- ATATÜRK VE TÜRK KADINI
Atatürk
reformlarının bugünün Türkiye’sinde, Cumhuriyetin kuruluşunun 75. yılında
toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda belirleyiciliğini kaybetmediğine tanık
oluyoruz.
Kurtuluş
Savaşı'nın hemen ardından Atatürk tarafından önerilen Cumhuriyetin temel
ilkeleri bugünün ihtiyaçlarına büyük ölçüde karşılık vermektedir.
Bu da
modernleşme ve demokratikleşme projesinin son derece büyük bir öngörüyle
hazırlandığının göstergesidir. 75 yıl öncesinden bugüne taşınan ulus devlet
olma, birey olma, lâik ve demokratik olma, "muasır medeniyetler seviyesine
çıkma" gibi Cumhuriyet değerleri toplumun tüm kesimlerini hedef olarak
çağdaş vatandaşlar yaratılmasını sağlamıştır.
Bu
süreçte Atatürk
reformlarının Türk kadınları için ayrı bir önemi vardır.
Bugün Türk kadınları
için en önemli kazanımlardan biri de kadın hakları konusunda yapılan
reformlardır.
Eğitim, hukuk, ekonomi
ve kültür alanındaki reformlar sonucunda Türk kadınları eşit ve özgür bireyler
olarak toplumdaki yerlerini almışlardır.
19.
yüzyılın başından beri özellikle Batı dünyasında kadınların eşit hak mücadelesi
yaptıklarını biliyoruz. Sanayi devriminin getirdiği sosyal sonuçlar ve Fransız İhtilali'nin
getirdiği siyasî hak arayışları Batılı kadınların yaşamında çok önemli
sonuçlara yol açmıştır.
Türkiye'de
ise bu süreç Cumhuriyet reformlarının uygulamaya konulmasıyla başlamıştır.
Hilafetin
ve dinî hükümlerin kaldırılması ile açılan eşit ve özgür birey olma yolu Medeni
Kanunun kabulü ve hukuk sistemindeki değişikliklerle kadınlara erkeklerle
birlikte eşit haklar tanınmıştır.
Atatürk'ün kadın
haklarına yönelik reformları günümüz literatüründe pek çok çalışmaya konu
olmuştur. Kemalizmin kadın haklarına yaklaşımını değerlendiren bu çalışmaları
iki kategoride incelemek mümkündür.
Birincisi,
modernleşme, Batılılaşma ve lâiklik projesi açısından kadın hakları; ikincisi
kültür ve milliyetçilik açısından kadın hakları.
Modernleşme projesi
içinde kadın haklarına yönelik reformlarını değerlendiren görüş, kadının özel
ve kamusal alanda erkekle eşit konuma getirilmesinin Kemalist ideolojinin çağın
gereklerine uyma ve "muasır
medeniyetler seviyesine çıkma" prensibinin doğal bir sonucu
olduğunu ileri sürmektedir.
Kadın
haklarına ilişkin reformları "modernleşme ve batılılaşma" projesinin
parçası olarak gören Nermin Abadan-Unat’a göre Türk toplumunun modernleşmesi,
dinî hukuk ve düzenlemelerin kaldırılmasını gerektiriyordu. Her ne kadar bu
proje toplumun her kesimindeki kadınlar için öngörülmüşse de kadınlara kanun
önünde eşitliğin, mirastan pay almada eşitliğin, eğitim hakkı ile seçme ve
seçilme hakkının bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliklerden dolayı bu
haklardan en çok yararlananlar kentli kadınlardı (Abadan-Unat, 1991).
Lâiklik ilkesi
çerçevesinde kadın haklarını değerlendiren görüş ise rejimin lâik niteliği
üzerine vurgu yaparak, dinin baskısından en fazla zarar gören kesimin kadınlar
olduğunu ve kadınları lâiklik ilkesi çerçevesinde özgürleştirecek ve
eşitleyecek bir politikanın izlendiğini savunmaktadır.
Dinin
toplum üzerindeki baskısını kıracak nitelikteki kadın haklarına yönelik
düzenlemeler, Şirin Tekeli'ye göre "teokratik Osmanlı devletine geriye
dönüşü olanaksız kılacak olan, din hegemonyasını temelinden yıkmaya yönelik en
etkin politik-ideolojik bir adımdı" (Tekeli, 1982, 208-209).
