. Atatürk'ün Türkİye İktisat Kongresİ Konuşması
- Türkiye İktisat Kongresi Açış Söylevi 17
ŞUBAT 1923 .
§
İzmir
İktisat Kongresi veya I. İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923) İzmir'de Banka-Han binasında
toplanan 1135 delege ile
yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongredir.
§
İzmir'in Kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan
Antlaşması'nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi
Anadolu kurtuluş hareketinin iktisadi yönünü göstermesi bakımından son derece
önemlidir.
§
Dönemin
Türkiye yönetici kadrosu Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra
prensip olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngörmüştü.
§
TBMM'nin
bu dönemde başlıca uğraşısı yurdu işgalden kurtarmak olsa da,
öngörülen bu ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceğine dair
bir kongre yapıldı.
§
Başkan
olarak Kazım Karabekir seçildi.
§
Kongre,
yeni Türkiye'nin İktisat Politikasını belirlemek amacıyla toplanmıştır.
. Mustafa Kemal Paşa açış konuşmasında
şunları söylemiştir, vurgulamıştır ve önermiştir:
§
Efendiler!
Aziz Türkiye’mizin iktisadî yükselme gereklerini aramak ve bulmak gibi vatanî,
hayatî ve millî bir kutsal amaç için bugün burada toplanmış olan sizlerin,
saygıdeğer halk temsilcilerinin karşısında bulunmakla çok mutlu ve sevinçliyim.
§
Efendiler!
§
uzun
ihmallerle ve derin ilgisizlik ile geçen yüzyılların iktisadî yapımızda açtığı
yaraları tedavi etmek, tedavi çarelerini aramak ve memleketi bayındırlığa,
millî bir rahatlığa, mutluluğa ve servete ulaştıracak yolları bulmak için
gerçekleşecek çalışmanızın çok kıymetli ve başarılı sonuçlara ulaşmasını dilerim.
§
Arkadaşlar,
sizler doğrudan doğruya milletimizi oluşturan halk sınıflarının içinden
geliyorsunuz ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz.
§
Bunun
için memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin
emellerini, üzüntülerini yakından biliyorsunuz.
§
Herkesten
daha iyi biliyorsunuz.
§
Sizin
söyleyeceğiniz sözler, alınması gereğini söyleyeceğiniz önlemler; doğrudan
doğruya halkın dilinden söylenmiş gibi kabul olunur. Bu, en büyük doğrudur.
§
Zira
halkın sesi, hakkın sesidir.
§
Efendiler,
§
tarih.,
milletlerin yükselme ve düşmesi sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî,
sosyal nedenler bulmakta ve saymaktadır.
§
Şüphe
yok, bütün bu nedenler, sosyal olaylarda etkilidir.
§
Fakat
bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselmesiyle, düşmesiyle ilgili ve
ilişkili olan milletin ekonomisidir.
§
Tarihin
ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî
tarihimizde de tamamen görülmüştür.
§
Gerçekten
Türk tarihi araştırılırsa bütün yükselme ve düşme sebeplerinin bir iktisat
meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.
§
Efendiler, tarihimizi dolduran
bunca başarılar, zaferler veyahut yenilgiler, yok olmalar ve felâketler,
bunların, tümü; gerçekleştikleri devirlerdeki iktisadî durumlarımızla ilişkili
ve ilgilidir.
§
Yeni
Türkiye’mizi hak ettiği yere ulaştırabilmek için, mutlaka ekonomimize birinci
derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir iktisat
devresinden başka bir şey değildir.
§
Efendiler, bir milletin hayat
gereklerini, rahatlık ve mutluluğunu oluşturan ekonomiyle uğraşmaması,
uğraşamaması dikkatleri çeken bir durumdur.
§
Fakat
biz kabul etmek zorundayız ki, ekonomimize gereği kadar önem vermemiş
bulunuyoruz.
§
Bir
milletin doğrudan doğruya hayat gerekleri ile uğraşamaması, o milletin yaşadığı
devirler ile ve devirleri belirleyen tarih ile çok ilgilidir.
§
Bundan
dolayı biz de eğer uğraşamamış isek, gerçek nedenlerini geçirdiğimiz devirlerde
ve özellikle tarihimizde arayabiliriz.
§
Fakat
böyle bir araştırma yaptığımız zaman, yazık ki itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye
kadar gerçek, ilmî, olumlu anlamı ile millî bir devir yaşayamadık.
§
Bundan
dolayı millî bir tarihe sahip olamadık.
§
Bu
noktayı biraz açıklamış olmak için hep beraber Osmanlı tarihini hatırlayalım.
§
Osmanlı
tarihinde bütün gayretler, bütün çalışma, milletin isteği, emelleri ve gerçek
ihtiyaçları açısından değil, belki şunun bunun özel emellerini, tutkularını
karşılamak açısından gerçekleşmiştir.
§
Örneğin
Fatih İstanbul’u aldıktan sonra, yani Selçuk saltanatı ile Doğu Roma
İmparatorluğu’nun mirasına konduktan sonra, Batı Roma İmparatorluğu’nu da zapt ederek
büyük bir saltanat kurmak istedi. Böyle geniş bir emel izledi. Böyle bir emeli
izlemek ve uygulayabilmek için bütün milleti, ana unsuru arkasından bu hedefe
doğru yönlendirdi.
