1 Kasım 2025 Cumartesi

SALTANATIN KALDIRILMASI

 .   SALTANATIN KALDIRILMASI
.           1 KASIM 1922
.       “Hȃkimiyet Bayramı/
.    Hȃkimiyeti Milliye Bayramı Ve Kutlamaları
.     (1 Kasım 1922/12 Rebiyülevvel 1338-24 Haziran 1934)
.   Bayramlar toplumların millet olmasında önemli sembollerdir.
.   Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında, inkılâplar ile rejim değişikliğine gidilmiştir.
Önce 23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi’nin açılması, sonra 1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası/kaldırılması ve akabinde 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti millî bir cumhuriyet özelliğine kavuşmuştur.
1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası gecesinin 12 Rebiyülevvel’e yani Mevlid-i Nebevi’ye denk gelmesinden dolayı 1-2 Kasım 1922’de millî bayram olarak kabul edilmiş ve 24 Ekim 1923’te de Hâkimiyet Bayramı olarak kanunlaşmıştır.
Basında ve toplumda Hâkimiyeti Millîye Bayramı diye anılan bayram, ülke genelinde ilk ve tek resmi kabul kutlamasını 12 Ekim 1924’te (yani 12 Rebiyülevvel 1924) gerçekleştirmiştir.
18 Nisan 1925 yılında 29 Ekim’in Türkiye Cumhuriyeti’nin tek resmi millî bayramı olarak kabulünden sonra Hakimiyeti Millîye Bayramı resmi kabul merasimi yapılmadan sade bir bayram, resmî tatil günü gibi kutlanmıştır.
.  1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile millî iradenin kayıtsız şartsız millete ait olması konusunda büyük bir adım atılmıştır.
.  Türk milleti, kendi iradesinin tecellisindeki en önemli dönüm noktalarından birisi olan bu tarihi Türk İnkılabını, bir mihenk taşı olarak kabul etmiş ve onu bir bayram olarak kutlamıştır.
.   On iki yıl kutlanan Hâkimiyeti Millîye Bayramı, 1934 yılına kadar Türkiye’deki siyasi, sosyal ve fikir değişimlerine ayna tutmuştur.
Türk İnkılâbı’nın başlangıcını temsil eden rejim değişikliği, saltanatın kaldırılması ile mümkün idi.
Bu yüzden saltanatın kaldırılması, Türk İnkılâbı’nın en önemli aşamalarından bir tanesidir.
Saltanatın ilgasının/kaldırılmasının zamanlaması ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bu hususta yürüttüğü taktik ise takdire şayandır.
İngilizlerin iki başlılık üzerinden elini kuvvetlendirmek isteğini Gazi Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadele’de kazandığı meşruiyetini, halkın zihninde ve kalbinde yerleştirdiği güven ile kazanmıştı.
Çünkü Halk, bu süreçte saltanatı sadece siyasi bir makam olarak görmüştür.
Her şeye rağmen mecliste saltanatın kaldırılmasına tepkilerin olduğu da bir gerçektir.
Tabii burada esas itirazların yönetim şeklinin değişikliğine değil de Mustafa Kemal Paşa’nın uhdesinde bir rejim mi olacak kaygısı ile hilafetin devamlılığı konusunda çekincelerden kaynaklandığını ifade etmek daha doğru olacaktır.
Bu endişeleri dile getirenlerin başında Gazi Mustafa Kemal Paşa ile ilk baştan beri beraber olan O’nun yakın arkadaşı ve Millî Mücadele’nin önemli isimleri; Kâzım Karabekir, Refet Bey ve Rauf Beylerdir.
Özellikle Kâzım Karabekir daha sonra yayımlayacağı “İstiklal Harbimiz” adlı kitabında bu düşüncelerini Anadolu’daki Millî Mücadele'nin başarısının devamı için kuvvetli bir hükümete ihtiyaç olduğu, İstanbul’daki hükümetin artık meşruluğunu kaybettiğini onun yerine Anadolu merkezli cumhuriyetle yönetilen bir rejimin kurulmasına inandığını, hilâfet kurumunun ise İstanbul’da varlığını devam ettirmesi gerektiğini yazarak düşüncesini ortaya koyacaktır.
Rauf Bey ve Refet Bey ise saltanat ve hilâfete bağlılıklarını: “Padişahlık ve Halifelik katına vicdan ve duygu bakımından bağlıyım.
Çünkü benim babam, padişah ekmeği ile yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen devlet adamları arasına girmiştir, benim de kanımda o ekmek vardır.
Halifeye bağlılığım ise görgümün gereğidir. Bizde genel düzeni tutmak güçtür, bunu ancak herkesin erişemeyeceği kertede yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir ve o da padişahlık ve halifeliktir.