Kültür ve medeniyet
açısından kadın hakları değerlendirildiğinde Türk kadınının geleneksel
rollerini dışlamadan Batılı kadınlarla aynı seviyeye gelme ve hatta
"onları geçme" teması ön plana çıkmaktadır.
Nükhet
Siımaıı'a göre Cumhuriyet dönemi kadına anne ve eş olarak geleneksel rollerine
ek olarak bir görev daha atfetmekteydi: "milleti eğitmek."
Yeni
Türk kadınının imajı artık kamusal alanda yer alan eğitim görmüş profesyonel
kadındı (Sirman, 1989). Nilüfer Göle, "Kemalist reformların bayrağının
taşıyıcısı" olarak gördüğü kadınların hem kurtaran hem de kurtarılan
olarak değerlendirir. Göle’ye göre kadınlar hem Cumhuriyet reformlarının taşıyıcıları
hem de bu reformlarca "dinin taassubundan kurtarılacak" kesimdir
(Göle, 1991).
Bir
başka görüş ise kadın haklarına yönelik reformların aslında Kemalist rejimin
meşruiyet araçlarından biri olduğunu öne sürmektedir.
Binnaz
Toprak, Kemalist devrimlerin kadınlar için tanımlanmış rollerin
değiştirilmesinden daha çok pragmatik siyasal amaçlara ulaşmayı öne
sürmektedir.
Toprak'a
göre kadın "serbestleştirilmiş ama özgürleştirilmemiştir" (Toprak.
1990).
Aynı
şekilde Şirin Tekeli, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinin,
Mustafa Kemal'in Batının diktatörlük suçlamalarına karşı geliştirdiği ve
demokratikleşmenin "sembolik" bir göstergesi olduğunu ileri
sürmektedir. Atatürk reformlarının hayata geçirilmesinde çeşitli toplum
kesimleri arasındaki eğitim, ekonomik, sosyal ve kültürel farklılıkların
sonucunda oluşan eşitsiz bir durum söz konusudur.
Kimi
hukukî düzenlemeler bugünden baktığımızda bazı eşitsiz uygulamalar
içermektedir.
Ancak hiç şüphe yok
ki, bu reformlar, Cumhuriyet dönemi Türk kadınının özgürleşmesinin, kamusal
alanda yerini almasının ve birey olmasının yolunu açmıştır.
19.
yüzyılın son dönemlerinden itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nda da Batılılaşma
çabaları ile birlikte kadınların bazı kazanımlar elde ettiklerini biliyoruz.
Örneğin
kız orta okulları ve öğretmen okulları çok kısıtlı sayıda da olsa açılmış,
kadınlar toplumsal yaşamın tartışma odaklarını oluşturmaya başlamışlardır.
İlk
kadın dergisi 1880 yılında yayınlanır.
Bu
tarihten itibaren yayınlanan dergilerde Türk kadının aile hayatı, kadının eğitimine
önem verilmesi, iş hayatına katılması gibi tartışmaların yanı sıra, Batılı
kadının özgürleşme yolunda yaptıkları faaliyetlerin de anlatıldığını
görülmektedir (Çakır, 1991: 133).
İstanbul'da
gerek Balkan Harbinde gerek Birinci Dünya Savaşı sırasında doğrudan siyasî
nitelikli olmasa bile gerek askerlere gerek cephe gerisinde kalanlara yardım
maksatlı birçok oluşumun varlığını biliyoruz.
Bu
oluşumların gelişmesinde, Batı'daki kadın hareketinden doğrudan alıntılar ve
esinlenmeler olduğu kadar, bu fikirlerin bir çoğunun o dönemlerde Rus
İmparatorluğumdan Osmanlı topraklarına gelen Türk aydınlar tarafından da
aktarıldığını biliyoruz.
Örneğin
Kırım Tatarı olan İsmail Bey Gaspıralı bir ülkenin geleceğinin kadınların
katılımıyla belirleneceğini vurgulamıştır.