§
Örneğin
Yavuz Sultan Selim, Fatih’in açtığı batı cephesini sağlamlaştırmakla beraber;
bütün Asya’yı birleştirerek büyük bir İslâm İmparatorluğu meydana getirmek
üzere böyle bir siyasî meslek izledi. Ana unsuru bunun arkasından dolaştırdı.
§
Kanuni
Süleyman her iki cepheyi en üst derecede genişletmek, bütün Bahr-i Sefid’i
(Akdeniz) bir Osmanlı havuzu haline getirmek, Hindistan üzerinde gücünü
kurmak gibi çok büyük, şahane bir siyaset izledi. Bu siyasetin uygulanması için
ana unsuru kullandı.
§
Arkadaşlar, bütün bu işler ve
hareketler, doğruluğu araştırılırsa, görülür ki bu büyük, güçlü padişahlar
takip ettikleri dış siyasette kendi emelleri, hırsları ve arzularına
dayanmışlardır.
§
Büyük
ve şahane arzularına dayanmakla beraber iç kuruluşlarını, iç siyasetlerini bu
tutkularından doğmuş olan dış siyasetlerine göre düzenlemek zorunda
kalmışlardır.
§
Halbuki
dış siyaset iç teşkilât ve iç siyasete dayandırılmak mecburiyetindendir.
§
Yani
iç teşkilâtının dayanamayacağı genişlik derecesinde olmamalıdır. Yoksa hayalî,
dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanma noktalarını kendiliğinden
kaybederler.
§
Gerçekten
Osmanlı hakanları, asıl olan noktayı unuttular.
§
Duyguları
ve emelleri üzerine bütün hareketleri ve fiilleri yaptılar. İç teşkilâtlarını
dış siyasetlerine uydurmak zorunda kalınca aldıkları memleketlerde bütün
unsurları: dilleri, dinleri, gelenekleri, her şeyi başka başka olan ve birçok
milletlerden ibaret bulunan bu unsurları, olduğu gibi korumaya kalkıştılar ve
onlara bütün bu şeyleri koruyabilecek ayrıcalıklar verdiler.
§
Buna
karşın ana unsur, uzun seferler yapmakla zafer meydanlarında ölmekle, zapt
olunan memleketlerin kendisini ve halkını beslemekle ve onlara bekçilik etmekle
kendi kendini yıpratıyordu.
§
Bununla
birlikte millet, ana unsur; kendi evinde, kendi yurdunda ve kendi hayati gereklerini
kazanmak için çalışmaktan tamamen mahrum bir halde bulunuyordu.
§
Bu
taç sahipleri yöneticiler milleti böyle diyar diyar dolaştırmakla, onlara kendi
yurtlarını düşünmeye izin vermemekle de yetinmiyorlardı.
§
Belki
fetihler sonucu elde edilen halkı memnun edebilmek için, sonra yabancıları
memnun edebilmek için doğrudan doğruya, ana unsurun hukukundan ve hayati ve
iktisadî kaynaklarından birçok şeyleri karşılıksız yardım olarak, hediye olarak
onlara veriyorlardı.
§
Örneğin
Fatih zamanında Cenevizliler’e ve Patrik’e verilen ayrıcalıklar ile açılan yol,
kendisinden sonra daima genişlemiş ve sağlamlaştırılmış bulunuyordu. Bu
ayrıcalıklar, devletin en kuvvetli, en büyük zamanında gerçekleşmiş oluyordu.
Ancak ve ancak bir padişah yardımı karşılıksız sunulan bir destek olmak üzere
gerçekleşmiş oluyordu.
§
Hepiniz
hatırlayabilirsiniz, Kanunî Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle ticaret
antlaşması yapılmıştı.
§
Fakat
Padişah, Venediklilerle ticaret antlaşması yapmayı kendi şerefine ve onuruna
aykırı buldu. Zira onun anlayışına göre antlaşma, birbirine denk milletler arasında yapılırdı.
§
Halbuki
Venedik o zaman Osmanlı Devleti’ne denk olmak şöyle dursun, onun doğrudan
doğruya koruması altında idi.
§
Bundan
dolayı padişah böyle bir devletle antlaşma yapamazdı; ancak ona yardımlarda
bulunabilirdi.
§
Ve
yardımlarda bulundu. İşte bu yardım kelimesi kapitülasyonlar
kelimesi ile tercüme edilmiştir.
§
Halbuki
biliyorsunuz, kapitülasyon kelimesi, bir kale içinde kuşatılan, korunma
gereçlerini ve vasıtalarını kullandıktan sonra teslim olmak zorunda olanlar
hakkında kullanılan bir kelimedir.
§
İşte
böyle bir kelimeyi, padişahların yardımını tercüme ederken kullanmış
bulundular. Bu ufak ayrıntıyı iki noktadan tekrar edeyim:
§
Millet
hayati gerekleriyle uğraşmaktan yasaklanmış olarak diyar diyar dolaştırılıyor
ve bu yeni diyarlar halkı, birçok ayrıcalıklara sahip olarak çalışılıyordu.
