- 19 Mayıs?
·
19 Mayıs 1927
tarihli "Hakimiyet-i Milliye" gazetesinde yayımlanan Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun “19 Mayıs?” başlıklı yazısı:
·
“Bundan
sekiz yıl evvel, böyle bir ilkbahar günü, tam Mayıs’ın on dokuzunda Samsun
Limanı’na bir vapur yanaştı ve bu vapurun içinden yanında dört beş yoldaşıyla
ümerây-ı askeriyeden genç bir Mirliva çıktı, herhangi bir yolcu gibi
tantanasız, debdebesiz, sessizce karaya ayak bastı.
·
Bu
genç Mirliva Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa idi.
·
O
tarihte bütün Türk milleti gibi Samsunlular da “Mustafa Kemal”in, Anafartalar
kahramanı “Mustafa Kemal” olduğunu bilmekle beraber onun Samsun’a vürudunu
fazla bir coşuşla karşılamadılar ve belki İstanbul’dan gelip geçen herhangi bir
resmi yüksek şahsiyete gösterilen hürmet ve tazimle iktifa ettiler.
·
Esasen
o tarihte Türk milleti bütün kahramanlık hatıratını unutmuş ve her tarafın
başına çöken bin bir felaketin altında şaşkın ve perişan bir hale düşmüştü.
·
Halkın
gözü artık hiç bir şanın şaşaasıyla kamaşmıyor, yürekler artık hiç bir kimseden
medet ummuyordu.
·
Daha
dört gün evvel, İzmir Yunanlılara verilmişti.
·
Bu
akıbet günün birinde belki Samsun’un başına da gelecekti.
·
Şimdiden
Karadeniz sularında yıkanan bütün bu Anadolu topraklarının adına “Pontus”
ünvanı verilmişti.
·
Şimdiden,
bütün Karadeniz limanlarında İstanbul Rum ve Ermeni patrikhanelerinin sevk ve
idare ettiği hafi ve açık teşkilatın birbirinden feci, birbirinden meşum asar
ve tezahüratı hissedilmeye başlamıştı?
·
Her
tarafta Türk ayağı alanındaki topraklar sarsılıp kayıyordu.
·
Ve
bu sarsıntılar en ziyade Samsun’da mahsus oluyordu, zira Samsun Pontuscuların
merkez-i faaliyeti idi.
·
Böyle
bir anacan babacan gününde Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’ya kim
bakar?
·
Bahusus
ki, bu paşa, mevcudiyeti madumiyetinden beter bir hükumetin, belki adı var
kendi yok bir orduya gönderdiği sivri bir müfettişti.
·
Türk
Milleti, bütün askeri ve mülki müesseseleriyle, hükumetiyle, ordusuyla nasıl
karanlık bir adem [yokluk] içine yuvarlandığını biliyordu.
·
Ve
bu boşluğun ka’rında [derinliğinde] bir kurtuluştan bahsetmek ona masal
geliyordu.
·
Şimdiden
millet namındaki muazzam küll-î teşkil iden cüzler yekdiğerinden ayrılıp her
biri kendi başının çaresine bakmak endişesine düşmüştü.
·
Bir
Samsunlu bir İstanbullunun ne istediğini anlamıyor, bir Trakyalı bir İzmirlinin
ıstırabına iştirakte müşkülat çekiyordu.
·
Şarktan
cenuba doğru, bütün Anadolu ülkesinde birbirini tutmaz, birbirinden bihaber bir
takım teşekküller, taazzuvlar göze çarpıyor ve bunların her biri umumi
anarşinin, maddi ve manevi şûrişin [kargaşalığın] birer alameti olmaktan başka
bir manâ ifade etmiyordu.
·
İşte,
bundan sekiz sene evvel, Samsun Limanı’na çıkan genç yolcuyu böyle karışık,
mazlum ve perişan manzaranın içinden anavatanın bağrına doğru yavaş yavaş yol
alırken görüyoruz.
·
Taa
Trablusgarp çöllerindeki mücahede günlerinden beri, hiç gölge yüzü görmeyen
çehresi – sarı değil – fakat bir sıcak tunç gibidir.
·
Adımlarında
hiç bir tereddüt müşahede edilmiyor: yalnız başınadır.
·
Lakin
sanılır ki arkasında nihayetsiz bir ordu var, o derece emniyet ve itimat ile
yürüyor onun bu sakin ve pervasız yürüyüşünü görenlerin kalbine yavaş yavaş
ümide benzer bir his geliyor.
·
Ümit
mi?
·
Haydi,
oradan…
·
Bu
kıyamet havası içinde ümitten bahseden deli kimdir?
·
Memleketin
dört bir tarafını çelikten bir çemberle kuşatmışlar, içinde orduya benzer bir
şey şöyle dursun, hatta adam akıllı müsellah bir tabur bile bırakmamışlar ve
her köşe başına bir galip devletin karakolunu ikame etmişler.
·
Ne
sağa, ne sola, ne arkaya, ne öne kımıldamak kabil ve bütün dünya, bütün küre-i
arz Türk Milletinin aleyhine, bin bir türlü gayzile mücehhezdir.
·
Bu
cehennemi badireye karşı tek başına bu genç Mirliva mı koyacak?
·
Ne
ile?
·
Bu
dal gibi narin vücuduyla mı?
·
Evet!
·
Zira,
ona yakından bakanlar bu yanık tunç çehrenin ortasında mütekâsif bir ışığın
şimşeklerini görüyorlar.
·
Onlarca
bu şimşekler yakında bir boranın vuku’na alamettir.
·
Ve
boradan sonra mutlaka açık ve güzel hava gelir.
·
Filvaki
şimdiden bu muharebe nikabının altında bir büyük fikrin, bir yaratıcı
mefkûrenin doğduğu mahsus olmaktadır.
·
İşte
o, siyasetinin daha ilk merhalesinde her türlü müktesep şereflerinden ve resmi
ehemmiyetlerinden tecrit edip bir nefer haline girdikten sonrada yine
şahsındaki nüfuz ve kudreti kaybetmiyor, hatta bu nüfuz, bu kudret daha büyük
bir salabet ve necabet kesbeyliyor.
·
Her
halde bunun bir sebebi olacak?
·
Anadolu
bu sebeb-i keşfe vakit bile bulmadı.
·
“Mustafa
Kemal” denilen harika, Anadolu’nun içine bir cesede bir ruh gibi girmişti.
·
Hiç
ceset ruhu tahlil ve muhakeme edebilir mi?
·
Ona
senin cevherin nedir?
·
Beni
harekete getiren bu kudreti nereden alıyorsun diyebilir mi?
·
Anadolu’nun
“Mustafa Kemal” ile visâli bu bedbaht ülkeye, yalnız bir ruhun bir cesede
girişi gibi değil, aynı zamanda yeni bir tâli’n ona yed-i ezelden bir bahşâyiş
gibi oldu.
·
Ne
mübarekmiş o 19 Mayıs günü ki, Türk milletinin mukadderatı yedi yüz yıllık
felaketine tamamen ma’kes bir istikamet aldı.”
·
Yakup
Kadri [Karaosmanoğlu]
Kaynak:
Hakimiyet-i Milliye gazetesi, 19 Mayıs 1927, sayfa: 1
https://mustafakemalim.com/19-mayis/