Yine
tanınmış Tatar yazar Fatih Karimi kadınların yalnız anne değil aynı zamanda
kültürel özgünlüğün taşıyıcıları olduğunu savunmuştur.
Ulusal
kimliğin oluşma sürecinin kadın sorununun çözümüyle içiçe geçtiğini savunan bu
görüşler doğrultusunda kadınlar bu sürecin aktif katılımcıları haline
gelmişlerdir (Rorlich, 1995).
Bu
çerçevede kadın haklarının Türk unsurlara, ulusal unsurlara dayandırılması çok
önemli olmuştur.
Böylelikle,
Cumhuriyetin kuruluş döneminde kadın haklarını hem millî kökleri olan unsur olarak
meşrulaştırmak hem de koyu İslâmî, şerî hükümlerden kurtarmak kolaylaşmıştır.
1923
Haziranında Cumhuriyetin kuruluşunun öncesinde bir kadın fırkası kurulduğunu
(Toprak, 1988) ve kadınların ülkenin kurtuluşu ve mutluluğunu sağlamak amacıyla
toplanıp, toplum yaşamında etkin bir güç oluşturacağını planladığı
bilinmektedir.
Adının
fırka olmasına rağmen bir dernek niteliği ağır basan kuruluşta siyasî
amaçlardan çok eğitim ve toplumsallaşma önemli olmuştur.
7
Şubat 1924'de Nezihe Muhittin başkanlığında Türk Kadın Birliğine dönüşen bu
kuruluş, başından itibaren Ankara'da yeni kurulan Cumhuriyet tarafından
desteklenmiştir.
Türk
Kadınlar Birliği, kadınların fikir dünyası ve sosyal yaşamda yükselterek,
çağdaş bir anne yaratmak amacındadır (Toprak, 1994).
1927'de
kadınların siyasî haklarını da almalarını öngören bu dernek, kadının kamusal
yaşamına açılması ile annelik rolleri ve ev içi konumları arasında bir çelişki
görmemekte, tam tersine anneliğin mükemmelleşmesine kamuda edinilen bilginin
destekleyici olacağı kanaatindedir.
Şunu
da belirtmek gerekir ki, daha sonra kadın hareketi tarafından önemli bir
çelişki olarak gösterilen bu unsur, o dönemde dünyadaki birçok kadın kuruluşu
tarafında da bir çelişki olarak kavranmıyordu.
Daha
önce belirttiğimiz gibi Birinci Dönem Kadın Hareketi olarak tanımladığımız gibi
19. yüzyılın ikinci yarısı ile ikinci Dünya Savaşı'na kadar olan süren dönemde
Batı Avrupa'da kadınlar, kendilerinin temel kamu haklarının kazanımını
savunuyorlardı.
. Bu Batıdaki kazanımlara paralel olarak Aydınlanma
hareketinden ve Batıdaki düşünce akımlarından büyük ölçüde etkilenmiş olan
Atatürk, akılcılığı ve özgürlükçülüğü temel yol gösterici olarak almış ve bu
çerçevede çağdaşlaşmayı önemli ölçüde batılılaşmanın bir parçası olarak
görmüştür.
Atatürk için hiç şüphe yok ki, çağdaşlaşmanın en önemli
boyutlarından biri kadın haklarıdır.
Atatürk birçok kereler
kadın ve erkeğin birlikte gelişmediği sürece ülkenin topyekün çağdaşlaşmasının
ve kalkınmasının söz konusu olmayacağını belirtmektedir.
- "Bir sosyal hayat, bir millet erkek ve kadın denilen iki
cins insandan oluşmaktadır.
Mümkün müdür ki bir kitlenin bir parçasını ilerletelim.
Diğerini görmezden gelelim de kitlenin genel durumu ilerleyebilsin?
Mümkün müdür ki bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı
kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin. Şüphe yok ki ilerleme adımları,
dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve
yenilenme alanında mesafe kaydetmek lazımdır. Böyle olursa devrim başarılı
olur"
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 219).
. Atatürk'ün kadın haklarını getirmesinde ve
savunmasında iki temel amaç vardır.
Bunlardan bir tanesi
kadınları tam ve eşit vatandaşlar haline getirip kamu yaşamına açmak.