Bu makamı kaldırmak, onun yerine başka nitelikte bir varlık koymaya çalışmak, hiç uygun bir iş olmaz, yıkıma yol açar ve büyük acı doğurur; bu hiç uygun bir iş olmaz.” şekilde savunmuşlardı.
Bu itiraz ve çekinceleri 31 Ekim 1922 tarihli kabine toplantısında çok uzun ve teferruatlı bir konuşma yaparak cevap veren Gazi Mustafa Kemal Paşa, öz olarak yaşanan sıkıntının tek çözümünün padişahlığı ve böylece İstanbul rejimini kaldırmak olduğunu ifade etmişti.
Zira 30 Ekim 1922’de Dr. Rıza Nur ve arkadaşları tarafından hilafet ve saltanat hakkında bir öneri meclise sunulmuştu.
Şimdi artık gerekli olan sürecin tamamlanmasıdır. 1.11.1338 tarihli 130. oturumda TBMM, Rıza Nur’un teklifinin düzeltilmesine ve Hüseyin Avni Bey’in teklifinin de düzeltilerek ilave edilmesine, iki madde halinde neşr ve ilan olunmak üzere Heyeti Umumiye gönderilmesine karar vermiştir.
.    Düzeltilen ve Meclise sunulan önerge:
-  MADDE 1. — Teşkilâtı Esasiye Kanuniyle Türkiye halkı, hukuku hâkimiyet ve hükümranisini mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti mâneviyesinde gayrikabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve iradei millîyeye istinad etmiyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misakı Millî hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka şekli Hükümeti tanımaz.
Binaenaleyh Türkiye halkı hâkimiyeti şahsiyeye müstenid olan İstanbul'daki şekli Hükümeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil add eylemiştir.
- MADDE 2. — Hilâfet, Hanedan Al-i Osman'a aid olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâkan erşad ve aslah olanı intihab olunur.
Türkiye Devleti Makamı Hilâfetin istinatgahıdır…” şekli ile oylamaya sunulmuştur.
Yapılan oylama sonucunda Lazistan mebusu Ziya Hurşid’in red oyuna rağmen önerge oy çokluğu ile kabul edilmişti.
 Böylece TBMM, İstanbul’daki idarenin sona erdiğini kararlaştırmış, 1 Kasım 1922’de saltanatla hilafet birbirinden ayırılarak, saltanatı kaldırmıştır.
 Padişah Vahdettin, bu vaziyette sadece “Halife” olarak kabul edilmiştir.
İstanbul’da Sadrazam bulunan A. Tevfik Paşa, 4 Kasım gününden itibaren makamına gitmeyerek bu kararı kabul etmişti.
.   Böylece İstanbul Hükümeti yasal dayanağını kaybederek tarihe karışmıştı.
.   Saltanatın İlgasının Bayram İlan Edilmesi:
1-2 Kasım 1922 tarihinin bayram olarak kabulü, ertesi gün basında:
-“Büyük Millet Meclisi 2 Teşrinisani ve gecesinin bayram addedilmesine karar vermiş ve beliğ bir dua ile celseye hitam verilmiştir.
Meclisin tarihi mukarratı yüzbir pare top endahtı ile ilan edilmiş ve halk ve kıtaat-ı askeriye fener alayları tertip etmiştir. Ankara büyük bir sevinç içindedir.
Herkes yekdiğerini tebrik ediyor.” ifadesi ile manşetten verildikten sonra “…İşbu kararın Büyük Millet Meclisi Ali’since müttefiken ve alkışlarla kabulünü müteakip İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendi kürsüye gelerek bu gecenin ve yarın 2 Teşrinisaninin bayram add olunmasını teklif etmiştir.
Meclis teklifi vaki alkışlarla kabul eylemiş ve beliğ bir dua ile celseye hitam verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dün tarihi makarratı yüzbir pare top endahtı ile ilan edilmiş ve kıtaatı askeriye, fener alaylarıyla ve muzıkalarla tezahüratı tes’idiyeye başlamıştır.
Tezahürat devam ediyor.
Herkes büyük bir sevinç içinde yekdiğerini tebrik eylemektedir.
Anadolu ajansı, Veladet-i Risaletpenahiye müsadüf olan bu millî bayram münasebetiyle büyük Türk milletine ve onun mümessili yeganesi bulunan Türkiye Büyük Millet Meclis Alisine arzı tebrikat eyler.” ifadesi ile Ankara’da yapılan bayram kutlamaları ayrıntılı şekilde yer almıştır.
Sadrazam A. Tevfik Paşa’nın istifasını vermesi 4 Kasım tarihli gazetelerde geniş yer bulmuştur.
…..
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3218972