Yani fatihler, ana unsuru peşine takarak kılıçla fetihler yaparken, kılıç
sallarken zapt olunan memleket halkı kazandıkları ayrıcalıklarla sabana yapışıyorlar;
toprak üzerinde çalışıyorlardı.
§
Arkadaşlar, kılıç ile fetih
yapanlar, sabanla fetih yapanlara yenilmeye ve sonuçta yerlerini bırakmaya
mecburdurlar.
§
Nitekim
Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur.
§
Bulgarlar,
Sırplar, Macarlar, Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar,
kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik
etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara
yenilmiştir.
§
Bu
bir gerçektir ki, tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde böyle
gerçekleşmiştir.
§
Örneğin
Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bu
medenî sabanla kılıç mücadelesinde sonunda muzaffer olan sapandır. Ve Kanada’ya
sahip oldu.
§
Efendiler, kılıç kullanan kol
yorulur, sonunda kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye,
paslanmaya mahkûm olur.
§
Lâkin
saban kullanan kol; gün geçtikçe daha fazla kuvvetlenir ve daha çok
kuvvetlendikçe daha çok toprağa sahip olur.
Efendiler, Osmanlı fatihleri,
hakanları, istilâcıları, ana unsur ile beraber sabanın önünde yenilip çekilmeye
başladıktan sonra, asıl felâketlerin büyüğü başladı.
§
Sırf
şahane bir ihsan olarak, yabancılara verilmiş olan ve özel olan
karşılıksız yardım, memleket içindeki Müslüman olmayan unsurlara verilmiş olan
her şey, kazanılmış haklar olanak anlaşıldı.
§
Fakat
yabancılar yalnız bu hukuku korumak ile de yetinmediler. Belki her gün onları
biraz daha arttırmak için çareler aradılar ve buldular.
§
İç
unsurlar korumaya güçlerinin yettiği iç teşkilâtlarına dayanarak, dışarının
daima kışkırtmasına ve yardımına sığınarak devletin ve aslî unsurunun yok
edilmesiyle siyasî bir varlık olmak için çalışmaktan geri durmadılar.
§
Yabancılar
bir taraftan iç unsurları kışkırtıyorlardı; diğer taraftan da kendileri Osmanlı
devletinin iç işlerine karışıyorlar ve her karışmada da yine devlet ve milletin
aleyhine olmak üzere yeni yeni bir takım ayrıcalıklar, haklar alıyorlardı.
§
Bu
devamlı problemler altında zaten fakir düşmüş olan anayurtta, ana unsur devlete
verebilecek parayı güç hazırlıyordu. Halbuki taç sahipleri yöneticiler,
Saraylar, Babıâliler mutlaka büyük gösterişe, şana sahip olabilmek için, onu
devam ettirebilmek, zevk ve tutkularını sağlayabilmek için her ne pahasına
olursa olsun, bu parayı hazırlamak çaresine düşmüşlerdir.
§
O
çareler de, borçlanmalar oldu. O kadar çok borçlanmalar yapıyorlardı, o kadar
kötü şartlar içinde borçlanmalar yapılıyordu ki, bunların faizleri de
ödenemedi. En sonunda bir gün Osmanlı Devletinin iflâsına karar verdiler.
Maliye işleri hemen kontrol altına alınmış ve başımıza genel borçlar belâsı
çökmüş bulunuyordu.
§
Efendiler, milletin uğramış
olduğu bu üzücü durumun, bu düşkünlüğün sebeplerini arayacak olursak bunu
doğrudan doğruya devlet kavramında buluyoruz. Biliyorsunuz ki Osmanlı Devleti,
şahsî saltanat ve son beş on yıl içinde de meşruti saltanat ilkesine dayanarak
hükûmet idare ediyordu.
§
Arkadaşlar, şahsî saltanatta
her konuya taç sahiplerinin arzusu, iradesi ve amacı hâkimdir. Söz konusu olan
yalnız odur. Milletin amaçları, arzuları, ihtiyaçları söz konusu olmaktan çok
uzaktır.
§
Bütün
millet istekleri ve dileklerini bırakmış bulunuyordu. Çünkü taç sahipleri
kendilerini Allah tarafından gönderilmiş bir kişi sayarlardı. Bir de onların
etrafını alan çıkarcılar vardı. Onlar da padişahların fikirleri ve anlayışları
ile dolu olarak ve padişahın bu arzusunu bir kutsal ve bir Kur’an gereği gibi
herkese kabul ettirirlerdi.
§
Bu
gayet koyu ve sürekli etkilemeler karşısında gerçekten bir gün bütün halk bu
arzu ve iradelerin yapılması gereken ve kayıtsız şartsız gereken kutsal emirler
gibi olduğuna inanmış olurlardı.
§
Böyle
idare ve hâkimiyete rıza gösteren bir milletin sonu elbette felâkettir, elbette
uğursuzluktur.
§
Arkadaşlar! Son anlattığım
noktada artık Osmanlı Devleti gerçekte ve fiili olarak bağımsızlıktan mahrum
bir duruma getirilmişti. Gerçekten bir devlet ki, kendi halkına koyduğu bir
vergiyi yabancılara koyamaz.