İkincisi de kadının
etrafını saran geleneksel cemaatlere bağımlılığını kaldırarak kadının
bireyleşmesini sağlamaktır.
Bu
makalede tartışmaya esas olacak bu iki unsurun ikincisinden başlayacağız.
Bireyleştirme
çabası sadece kadınla sınırlı değildir.
Cumhuriyet ilkeleri
doğrultusunda, Cumhuriyet öncesinde kadın ve erkek herkesi saran ve
özgürlüklerini büyük ölçüde zedeleyen koyu cemaat varlıklarını kırmaya
çalışmış, bireyi mahallelerin, caminin ve köyün taassubundan kurtaracak
önlemler alınmıştır.
Bu çerçevede lâiklik
sadece bir devletin din kurallarına göre yönetilmemesi değil aynı zamanda
bireyin özgürleşmesinin bir parçasıdır.
Nasıl
Batı dünyasında Protestanlığın çıkışı bireyin özgürleşmesinin ve devletin
dinden ayrışmasının önemli bir aracı olmuşsa, Türkiye'de de lâiklik, bireyin
üzerinden devlet gücü ile birleşmiş din baskısının kalkmasına neden olmuştur.
Bu
çerçevede Atatürk'ün kadın haklarına temel katkısı
lâiklikle birlikte başlamıştır.
Tekke
ve zaviyelerin kapatılması gibi reformlar devletin, birey üzerinde mutlak
kontrol sahibi olan kurumlan tanımadığını, devletin kadın ve erkek bütün
bireyleri tek tek muhatap alırken, cemaatlere ne kollektif bir kimlik
tanıdığını, ne de onlara kendi mensuplarını kollama ve kontrol etmede özel bir
imtiyaz tanıdığını görüyoruz.
Bu
çerçevede gerek millet olarak gerekse din ve mezhep olarak cemaatlere bölünmüş
Osmanlı hukuk ve devlet sistemi ile beraber, onun bir yansıması olan sosyal
yapılar da reddedilmektedir.
1924
Anayasasından itibaren birey kanun önünde tektir ve eşittir.
Bu o
döneme kadar ancak bir cemaate ve/veya bir erkeğe ilişkin olarak var olabilen
kadınlar için son derece önemli bir kazanımdır.
Türk kadınının
bireyleşme süreci içinde en önemli kazanımı Medeni Kanunla sağlanmıştır.
1926'da çıkan Medeni
Kanun, karı koca arasında bugünkü beklentiler çerçevesinde eşitlik sağlamasa
bile kadına çok önemli haklar getirmektedir.
Ancak lâik bir sistem
içinde kabul edilebilecek olan bu kanun kadını mirasta, boşanmada, evlilikte,
çocukların velayetinde eşit konuma getirmektedir.
Çok eşlilik, kadın ve
erkek için aynı şekilde yasaklanmakta; kadın ve erkeğe boşanmada eşit hak ve
yükümlülük getirilmekte, çocukların velayeti ise mahkeme kararına
bırakılmaktadır.
Bütün
bunlardan daha önemli olarak Müslüman ülkeler arasında ilk defa, ve 1990'lı
yıllarda Sovyetler Birliği'nin yıkılması sonrasına kadar da tek ülke olarak
Türkiye'de, kadın ve erkeğe eşit miras hakkı tanınmış, kız ve erkek çocuklar,
karı ve koca arasındaki miras hakkı farklılıkları kaldırılmıştır. Bu kadının
aile içi bağımlılığını azaltmakta çok önemli bir unsurdur.
Böylelikle
kadının kocasına, çocuklarına, kız çocuklarını erkek kardeş ve erkek
akrabalarına bağımlılığını azaltmış, tam tersine kadın ve erkek aile içinde
otonom bireyler haline gelmiştir.
Medeni
Kanun bir yandan farklı cemaatlere tanınmış özel hukuk imtiyazını kaldırırken,
ailede erkek egemenliğini ve üstünlüğünü büyük ölçüde sarsmıştır.
Aynı
şekilde Borçlar Kanunu gibi özel hukuka bağlı bir çok hukukî muadelelerde de
kadın ve erkekler büyük ölçüde eşit hale gelmiştir.
Öte
yandan cezaî kapasite açısından kadın ve erkek eşittir.
