halkımıza siyasî terbiye vermek için bir
mektep olacaktır.
Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım
bana böyle bir siyasî parti kurmamaklığımı önermişlerdir.
Gerçekten millî görevin bitiminde köşeye çekilerek
dinlenmek benim için bir yarardır.
Bunu yapabilmek için şimdiye kadar elde edilen
sonuçların belirlendiği gibi devam edeceğine güvenmek gerekir.
Fakat bu konuda henüz endişelerim var.
Hiçbirinizin endişesiz olmamanızı öneririm.
Şimdiye kadar elde ettiğimiz başarılar üç dört seneye
çıkmayacak kadar çoktur.
Her tarafta olduğu gibi bizde de yeni hareketler ve
akımlar karşısında onu içine sindiremeyen kuvvetler oluşabilir.
Yazık ki bu daima vardır.
Nitekim bu konuda şeriat hükümlerine uygun olmayan ve
yazık ki mecliste üye bulunan bir kişi tarafından risale de yazılmıştır.
Bu girişim eski Osmanlı devletini geri getirmekten
başka bir şey değildir.
Bunu yapan o kişi hükümet ve millete göre gericidir.
Efendiler, şunu kesinlikle bilmek gerekir ki,
kazanılan şey hayat ve namustur.
Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür.
Her bireyin bu gibi hareketlere dikkat etmesi ve
onlara karşı son derece uyanık bulunması gerekir.
İşte bu bakış açısından milletin içinde biri olarak ve
tekrar millet tarafından seçilir isem, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üye sıfatıyla
çalışmayı görev kabul ediyorum.
Efendiler, ne ben ve ne siz şahıslarımız üzerinde
durumlar meydana getirmeye kalkışmayalım.
Biz hepimiz o şekilde çalışalım ki, kuracağımız şey
millî bir kuruluş olsun.
Bu da millete siyasi terbiye vermekle olur.
Yüzyılın bize verdiği dersten milletimizin gerektiği
kadar uyanmış olduğunu görüyorum.
Milletimizin özel nitelikleri her işimizde başarımızın
kefilidir.
Başarımız tabii olarak birlikle olacaktır.
Eğer millet ortak amaca ortaklaşa çalışma yaparak
yürürse, mutlaka başarılı olacaktır.
İşte bunları düşünerek gelecek çalışmada da başarılı
olacağına inanmış bulunuyorum."
O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız
ve hem dertlerinizle aynı şekilde sohbetlerde bulundum ve onların da sizin gibi
memleketin bugünü ve geleceğiyle son derece ilgili olduklarını gördüm.
Sonra yine bu seyahatim sırasında ordumuzu gördüm.
Askerler, subaylarımız ve komutanlarımızla görüşmeler
yaptım.
Araştırma ve denetlemelerimin sonucu bize gurur
verecek bir durumdadır.
Çünkü durumumuz çok kuvvetlidir, memleketimiz halkında
ve ordusunda gördüğüm güç ve yetenek, özellikle kararlılık ve kahramanlık
hakkımızı mutlaka kazanmaya yeterli ve kefildir.
İzmir Yollarında, s.93-103
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANLIĞI
https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/balikesirde-halkla-konusma
MONTAJ Fotoğraf:
https://www.malumatfurus.org/ataturk-balikesir-hutbe-fotografi/