§
Gümrük
uygulamalarını, vergilerini memleketin ve milletin ihtiyaçlarına göre
düzenlemekten yasaklıdır. Ve bir devlet ki, fazla olarak yabancılar üzerinde
yargı hakkını uygulamaktan mahrumdur. Böyle bir devlete elbette bağımsız
denilemez.
§
Devletin
ve milletin hayatına yapılan müdahaleler yalnız bu kadar değil, daha fazla idi.
Doğrudan doğruya milletin hayatını devam ettirmesi için gerekli olanlardan,
örneğin tren yapmak için, örneğin fabrika yapmak için, örneğin her şey yapmak
için devlet serbest değildi. Mutlaka dışarıdan karışmalar vardı.
§
Bundan
dolayı hayatını sürdürmekten alıkoyulan bir devlet bağımsız olabilir mi?
§
Söylediğim
gibi gerçekte devlet, istiklâlini çoktan kaybetmişti ve Osmanlı ülkesi
yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı halkı
içindeki Türk milleti de tamamen esir bir duruma getirilmişti.
§
Bu
sonuç söylediğim gibi milletin kendi iradesine ve kendi hâkimiyetine sahip
bulunamamasından ve bu irade ve hâkimiyetin şunun bunun elinde kullanıla gelmiş
olmasından ileri geliyor.
§
O
halde kesinlikle diyebiliriz ki, biz millî bir devir yaşamıyorduk ve millî bir
tarihe sahip bulunmuyorduk.
§
Örneğin,
Osmanlı tarihi baştan sonuna kadar hakanların, padişahların, kişilerin, en
sonunda zümrelerin hal ve hareketini kaydeden bir destandan başka bir şey
değildir.
§
Geçmişin,
yüzyılların elimize tarih diye uzattığı kitabın mahiyeti bundan ibarettir.
§
Arkadaşlar, milletin
hâkimiyetine sahip olmaması yüzünden girdiği Dünya Savaşı’ndan kıymetli
evlâtlarımızdan oluşmuş kahraman ordularımızın Galiçya’da, Romanya ve
Makedonya’da, Kafkas dağlarında, Sina çöllerinde uğramış olduğu eziyetleri
hatırlatmaya gerek görülecek kadar çok zaman geçmemiştir ve en sonunda bu dünya
savaşının uğursuz sonucu da hepinizin bilgisi dahilindedir.
§
Özellikle
Mondros Mütarekesi’yle açılan ateşkes devrinin görüntüsü, bir an için tekrar
düşünmüş olursanız göreceksiniz ki, baştan sonuna kadar bir dağılma
görüntüsünden başka bir şey değildi.
§
Devletler
her türlü anlaşmalardan ve insanî ve medenî haklardan sıyrılarak memleketimizin
en kıymetli ve en verimli yerlerini çiğnediler.
§
İzmir’i,
Bursa’yı, Eskişehir’i tâ Sakarya’ya kadar; sonra bütün Adana ve çevresini ve
Trakya’yı, İstanbul’u, en saygın yerlerimizi çiğnediler.
§
Fakat
düşmanların bu hareket şeklinden daha üzücü ve acıklı ve daha çok üzülmeye
değer olan bir nokta varsa, o da bu memleketin yüzyıllarca başında bulunan ve
bu milletin irade ve hâkimiyetini kullanan insanların dahi düşman saflarına
geçmiş olmasıdır.
§
Ve
arkadaşlar biliyorsunuz, bu
düşmanlar yani iç düşmanlar, dış düşmanların yapmadığı ve yapmaya gücünün
yetemeyeceği kötü ve acıklı yeme hareketlerinde kararsızlık göstermemişlerdir.
§
Dış
düşman kuvvetleri, saydığım saygın vatan topraklarında bulunurken, padişahın
iradesi ile, çıkarttığı fetvalarla ve hilâfet orduları ile bu suçsuz millet,
şurada burada alçaltılıyor ve aldatılıyordu.
§
Gerçekten
vatanımızın şurasında burasında isyanlar başlamıştı. Zaten çoktan beri manen ve
fiilen istiklâlinden mahrum bırakılmış olan Osmanlı devletinin tükenmesinde
başarı meydana gelmişti.
§
Osmanlı
Devleti tamamen bitmişti. Fakat düşmanlarımız aynı zamanda Osmanlı Devleti’ni
kuran Türk milletinin de, aslî unsurunun da, bu memleketin gerçek halkının da
yok ve çökmüş olduğunu zannettiler. İşte bunda çok aldandılar.
§
Osmanlı
Devleti ve Osmanlı Devleti gibi çok devlet kurmuş olan Türk milleti yok
olmamıştır. Tersine hayatına vurulan bu darbelerden, dış düşmanların ve iç
düşmanların bu acı ve nefret edilecek darbelerinden birdenbire bütün açık gözlülüğünü,
bütün uyanıklığını takındı ve hayatını, şerefini, namusunu kurtarmak için tam
bir kararlılıkla başını kaldırdı; birlikte ve birbirine dayanarak ortaya
atıldı.
§
İşte
milletimiz o dakikadan itibaren millî devreye girdi, halk devresinin
başlangıcına girdi.