Kadın ve erkeğin
şahitliği eşit hale getirilmiştir.
Özetle,
tüm bu hukukî düzenlemelerde, her ne kadar aile içinde bazı korumaya yönelik
tedbirler amaçlanarak, özellikle evli kadınlar bazı haklardan mahrum
edilmekteyse de kadına önemli ölçüde haklar kazandırmıştır. 1930'lu yıllara
girildiği zaman kadınlar büyük ölçüde hukukî alanda güçlendirilmiş durumdadır.
. Cumhuriyetin kuruluşundan önce bile kadın
erkek eşitliğine önem veren beyanlarda bulunan Atatürk Mart 1923 nutkunda şöyle
demektedir:
- "Bizim dinimiz
hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allahın
emrettiği şey müslim ve müslimenin beraber olarak bilim ve irfandan
yararlanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve irfanı aramak ve nerede bulursa
oraya gitmek ve onunla donanmış olmak zorundadır. Memleketimizde cahil varsa
geneldir. Yalnız kadınlarımıza değil erkeklerimizi de genellenebilir."
Bu
söylevinde anlaşılacağı gibi Atatürk kadınların eğitim yolu ile cahilliğin
aşılmasına çok önem vermektedir. Bunun en önemli yolunu da sosyal yaşamdaki
eşitlikte görmektedir.
- "Kadınlarımız esasında sosyal hayatta erkeklerimizle her
zaman yan yana yaşadılar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri,
kadınlarımız erkeklerle başbaşa, zorlu hayatta, tarım hayatında, yaşayışta,
erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürümektedirler" (Atatürk un
Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, 148).
. Atatürk'e göre milletin her yönden
kalkınmasının en önemli ön koşulu ise yine kadın ve erkeğin eşitliğidir.
Kalkınmanın doğal gereği ise yine eşit eğitim hakkına sahip olmaktır.
- "Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir.
Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerinin
sağlanmasıdır. Bundan dolayı kadınlarımız da alim ve teknik bilgiye sahip
olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün eğitim aşamalarından geçeceklerdir.
Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin
yardımcısı ve destekçisi olacaklardır" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri,
cilt: 2, 96).
- "Şunu ilave edeyim ki kadınlık meselesinde şekil ve dış
görünüş ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve
kıyafet başarıdan ziyade, asıl başarılı olunması lazım gelen saha ışık ile,
irfan ile, gerçek erdem ile bezenmek ve donanmakür. Ben muhterem hanımlarımızın
Avrupa kadınlarının gerisinde kalmıyacak, bilakis pek çok açılardan onların
ilerisine geçecek nur ve irfanla donanacaklarına kat'iyen şüphe etmeyen ve buna
kesinlikle emin olanlardanım" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2,
153-154).
- "Milletimizin, memleketimizin kültür eğitimleri bir
olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı şekilde söz
söylemelidirler" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, 89)
- "Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı şekilde bütün eğitim
derecelerindeki talim ve terbiyelerinin uygulamalı olması önemlidir. Memleket
evladı, her eğitim derecesinde ekonomik hayatta hakim, asri ve başarılı olacak
surette donatılmalıdır" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt: 2, 174).
Tartışacağımız
ikinci unsur olan kadının kamu yaşamına katılmasının bir kaç önemli yönü üzerinde durmak
gerekir.
Bunlardan birincisi
1934 yılında kabul edilen seçme ve seçilme hakkıdır.
Atatürk bizzat kendisi
her kesimden 18 kadının parlamentoya girmesini sağlamıştır ki bu halen
Cumhuriyet meclislerinde o zamandan beri görülmemiş bir orandır.
Bu bağlamda, kadının
parlamentoya girmesinin önemli iki yönü üzerinde durmak gerekir.
Seçme ve seçilme
hakkı, Batıda uzun yıllar süren mücadelelerle elde edinildiği için vatandaşlık
hakları arasında simgesel bir yeri vardır.
Batıdaki
kadınlar siyasal alanda bu hakkın kazanılmasından önce eğitim, ekonomi ve hukuk
alanlarındaki haklarını elde etmek için mücadele vermişlerdir.