 

HARF DEVRİMİ

 .    HARF DEVRİMİ - 1 KASIM 1928
.   Türkiye Cumhuriyeti Yazısını Niçin Değiştirdi?
Türkiye Cumhuriyeti beşinci yılını doldurur ve birbiri arkasına devrimler yapılırken Mustafa Kemal ve arkadaşları ekin devriminin en önemli, en büyük adımını atmaya hazırlanırlar.
Çünkü genç cumhuriyete, Osmanlı İmparatorluğunun kalıtı olan Arap abecesi türlü sorunlar yaratmaktadır. İmparatorluk, yüzyıllarca Arap abecesini kullanmıştır.
Bu abece, doğallıkla bükünlü bir dil olan Arapçanın doğasına yatkındır; bağlantılı dil özelliği taşıyan Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtmaktan uzak bir dizgedir; Türkçenin ünlü seslerini göstermemekte; h, k, s gibi kimi ünsüzler için birkaç ayrı harf kullanılmaktadır.
Arap abecesi, ayrıca dinsel anlamlar yüklenmiş bir dizgedir.
Okuryazar olmayan halk, bu abeceyle yazılmış tüm kitaplara, gördüğü her basılı kâğıda inanç penceresinden bakmakta, kutsal kitap yazısıyla yazılmış her şeyi âdeta kutsallaştırmakta; bu nedenle salt okuma yazma bilmek bile dinle ilişkilendirilmekteydi.
Okuryazar olmayan halk, dilekçesini, mektubunu yazmaktan yoksundu, eski yazıyı bilenlerin yönlendirmesine açıktı.
Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin amaçladığı devrimlerin yaşama biçimi olması için ilk engellerden biri yazıdır.
Kaldı ki cumhuriyet öncesi yazı ve dil, Osmanlı aydınlarınca da yoğun tartışmalara yol açmıştır.
Mustafa Kemal'in yazının değiştirilmesine ilişkin düşüncesi yeni değildir, bu düşünceyi çevresiyle tartışarak geliştirmiş, o güne değin yapılan çalışmalar da göz önüne alınarak bir kurul oluşturulmuş, bu kurula "Alfabe Komisyonu" denmiş, bu adın yanına bir de "Dil Encümeni" eklenmiştir.
Bu kurulda dokuz üye bulunuyordu.
Ragıp Hulusi Özden, İbrahim Grantay, Ahmet Cevat Emre, Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanloğlu'ndan oluşan kurul çalışmalarını kısa zamanda tamamladı.
Mustafa Kemal, yeni abeceyi Dilci İbrahim Necmi Dilmen'den öğrenmiş, 4-5 Ağustos 1928 gecesi Başbakan İsmet İnönü'ye yeni harflerle mektup yazmıştı.
9-10 Ağustos akşamı Sarayburnu'nda düzenlenen bir dinletide Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün yeni harflerle yazdığı açıklamayı yüksek sesle okudu:
            "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak zorundasınız. Anladığımızın belirtilerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum."
Atatürk, aynı gece Sarayburnu'nda halka şunları söylemiştir:
.    "Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır:
Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek...
Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğretiniz...
Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz.
Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu ancak okuma yazma bilir, yüzde doksanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek."