§
Millet
bu noktadan başladığı gün kendisini hedefe ulaştıran yolların ve bizzat hedefin
bulunduğu ufukların karanlıklar içinde bulunduğunu hepimiz hatırlarız.
§
Fakat
bu hal milletimizi ümitsizliğe düşürmedi. Tam bir kararlılık ile kutsal hedefe
adımlarını attı.
§
Efendiler, milletimiz, kesin
kurtuluşa ve gerçek kurtuluşa sahip olabilmek için, iki ilkeye dayanmanın farz
ve şart olduğunu anladı; büyük ve açık kanaatlerle anladı.
§
O
ilkelerden birincisi Misak-ı Millî’nin ifade ettiği mananın ruhudur.
§
İkincisi
Anayasamızın belirlediği değiştirilemez
gerçeklerdir.
§
Biliyorsunuz
ki Misak-ı Millî, milletin tam istiklâlini sağlayan ve bunu sağlayabilmek
için ekonomisinin de gelişmesine engel olan bütün sebepleri bir daha ve
kesinlikle geri gelmemek üzere kaldıran bir yöntemdir.
§
Anayasa
da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı Devleti’nin öldüğünü idrak ve ifade var
olduğunu ilân eden bir kanundur ve bu devletin hayatının da kayıtsız şartsız
milletin yetkisinde kalabilmesi için, halkın bizzat kendi alın yazısını idare
etmesi esasını şart kılan bir kanundur.
§
“Artık
Türkiye halkı için tek temsilci, yasama ve yürütme yetkisini almış olan kendi
meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir” diyen bir kanundur ve Babıâli
Hükûmeti yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini koyan kanundur.
§
Efendiler, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ve bunun hükûmetinin milletten aldığı yetki tam bir istiklâl ve
kayıtsız şartsız millî hâkimiyet ilkelerine dayanarak memleketi bayındır yapmak
ve milleti zengin, rahat ve mutlu etmekten ibarettir.
§
Böyle
olmakla beraber Anayasa, bir özel madde ile Meclisin görevini de açıklar.
§
O
görevler ki, doğrudan doğruya milletin hukuk ve yetkisi iken yüzyıllarca şunun
ve bunun elinde kalmıştır. Artık bu hukuk ve yetkinin hiçbir neden ve şekilde
hiçbir makama ve kişiye bırakılamayacağını kesinlikle ifade etmek için bir özel
madde koymuştur.
§
Efendiler, milletimizin bu iki
ilkeye dayanarak çalışmaya başladığı günden bugüne kadar geçen zaman, çok zaman
değildir; üç buçuk, dört seneden ibarettir.
§
Fakat
milletimizin kazandığı başarı ve zafer bu üç buçuk dört seneye sığamayacak
kadar çoktur, taşkındır, coşkundur, yüksektir, kuvvetlidir.
§
Gerçekten
o hükümdar buyruklarıyla, hilâfet ordularıyla ve bin türlü kışkırtmalar ve
yalanlarla meydana getirilen isyanların tamamı bastırılmıştır.
§
Millet
tüfeksiz, topsuz, her türlü malzemesiz ve parasız bulunduğu bir zamanda yeniden
dünyanın en kuvvetli ve en muazzam ordusunu kurmaya güç yetirmiştir.
§
Ve
bu ordu daha henüz kurulma durumunda iken Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya
meydan savaşlarını ve zaferlerini kazanmıştır. Ve en sonunda bütün dünyayı
hayretlerde bırakan, bütün dünyayı ister istemez övgülerine, sevkeden en son
zaferi tam bir şiddet ve başarıyla kazanıp topraklarımızı ve kutsal vatanımızı
çiğneyen düşman ordularını bire kadar yok etmiştir.
§
Fakat
Efendiler, tam bağımsızlık için şu
kural vardır, millî hâkimiyet için bir kanun vardır, diyoruz. Bugün de büyük
bir zaferin gerçekleştirici etkenleri ve yapanları olduğumuzu söylüyoruz. Bu
noktada çok kesin olan bir gerçeği hep beraber tekrar etmek zorundayız.
§
Bu
kadar büyük, bu kadar kutsal ve büyük hedefler yalnız kâğıt üzerinde kurallarla
ve kanun maddeleriyle ve sadece hırslarla, arzularla çözüm bulamaz. Tam
gerçekleşmesini sağlayabilmek için tek kuvvet, gerçek ve en kuvvetli temel ekonomidir.
§
Siyasî,
askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferler ile
taçlandırılamazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.
§
Bu
bakımdan en kuvvetli ve parlak zaferimizin bile sağlayabildiği ve daha
sağlayabileceği yararlı kazançları belirlemek için ekonomimizin, iktisadî
hâkimiyetimizin sağlanması ve sağlamlaştırılması ve genişletilmesi gerekir.
§
Efendiler, bu kadar verimli ve
bu kadar kuvvetli olan yeni hükûmetimizin, düşmansız kalacağını saymak doğru
değildir.
§
Bu
güzel temellerin bile içine bomba koyarak onu yıkmaya çalışanlar olacaktır.
§
Onun
hayatına, ilerlemesine karşı suikastler düzenlemeye girişecekler bulunacaktır.