Söz konusu alanlarda
edilenilen kazanımların doğal bir sonucu olarak siyasal alanda da erkeklerle
eşit bir şekilde yer almışlardır.
Böylelikle de tam bir
vatandaş olabilmişlerdir.
Seçme
ve seçilme hakkı, kadınların hem toplumdaki her olayda eşit vatandaş olarak yer
almasını hem de karar alma süreçlerine etkin bir şekilde katılmasının
göstergesidir.
Kadın
hakları içinde en çok tartışılanı, kullanılanı ve görünür olanıdır.
Fakat
çoğunlukla gözden kaçan iki faaliyet alanı daha vardır ki, en az onun kadar
önemlidir ve belirleyicidir:
. Kadınların çalışma yaşamında yer alması ve
eğitim hakları.
Eğitim
ve çalışma yaşamı, kadını evin dışına çıkararak onu özel yaşam dışında da var
eder.
Ona
toplumun kaybedilemez bir parçası haline getirir.
Onu
toplumsal yaşamda söz sahibi haline getirir.
Ona
dünyayı açar.
Batılı ülkelerde
yıllarca süren zorlu mücadeleler sonunda kadınların elde ettiği haklar, Büyük
Atatürk sayesinde kadın yaşamının ayrılmaz parçaları haline gelmiştir.
Cumhuriyet kadınları sadece toplumsal yaşama katacak hakları vermemiş ayrıca bu
hakları Türkiye'nin her yerine, her köşesine yayacak kurumsal yapıyı da
oluşturmuştur.
Binlerce
köylü kızını okutan Köy Enstitüleri, bizzat Atatürk'ün desteği ile kadınların
çeşidi mesleklerde yer alması örneğin Sabiha Gökçen'in pilot olması, Avrupa
ülkelerinin çoğundan önce eşit işe eşit ücret hakkının kadınlara verilmesi
böylelikle kadınların çalışma yaşamında erkeklerle eşit görülmesi, ve hatta
kadınların erkeklerin yanında eğlenmeleri ve ev dışına açılmalarını mümkün
kılan Cumhuriyet Bayramı baloları bunların bir parçasıdır.
Bu çabaların sonucunda
Türk kadınlarını kamuya açılmada büyük başarılar elde ettiklerine hiç şüphe
yoktur.
Şunu unutmamak gerekir
ki 1935'de kadınların sadece % 10'u okuma yazma biliyordu.
Bununla beraber
Türkiye 'de kadının toplum yaşamında yer almasında önemli aşamalar
kaydedilmiştir.
Sadece 1924'den 1931'e
kadar geçen kısa sürede öğretmen okullarında kız öğrencilerin sayısı 5 katı
haline gelmiş,
1927'de orta öğrenimde kız erkek karışık eğitim başlamış, 1935'de okulların %
85'i kız öğrenci kabul eder hale gelmiştir. Kız meslek liselerinde öğrenci sayısı
aynı sürede 5 katına katlanmıştır.
Çalışma
alanına ilişkin veriler çok daha ilgi çekicidir.
1938-1980
arası dönemde kadın kamu görevlilerinin sayısı 24 kat artarken erkeklerdeki
artış 8 kattır.
1980'lere
gelindiğinde ise yüksek öğrenim görmüş kadınların % 80.5'i işgücüne katılmakta,
bunların % 74.3'ü ise hizmeder sektöründe çalışmaktadır (Çitçi, 1982).
1935
yılında bu saydığımız sonuçlara ulaşılmasını sağlayan hukuki reformların hemen
hemen hepsi tamamlanmıştır.
18
kadın milletvekilinin yer aldığı 1 Mart 1935'de toplanan parlamentonun hemen
akabinde Uluslararası Kadın Birliği 18-24 Nisan 1935 tarihleri arasında
İstanbul'da toplanır (Toprak, 1994). Prof. Toprak'ın da makalesinde anlattığı
gibi bu Kongrenin yeri olarak İstanbul'un seçilmesinde Türk kadınlarına verilen
hakların büyük bir önemi vardır.
Bütün
Müslüman ülkelerden ve birçok Batı ülkesinden önce kadınların eşit vatandaşlık
haklarına kavuşması takdirle karşılanmış, bu ütün dünya için cesaret verici
olarak nitelendirilmiştir.