Atatürk, yazıyı değiştirecek devrimi anlatabilmek için hemen yurt gezilerine başladı.
Birçok yerde tahta başında yeni harfleri yazdı, yazdırdı; yeni yazıyı tanıttı, bu yazının ne denli kolay öğrenilebileceğini belirterek her konuda olduğu gibi bu işte de ulusuna öncü oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1928'de 1353 Sayılı Yasayla 29 harften oluşan yeni Türk abecesini kabul etti.
Yeni abecenin bütün ulusa öğretilmesi, "Millet Mektepleri" (Ulus Okulları) denilen, bir bakıma ülkedeki ekin devrimini hızlandıran kurumlar aracığıyla sağlandı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1 Kasım 1928'de TBMM'yi açarken söylediği şu sözler, Harf Devrimini ve önemini çok iyi tanımlamaktadır:
"Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin yükselme uğraşında başlı başına bir geçit olacaktır.
Yeni Yazı, Eski Dile Ayna Tutuyor
Yeni yazı, bir gerçeği gözler önüne sermişti.
Bu yazıyla Osmanlıcayı oluşturan yabancı sözcükleri, tamlamaları yazmak, yazım birliği sağlamak kolay olmuyordu.
Yazı Devrimi, bir bakıma dile ayna tutmuş, Türkçenin üzerinden kalın bir perde kalkmıştı sanki.
Başka dillerden, özellikle Arapça ve Farsçadan akın eden, bu dillerin yapısına uydurulmaya çalışılarak yapılan uzunlu kısalı, anlaşılması zor "terkipler"in, her biri başka başka yazılan batı kaynaklı sözcüklerin boyunduruğu altındaki Türkçe tanınmayacak durumdaydı.
Kuşkusuz Osmanlıca, yüzyıllar süren bir imparatorluğun diliydi; bu nedenle yadsınamazdı; ama kendi benliğinden çok uzaklaşmış bir dille genç cumhuriyetin bilimsel, sanatsal yaratıcılığının ortaya çıkarması, düşünsel üretimin hızlanması, bütün bilim, sanat, teknik kavramların karşılanması da olanaksızdı.
Mustafa Kemal, dilin de yenileşmesi gerektiğini yakın çevresine açıklamıştı.
Yazı Devrimini gerçekleştiren "Dil Encümeni" dağılmamış, Milli Eğitim Bakanlığı içinde bir birim olarak dil işleriyle ilgilenmeye başlamıştı.
Yazım (imla) konusu, bu kurulun çözmesi gereken ilk sorundu, nitekim "Dil Encümeni" ilkin "İmla Lügatı" (1928) adıyla bir yazım kılavuzu hazırladı.
Arkasından "Türk Söz Kitabı" adıyla sözlük hazırlığına girişildi.
Ancak hem kurul üyeleri arasında anlaşmazlık vardı, hem bu anlaşmazlıklar TBMM kürsüsüne dek uzanıyordu.
Bu kurulun dilin yenileşmesi için sağlıklı çalışamayacağı, siyasal erkin dil işlerine sık sık karışacağı belli olmuştu; nitekim 1931 yazında Milli Eğitim Bakanlığı ödeneğini kesince, Dil Encümeninin çalışmaları son buldu.
https://www.dildernegi.org.tr/TR,609/harf-devrimi---1-kasim-1928.html


 

ATATÜRK’ü ANLAMAK

  .   ATATÜRK’ü ANLAMAK    . .  TÜRK milletinden olan, yurttaşımız olan ama ne yazık ki ne Atatürk'ün değerini, ne de onun başarılarını,...