§
Bütün
bunlara karşı en kuvvetli silâhımız ekonomideki genişlik, dayanıklılık ve
başarımız olacaktır.
§
Efendiler, içinde olduğumuz
halk devrinin, millî devrin, millî tarihini yazabilmek için kalemlerimiz
sabanlar olacaktır.
§
Bence
halk devri, iktisat devri kavramı ile açıklanabilir.
§
Öyle
bir iktisat devri ki, onda memleketimiz bayındır olsun, milletimiz rahat olsun
ve zengin olsun.
§
Bu
noktada bir felsefeyi size hatırlatayım. “El kanaatü kenzi lâyüfna”. “Kanaat,
yok edilmeyen bir hazinedir” anlayışı ile, "fakirliği fazilet bilmek
felsefesine de iktisat devri artık son versin".
§
Efendiler! bu felsefeyi, mutlaka
yanlış yorumlamak yüzünden bu millete, bu memlekete çok büyük kötülük edilmiştir.
§
Biliriz
ki, Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri
insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve fazla
derecede yararlanmış olabilmek için de, bugün kâinattan esirgediği
zekâyı, aklı insanlara vermiştir.
§
Eğer
vatan denilen şey kupkuru dağlardan, taşlardan, bataklık sahalardan, çıplak
ovalardan ve vatan; şehirler, köylerden oluşsaydı, onun zindandan hiçbir farkı
olmazdı.
§
Ve
gerçekten bu dediğimiz felsefesinin sahipleri bu kıymetli vatanımızı böyle
zindan ve cehennem yapmaktan başka bir şey yapmamışlardır.
§
Halbuki
bu vatan evlât ve torunlarımız için cennet yapılmaya lâyık, çok yakışır bir
vatandır. İşte bu memleketi böyle bayındır haline, cennet haline getirecek
olan, ekonomik nedenler ve ekonomik faaliyetlerdir.
§
Bundan
dolayı öyle bir iktisat devri lâzımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını
bilsin, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrensin ve o vasıtalara
yönelsin.
§
Hepimizin
isteği şudur ki, bu memleketin fertleri ellerinde örnekleriyle ziraatin,
ticaretin, sanatın, emeğin hayatın bir temsilcisi olsun.
§
Ve
artık bu memleket böyle fakir ve bu millet değersiz değil, belki memleketimize
zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar
memleketi denilsin. İşte millet böyle bir devir içinde bulunuyor ve böyle bir
devri yükseltecektir.
§
Ve
böyle bir devrin tarihini yazacaktır.
§
Ve
böyle bir devirde, böyle bir tarihte en büyük makam, en büyük hak, çalışkanlara
ait olacaktır.
§
Efendiler, Türkiye İktisat
Kongresi tarihte ilk defa yüksek yer
kazanacak bir kongredir.
§
Sizler
memleketin ihtiyacını ve milletin yeteneğini ve bunun karşısında bütün dünyada
var olan çok kuvvetli iktisat teşkilâtına değer vererek, yapılması gereken
önlemleri ve uygulaması gerekli olan bütün yenilikleri tam bir açıklıkla dile
getirmelisiniz.
§
Tâ
ki o önlemler, o yenilikler uygulandıkça memleketimiz hayırlı neticelere,
nurlara batmış olsun.
§
Arkadaşlar, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’niz ve hükûmetiniz, elbette milletin istekleri dairesinde,
gelişmeye, yenilenmeye tamamen taraftardır.
§
Bunun
için memleket ve millete faydalı olarak alacağınız önlemler tam bir
memnuniyetle göz önüne alınacaktır.
§
Buna
şüphe etmiyorum.
§
Efendiler, ekonomi sahasında
düşünürken ve konuşurken zannedilmesin ki, biz yabancı sermayesine düşman
bulunuyoruz.
§
Hayır,
bizim memleketimiz geniştir. Çok çalışma ve sermayeye ihtiyacımız vardır.
Bundan dolayı kanunlarımıza bağlı olmak şartıyla yabancı sermayelerine gereken
güvenceyi vermeye her zaman hazırız ve isteriz ki, yabancı sermayesi bizim
çalışmamıza ve var olan ama yetersiz kalan servetimize katılsın.
§
Bizim
için ve onlar için faydalı sonuçlar versin; fakat eskisi gibi değil.
§
Gerçekten
geçmişte ve özellikle Tanzimat devrinden sonra, yabancı sermayesi memlekette
üstün bir yere sahip oldu.
§
Ve
ilmi manasıyla denebilir ki, devlet ve hükümet yabancı sermayesinin
jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır.
§
Artık
her medenî devlet gibi, millet gibi, yeni Türkiye de buna uyamaz. Burasını esir
ülkesi yaptıramaz.
§
Arkadaşlar, son söz olarak
demiştim ki, biz memleketimizi artık esir ülkesi yapamayız.
§
Belki
hepimizin dikkatlerini çekmiş olan Lozan konferansı’nın son görüşmesi bu nokta
ile ilgilidir.
§
Konferansın
şimdilik gecikmeye uğrayışı hep aynı meseleden, aynı noktadan doğmuştur gibi
anlaşılabilir.