Kongre,
Atatürk'e bu konuda şükran telgrafı çeker.
Türkiye'de
toplanan kadın kongresinin hemen sonrasında Avrupa'da kadın hareketinin büyük
ölçüde başarı ile önemsizleştiğini görüyoruz.
Hukuki alanda ve kamu
yaşamına katılma alanında kadınların önündeki yasal engeller kalkmıştır.
Birinci
dönem kadın hareketinin en önemli yanılgısı, bu kazanımların kadın erkek
eşitliğini mudak bir şekilde sağlayacağı, hukukî ve siyasî engellerin
kadınların en önemli problemi olduğunu vurgulamaları olmuştur. Toplumsal
sorunlar ve cinsiyet rollerinin getirdiği engellemelerin ve o zaman geçici
üzerinden gelinir olarak görmüşlerdi.
Bu
sorunun ta başından beri farkında olan Atatürk kadının kamuya açılması yönünde
çok net bir tercih yapmaktadır.
- "Malumdur ki her safhada olduğu gibi sosyal hayatta da
görev bölüşümü vardır. Bu genel görev bölüşümünde kadınlar kendilerine ait olan
görevi yapacakları gibi aynı zamanda sosyal hayatın refahı ve mutluluğu için
zaruri olan mesai-i umumiyye dahil olacaktır. Kadının ev içi görevleri en ufak
ve önemsiz görevidir" (İnan, 1963, 6).
1970'li
yıllara gelindiği zaman dünyada ve daha sonra Türkiye'de de görüldü ki kamuda
kazanılan haklar önemlidir fakat yeterli değildir.
Çünkü
kadının ev içi ve özel yaşamındaki konumu değişmedikçe kadının asli görevi
değişmemekte, kamu yaşamında ilerlemesi zorlaşmaktadır.
Bunun
önemli bir nedeni toplumdaki kadına yönelik değerlerdir.
Son yıllarda yapılan
birçok araştırma toplumda kadının ikincil konumunun yeniden üretildiğini, hala
daha toplumda kadına pek çok olanağın sağlanmadığını görüyoruz.
Bunun sonucu olarak
1990'lı yıllarda hala daha kadınların üçte biri okur yazar değildir.
Kız çocuklarda orta
öğrenime devam etmeme çok yaygındır.
Diğer yandan, kadın
haklarının verilmesinin toplumsal konumuna yansımamasının en çarpıcı örneği
siyaset alanıdır.
64
yıl sonra kadın parlamenter sayısı artmak bir yana dursun aksine azalmıştır.
Kadınlar özel yaşamda da önemli sorunlar yaşamaktadırlar. Türkiye'de kadınların
üçte ikisi aile içi şiddete maruz kalmakta, aile içinde söz sahibi olmaktan
uzak kalmaktadırlar.
ATATÜRK'TEN BUGÜNE
2000'li
yıllara yaklaştığımız günlerde 75 yıllık kadınların kazanmalarını çok iyi
değerlendirmek gerekmektedir.
Kamu yaşamında teşvik,
siyasi haklar anlamında kazanımların 1930'lu yıllar göz önüne alındığında çok
önemli olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Ancak bugünün
Türkiye'sinde, bugünün dünyasında bu kazanılmış haklardan birkaç adım daha
ileri gitme gereği vardır.
Hukukî platformda
alınması gereken en acil önlem Medeni Kanundur.
Medeni Kanun
Cumhuriyetin hukuk reformları arasında çok önemli, ilerici, çağdaşlaştırıcı bir
role sahipse de bugünün kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve korunması
anlamında bugünün koşullarına uygun olmayan maddeler içermektedir.
Evrensel
eşitlik ilkesi çerçevesinde erkeğe aile reisliği görevi veren bir anayasa
maddesi kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak kabul edilmesinin önünde bir
engel teşkil etmektedir.
Böylesi
bir maddenin günümüz Türkiye'sinde olmaması gerekir.
1200
yıllık şerî hükümleri kaldırıp Medeni Kanunu getirerek kökten bir değişiklik
yapan parlamento bugün, bir medenî kanunu reformu yapmakta aciz kalmaktadır.