§
Ordularımız
en büyük bir zaferi kazanmışlardır ve zafer yürüyüşünü durduracak hiçbir engel
yoktur.
§
Böyle
bir zamanda İtilâf Devletleri, hukukumuzu, kanunî haklarımızı görüşmeler ile
bile onaylayacaklarını ve meselelerin görüşmeler ile bile çözümleneceğini
söylediler ve bizi konferansa davet ettiler.
§
Milletimiz,
Meclisimiz ve Hükûmetimiz samimî olarak barış taraftarı olduğu için, muzaffer
ordularımızı durdurdu ve delegeler heyetimizi Lozan’a gönderdi.
§
Aylardan
beri konuşmalar ve tartışmalar sürüyor. Fakat henüz karşımızdakiler bizimle üç
senelik, dört senelik bir hesabı görmüyorlar, üç yüz ve dört yüz senelik bir
hesabı görmeye başlamışlardır.
§
Ve
hâlâ karşımızdakiler eski Osmanlı Devleti’nin tarihe geçtiğini ve bugün yeni
Türkiye devletinin var olduğunu ve bu Türkiye devletini kuran milletin çok
kararlı ve kahraman bir millet olduğunu ve bu milletin artık tam bağımsızlıktan
ve milli hâkimiyetinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını anlamamışlardır.
§
İşte
bunu anlayamamak yüzünden kararsızlığa düşmüşler, beklemeye mecbur
hissetmişlerdir.
§
Arkadaşlar, onlar istedikleri
kadar kararsız olsunlar, fakat bu millet kesin kararını vermiştir. Bu millet
için kararsızlık devirleri çoktan geçmiştir.
§
Devletlerin
delegeler heyetimize verdikleri son proje elbette heyetimizce kabule değer
görülmedi.
§
Diğer
delegeler heyeti gibi bizim delegeler heyetimiz de durumu hükûmete ve gerekirse
Meclis’e sunmak üzere memlekete geri gelmek üzeredir.
§
Elbette
sorular ve açıklamalar olacaktır. Ancak bütün millet, bütün dünya bilsin ki, en
sonunda ve en sonunda millet tam bağımsızlığının sağlandığını görmedikçe
yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır.
§
Efendiler!
§
Hiç
kimseden fazla bir şey istemiyoruz.
§
Dünyanın
her medenî milletinin tabiî olarak sahip olduğu şeylerden bizi mahrum etmemelidirler
ve haklarımızı vermelidirler.
§
Çünkü
hakkımız tabiîdir, kanunîdir, mantıklıdır ve bize gereklidir.
§
Biz,
bu haktan vazgeçmeyeceğiz ve ne kadar haklı isek bu hakkımızı savunmak ve
korumak için de memleketimizin, milletimizin yeteneği ve gücü o kadardır.
§
Efendiler, görülüyor ki, bu
kadar kesin ve yüksek bir askerî zaferden sonra bile bizi barışa kavuşmaktan
engelleyen nedenler, doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir.
§
İktisadî
düşüncelerdir.
§
Çünkü
bu devlet, bu millet iktisadî hâkimiyetini sağlarsa o kadar kuvvetli temel
üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden
kımıldatamazlar.
§
İşte
düşmanlarımızın, gerçek düşmanlarımızın, bir türlü rıza göstermedikleri budur.
§
Efendiler!
§
Bu
fiilen gerçekleşmiştir. Barış denilen şeyin sağlanması için yabancıların bu
gerçeği itiraf etmemekteki kararsızlıklarına mantıki anlam vermek mümkün
değildir.
§
Çok
isteğe değerdir ki, çok yakın bir zamanda onlar da bu gerçeği itiraf ederler ve
bütün medeniyet dünyasının çok büyük istek ve özlemle beklediği barışın
kurulmasına engel olmak sorumluluğundan çekinirler.
§
Biz
şimdiden hayatımızla ilgili gereklerimizi sağlamaya başlamış bulunuyoruz. Ve
doğal olarak barış durumunun kurulmasında daha büyük gelişmeler oluyor. Fakat
başarılı olmak için çok çalışmak gerektiğini bilmeliyiz.
§
İktisadiyat
diyoruz; fakat arkadaşlar, iktisadiyat demek, her şey demektir.
§
Yaşamak
için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerekse onların tamamı demektir.
Ziraat demektir, ticaret demektir, emek demektir, her şey demektir.
§
Bütün
bu konularda şimdi memleket ve milletimizin ne halde olduğunu sizler çok güzel
bilirsiniz. Nitelendirmek istemeyeceğim.
§
Ancak
memleketimizin genişliği ve nüfusumuzun bu genişlikle ne kadar uygunsuz
olduğunu da hatırlayınız.
§
Bu
geniş ve verimli toprakları işleyebilmek, işletebilmek için eksik olan el
emeğini, mutlaka fenni aletler ile karşılamak zorundayız.
§
Memleketimizi
bundan başka tren ile ve üzerinde otomobiller çalışır yollarla şebeke
haline getirmek mecburiyetindeyiz.
§
Çünkü,
garbın ve cihanın vasıtaları bunlar oldukça, trenler oldukça bunlara karşı
merkepler ve kağnı ile yollar üzerinde yarışmaya çıkışmanın imkânı yoktur.