Kolay
boşanma ve boşanmada eşitlik prensibinin de hukuki alanda uygulanabilirliği
tartışma konusu olması da bir diğer aksaklıktır.
Öte
yandan, Cumhuriyet'in
kadınlara tanıdığı çalışma hakkı, eğitim hakkı gibi hakların toplumumuzda tam
olarak hayata geçirilebildiğinden bahsetmek mümkün değildir.
Sekiz yıllık eğitimle kadın eğitiminde önemli
aşamalar kaydedileceği beklenmekle beraber buna ek olarak başka önlemler
alınması da gereklidir.
Sekiz yıllık eğitim
programıyla birlikte kız çocukları için eş zamanlı olarak göz önünde
bulundurulması gereken öncelikler olmalıdır.
Kız çocuklarının erkek
çocuklara oranla daha az eğitim imkanlarından yararlandıkları bilindiğinden,
kız çocuklarının eğitimi teşvik edilmelidir.
Bunun için en iyi
önlemlerden biri kız öğrencilere burslu ve yatılı eğitim olanaklarının
sağlanmasıdır.
Bununla beraber,
Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan ve daha sonra büyük bir kısmı kapatılan kız
okullarının varlıklarını koruması ve sayılarının artırılması gereklidir.
Siyasal alanda, seçme
ve seçilme hakkının sağlıklı ve etkin bir şekilde uygulandığından söz etmek
mümkün değildir.
Kadın haklarının ve
çıkarları siyasî partilerin programlarında yer almamaktadır.
Toplumda egemen olan
siyasetin bir "erkek" alanı olduğu önyargısı kadınların temsil
haklarından yeteri kadar yararlanamamalarına sebep olmaktadır.
Kadını siyasette gözle
görülür yokluğu bugünün Türkiye'sinde sistemin sabitliği, sağlığı ve
devamlılığı açısından hiç de arzu edilir bir durum olmamalıdır.
Kadınlara
bir "erkek" mesleği olan pilotluğu yapmayı öneren, kız evlat edinerek
olumlu ayrımcılığın en önemli örnekleri gösteren Atatürk'ün ölümünden 60 yıl
sonra bu olumlu ayrımcılığın izlerine rastlanmamaktadır.
Hala
kadınların siyasi partilerde ve mecliste kotaya alınmaması ve bunun bir eşitlik
tedbiri olduğunu görmemezlikten gelen aydınların varlığı esef vericidir.
Oysaki,
bu tedbir eşitliğe aykırı olmaktan çok, kadın erkek eşitliğini destekleyici
niteliktedir.
Atatürk'ün kadın
haklarında da birçok alanda olduğu gibi net bir yol gösterici olmuştur.
Bu yol çağdaşlaşmadır.
Çağdaşlaşma, çağın
gereklerini yerine getirmektir.
Birleşmiş
Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine (CEDAW)
konulan çekinceleri kaldırılması gereklidir.
Birleşmiş
Milletler Teşkilatından Avrupa Konseyine pek çok uluslararası kuruluşun kadın
erkek eşitliğine yönelik oluşturduğu kamuoyunun tavsiyelerinin göz önünde
bulundurmak ve bu kamuoyunun gereklerini yerine getirmek için ulusal
kanunlarımızda uluslararası sistemle uyumlaştırıcı değişiklikler yapmak
gereklidir.
Bunun için Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve
Vatandaşlık Kanununun yeni kadın hakları anlayışı ile gözden geçirilmesinin
yanı sıra toplumda kadını aşağılayan cinsiyetçi bakış açısını da değiştirmek
gerekmektedir.
Hukukî alanda yapısal anlamda kazanılmış
hakların hayata geçirilmesi şüphesiz Türk kadınlarının özgürleşme sürecinin
esasını oluşturmaktadır.
Bu
çağdaşlaşma sürecinde Atatürk'ün şu sözünün de akılda bulundurulması gerekir.
- "Bizim sosyal yaşamımızdaki başarısızlığın sebebi
kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri
gelmektedir."
-
AYŞE AYATA, Prof. Dr., ODTÜ
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi.
AYÇA ERGUN, ODTÜ İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Araştırma Görevlisi.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687349