§
Memleketimiz
ziraat memleketidir. Bu yüzden halkımızın çoğunluğu çiftçidir, çobandır. Bundan
dolayı en büyük kuvveti, kudreti bu alanda gösterebiliriz ve bu alanda önemli
yarış meydanlarına atılabiliriz.
§
Fakat
aynı zamanda sanatımızı da artırmak ve genişletmek zorundayız. Eğer sanat
konusunda yine hoşgörülü olursak o halde sanayi eserlerinde yine dışarıya haraç
verici oluruz.
§
Ürünlerin
ve eşyaların değiş tokuşu ve servete dönüşmesi için, ticarete ihtiyacımız
vardır. Ticaretimizin yabancılar elinde kalması, memleketimizin servetinden
gereği kadar yararlanmamızı önler.
§
Fakat
bütün bunlar söylenildiği kadar basit ve kolay olmayan şeylerdir.
§
Bunda
başarılı olabilmek için gerçekten memleketin ve milletin ihtiyacına uygun ana
program üzerinde bütün milletin birlikte ve denk olarak çalışması gerekir.
§
Yüce
Heyetiniz bu ilkelerin en kıymetlilerini inşallah bulup ortaya koyacaksınız.
§
Arkadaşlar, bence yeni
devletimizin, yeni hükümetimizin bütün ilkeleri, bütün programları iktisat
programından çıkmalıdır.
§
Çünkü
demin dediğim gibi her şey bunun içinde yerleşmiştir.
§
Bundan
dolayı evlâtlarımızı o şekilde eğitmeli ve terbiye etmeliyiz, onlara o şekilde
bilgi, anlayış vermeliyiz ki, ticaret, ziraat ve sanat dünyasında ve bütün
bunların faaliyet alanlarında verimli olsunlar, etkili olsunlar, çalışır
olsunlar, ameli bir organ olsunlar.
§
Bundan
dolayı eğitim programımız, gerek ilk öğretimde, gerek orta öğretimde verilecek
bütün şeyler, bu bakış açısına göre olmalıdır.
§
Eğitim
programlarımız gibi devlet şubeleri için düşünülecek programlar bile, iktisat
programına dayanmaktan kendini kurtaramazlar.
§
İlkeli
bir program uygulamak ve bu program üzerinde bütün milleti denk olarak
çalıştırmak lâzımdır.
§
Bizim
halkımızı yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil, tersine
varlıkları ve çalışma sonucu birbirine lâzım olan sınıflardan ibarettir.
§
Bu
dakikada dinleyicilerim çiftçilerdir, sanatkârlardır, tüccarlardır ve
işçilerdir.
§
Bunların
hangisi birbirinin karşıtı olabilir.
§
Çiftçinin
sanatkâra, sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine,
birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu, kim inkâr edebilir.
§
Bugün
var olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını umduğumuz fabrikalarımızda kendi
işçimiz çalışmalıdır.
§
Rahat
ve mutlu olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda
zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki, çalışmak için
kudret ve kuvvet bulabilsinler.
§
Bundan
dolayı programdan söz edildiği zaman, âdeta denebilir ki, bütün halk için bir
“Emek Misak-ı Millisî”dir.
§
Ve
böyle bir emek Misak-ı Millî’si mahiyetinde olan program etrafında toplanmaktan
meydana gelecek olan siyasî şekli ise, sıradan bir parti yapısında düşünülmemek
gerekir.
§
Ve
barıştan sonra meydana gelebilecek olan böyle bir siyasî şeklin şimdiye kadar
olduğu gibi milletin kararlılığı ve imanı ile ve birlik ve dayanışmasının
birbirine yardımcı olması ile başarılı olacağı hakkındaki inancım kuvvetlidir
ve tamdır.
§
Efendiler!
§
Yüce
heyetinizin bugün toplamış olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok
tarihîdir.
§
Nasıl
ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket noktasına gelmiş olan bu milleti
kurtarmak konusunda Misak-ı Millî’nin ve Anayasanın ilk temel taşlarını
hazırlamak konusunda etkili olmuş, girişimci olmuş ve bundan dolayı
tarihimizde, millî tarihimizde ve millî hayatımızda en kıymetli ve yüksek
hatırayı kazanmış ise, kongreniz milletin ve memleketin hayat ve gerçek
kurtuluşunu sağlamaya araç olacak kuralların temel taşlarını ve ilkelerini
hazırlayıp ortaya koymak şekliyle tarihte en büyük adı ve çok kıymetli bir
hatırayı kazanacaktır.
§
Bu
kadar kıymetli ve tarihi kongrenizi açmak şerefini bana verdiğinizden dolayı
özellikle teşekkürlerimi sunarım. Ve böyle bir kongreyi düzenleyen sizlersiniz.
§
Bundan
dolayı sizi tebrik etmeğe değer görürüm.
§
Ve
tebrik ederim.
§
Kongre
açılmıştır efendim.
. Mustafa Kemal Atatürk
- Atatürk'ün İzmir İktisad Kongresi Konuşması
- Türkiye İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi
İzmir
https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder