. ATATÜRK'ÜN DUMLUPINAR NUTKU 30 AĞUSTOS 1924
. Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın ikinci
yıldönümü dolayısiyle:
. Efendiler!
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa verdiği kıymetli açıklamalarla burada hazır
olanlara Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı’nın ve kesin sonuç veren 30
Ağustos Savaşı’nın oluş şekli hakkında bir fikri özetlemişlerdir.
Beş
gün aralıksız geceli gündüzlü süren en büyük Meydan Savaşı”nın gerçek içeriği
bugün verilen açıklamalardan fazla, yarın tarihin hakemleri tarafından,
araştırmacıların inceleme araştırma ve kararları okunduğu zaman daha açık, daha
belirgin bir şekilde anlaşılacaktır.
Beni
milletim, Türk milleti, güvenine lâyık görerek bu hareketlerin başında
bulundurdu.
Bu
görev ve işimin mutlu anısını duygulanarak sevinçle ve gururla saklıyorum.
Görevlerini
milletin vicdanından gelen gerçek ihtiyacına, yalnız onun yüksek fikrine uygun
olarak yapmış olanlara özel bir vicdan rahatlığı ile bugün önünüzde bulunurken
duyduğum mutluluğu ifade edemem.
. Efendiler, tıpkı bugün gibi otuz sekiz yılı
Ağustosu’nun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu
noktaya gelmiştim.
Bu
üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman on birinci tümenimiz şu karşıki
tepelerde savaşa zorunlu kılınan düşmanın ana kuvvetine taarruz için yayılarak
ilerlemekte bulunuyordu.
Şu
gördüğümüz Çal Köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu.
Beni
buraya kadar getiren itici gücün ne olduğunu anlatmak için hatırladığım bir iki
noktayı burada tekrar edeceğim:
. 29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Batı Cephesi hareketleri şubesi Müdürü Tevfik
Bey, alışıldığı gibi o saate kadar çeşitli karar merkezlerinden ve her taraftan
gelen raporlara göre harita üzerinden belirlediği ve gösterdiği genel durumu
cephe komutanı İsmet Paşa’ya göstermiş ve o da "hemen Paşa’ya göster"
emriyle Tevfik Bey’i yanıma göndermişti.
Karahisar’da
Belediye dairesinde bana ayrılan odada yatmaktaydım.
Beni
uyandıran Tevfik Bey’in gösterdiği haritaya baktım, hemen yataktan fırladım.
Arkadaşlar,
haritada gördüğüm şey şuydu ki, ordularımız düşmanın önemli kuvvetini kuzeyden,
güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almış bulunuyorlardı.
Şu
halde düşündüğümüz ve en büyük sonuçları sağlayacağını beklediğimiz durumlar
ortaya çıkıyordu.
Hemen
Fevzi ve İsmet Paşaları çağırınız, dedim; üçümüz toplandık.
Durumu
bir daha düşündük ve kesinlikle karar verdik ki, TÜRK’ÜN GERÇEK KURTULUŞ GÜNEŞİ
30 AĞUSTOS SABAHI UFUKTAN BÜTÜN PARLAKLIĞIYLA DOĞACAKTIR.
Bu
karara göre ordulara yeni emir yazıldı. (saat 6.30 öncesi)
Fakat
durum o kadar önemli, o kadar hız ve şiddet istiyordu ki, bu yazılı emirlerle
yetinmek önlemi uygun olmazdı.
Onun
için Fevzi Paşa’dan, Altıntaş ve güneyinden hareket eden ikinci ordumuzun ve
bunun daha batısında bulunan atlı kolordumuzun yanına giderek düşüncemize göre
hareketleri düzenlemesini kendilerinden rica ettim.
Dördüncü
kolordusu ile amaçladığımız düşmanın büyük kısmını güneyden izleyen birinci
ordu merkezine de kendim gidecektim.
İsmet
Paşa’nın merkezde kalıp genel durumu yönetmesini uygun gördüm.
Fevzi
Paşanın kuzeye hareket ederken ben de otomobil ile tren yolunu izleyerek batıya
hareket ettim.
Akçaşar’da
birinci ordu merkezine saat 9’dan önce varmıştım.
Ordu
komutanına bir taraftan cephenin yazılı emri emanet edilirken, ben de kendisine
sözlü olarak durumu anlattım ve dördüncü kolordunun bütün tümenleriyle birlikte
şiddetle, işte bu köyün, Çal Köyü’nün batısındaki düşmanın büyük kısmını
kuşatacak şekilde savaşa zorlamasını emrettim.
Ve
ekledim ki, düşman ordusu mutlaka yok edilecektir.
Ordu
komutanı benim yanımda telefonla Kolordu Komutanı Kemâlettin Sami Paşa’yı
buldu.
Benim
oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu bildirdi.
Bir
süre bu merkezde kaldım.
Sürekli
olarak gelen çeşitli rütbedeki esir subaylarla görüştüm.
Bunlardan
biri kurmay subay idi.
Zavallı,
verdiği bilgiler ışığında istemeyerek başkomutan görevini alan General
Trikopis’in ve İkinci Kolordu Komutanı General Digenis’in de bizim çevirmek
istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu söylemiş oldu.
Hemen
yanımda bulunan ordu komutanına:
- Kemâlettin
Paşayı bulunuz, kendisine Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini
mutlaka esir etmesini söyleyiniz dedim.
Bu
emir hemen telefonla bildirildi.
Zavallı
esir subay benim bu emrimi işitir işitmez sunduğum çayı içemeyerek büyük bir
baygınlık geçirdi.
Daha
fazla bu ordu merkezinde kalamazdım.
Savaş
durumunu gözümle görmek benim için karşı konulmaz bir ihtiyaç oldu.
Ordu
komutanını da yanıma alarak Dördüncü Kolordu Komutanının bulunduğu şu yöndeki
bir tepeye geldik. (Arpalık civarında).
Çal
Köyü batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini işitiyordum.
Oradan
durumu dürbün ile gözlemeye uğraşmak bana sıkıntılı geldi.
Daha
ileriye, ateş yerine gitmek için kesin bir zorunluluk ve ihtiyaç duyuyordum ve
bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim.
- Oraya
gitmek gereklidir ve buyurun gidelim, dedim.
Otomobillere
atladık bu tepeye gelen yola girdik.
Ara
sıra yolumuzun soluna düşman mermileri düşüyordu.
Dördüncü
Kolordu’nun tümenleri doğudan batıya yolumuzu kat ederek hızlı adımlarla
ilerliyorlardı.
Biraz
önce dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk.
Düşman
kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş
alanlarına, süngü saldırılarıyla girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi.
Bunun
için bütün ordunun büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın,
hatta gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını sarsmasını
istiyordum.
Yanımdaki
komutanlar bu görüşümü anlar anlamaz hemen ve en sinirli bir şekilde harekete
geçtiler.
Yazık
ki şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir atlı subayına birkaç
kelime not ettirerek düşman alanlarını kuzeyden saran ikinci orduya gönderdim.
Ve
sözlü olarak burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim.
Bu
subay görevini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek bilgi de
vermişti.
On
birinci tümenin kahraman komutanı Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün
kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu.
Kolordu
Komutanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer
tümenlerine yeniden şiddetli ve hızlı hareketler için emirlerini ulaştırıyordu.
İkinci
Ordunun on altıncı ve altmış beşinci tümenleri düşmanla gerçek savaşa
girişiyorlar, diğer tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı.
Bunları
görüyordum.
Atlı
kolumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber
getiren atlı subay söylemişti.
. Arkadaşlar!
Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi:
Düşman
başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim.
Bütün
düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı.
Artık
toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü
kabiliyet kalmamıştı.
Bu
ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa
yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride
görülüyordu.
Düşman
alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız
ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline
getiriyordu.
Güneş
batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu
bütün ruhlarda duyuluyordu.
Bir
zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı.
Ve
beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi.
Karanlıklar
içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi.
Gerçekten
gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara
saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı.
Tam
olarak yok olmuş perişan bir arta kalan kitle bulunuyordu.
Kendilerinin
dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa
halinde kaçmak için açıklık arıyordu.
Artık
gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan
doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.
. Efendiler, ertesi gün tekrar bu savaş
alanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık
düşman ordusunun düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı.
Karşı
sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün kapalı kalmış
yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve bitmez tükenmez donatım ve malzeme
ile ve bütün bu bırakılan şeylerin aralarında yığınlar oluşturan ölülerle ve
toplanıp merkezlerimize gönderilmekte olan sürü sürü esir gruplarıyla,
gerçekten bir kıyamet yerini andırıyordu.
Bu
dar ateş ve saldırı çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik
arta kalanlardan oluşmaktaydı.
Fakat
onlarda daha büyük Türk çemberi içinden çıkmağa başarılı olamayarak başlarında
başkomutanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeğe zorunlu olmuşlardır.
. Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü
yaklaşık öğle vaktiydi ki, yine bu Çal Köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde
İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk.
Kırık
kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki durumu düşündük.
Kazandığımız meydan savaşının bütün seferi sona erdirebilecek bir kararlılık ve
önemde olduğunda birleştik.
Şimdi
Bursa yönünde çekilen düşman kuvvetlerini yok etmekle birlikte, bütün orduyla
dinlenmeden İzmir’e yürüyecektik.
. Efendiler, bugünden sonra İzmir’de
“Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman yeterli
gelmiştir.
Fakat
hatırlatmalıyım ki bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal
Köyü’ne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan başlayarak harcadığımız zaman tam
bir yıldır.
Fakat
bu belirlediğimiz zaferi hazırlayabilmek için bir yılı çok bulmazsınız sanırım.
Çünkü
efendiler, savaş ve özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki
ordunun çarpışması değildir; Milletlerin çarpışmasıdır.
Meydan
savaşı milletlerin tüm varlıklarıyla, ilim ve fen sahasındaki dereceleriyle,
ahlâklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddî ve manevî güç ve iyi huylarıyla
ve her türlü araçlarla çarpıştığı bir sınav sahasıdır.
Bu
sahada, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve kıymetleri ölçülür.
Sonuç
yalnız beden gücünün değil, bütün kuvvetlerin, özellikle ahlâkî ve kültürel
kuvvetin yükselmesini gerçekleşme derecesine vardırır.
Bu
nedenle meydan savaşında yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün maddî ve
manevî varlığı ile yenilmiş sayılır.
Böyle
bir sonun ne kadar korkunç olabileceğini tahmin edersiniz.
Yok
olup gitmek, yalnız savaş sahasında bulunan orduya ait kalmaz.
Asıl
ordunun ait olduğu millet, korkunç sonlara uğrar.
Tarih,
başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların birtakım hayalî isteklerle,
aracı yerine düşen işgalci orduların, işgalci milletlerin uğradığı bu şekil
korkunç sonlarla doludur.
. Efendiler, Türk vatanını almak düşüncesini,
Türk’ü esir etmek hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymağa çalışanların
da hak ettikleri sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.
. Efendiler, kendilerine bir milletin geleceği
emanet edilen adamlar, milletin kuvvet ve gücünü yalnız ve ancak yine milletin
gerçek ve kabul edilir yararlar elde etmesi yolunda kullanmakla sorumlu
olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar.
Bu
adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi ele geçirip işgal etmek, o
memleketlerin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir.
Bir
milletin ruhu baskı altına alınmadıkça, bir milletin kararlılığı ve iradesi
kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur.
Halbuki
yüzyılların çocuğu olan bu millî ruh, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye
hiçbir kuvvet karşı koyamaz.
Hükmedilmek
istenmeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başaracak kadar kuvvetli
zorbalar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır.
Türk
milleti son çarpışmalarıyla, özellikle burada kazandığı zaferle, kazandığı
kararlılık ve irade ile herkesçe bilinen bu gerçekleri bir defa daha tarihin
sinesine çelik kalemle kazımış bulunuyor.
. Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan
Savaşı ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli
dönüm noktasını oluşturur.
Millî
tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur.
Fakat
Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu yalnız bizim
tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan
savaşı hatırlamıyorum.
Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli
burada sağlamlaştırılmış oldu.
Sonsuz
hayatı burada taçlandırıldı.
Bu
sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve
cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır.
Burada
gerçeklerini söylediğimiz “Şehit Asker” âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla
beraber gazi arkadaşlarını, özverili ve kahraman Türk milletini temsil
edecektir.
Bu
âbide Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini,
süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.
. Efendiler,
bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve büyüğü, Türk
milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır.
Bu
olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli bir inkılâp olduğunu
anlatmaya gerek görmem.
Milletimizin
uzun yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların
yönetim ve baskısı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını sağlama
yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek,
milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının, bütün büyüklüğü ve önemi
gözleriniz önünde canlanır.
Gerçi
büyük zaferin ertesi gününe kadar İstanbul’da halife ve sultan adı altında bir
şahıs ve onun işgâl ettiği hilâfet ve saltanat ünvanı ile bir makam vardı.
Fakat
bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini hak ettikleri sona
ulaştırdı.
. Efendiler, millî egemenlik öyle bir ışıktır
ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur.
Milletlerin
esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.
Avrupa’nın ortasından, ta doğunun diğer ucundaki binlerce senelik memleketlere
bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha güzel
anlayabiliriz.
. Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk’ten
başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün
karşısında yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri,
düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.
Türk
milletinin atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi
olarak yaşaması; ancak o lüzumsuz ve manasız olmaktan başka, varlıkları tam
zarar ve felâket olan makamların yok edilmesiyle mümkün olabilirdi.
. Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve
Türk milletinin geçirdiği acıları, üzüntüleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur.
Bu
kadar üzüntüler ve kötülükler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki,
vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve hür yaşayabilmek için mutlaka
egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün çocuklarını toplu
ve dikkatli bulundurmak gereklidir.
. Efendiler, yüzyıllardan beri inleyen,
fakat baskıcıların, aldatanların, bilgisizlerin oluşturdukları engellerle yürek
parçalayan sesini milletin kulağına duyuramayan zavallı vatan bugün diyor ki;
can kulağınızı, bağrında en derin üzüntüler duymuş annenizin samimî sözlerine
sürekli açık bulundurunuz.
. Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da
hükmedici olma güç ve kabiliyetini göstermiş olan atalarımız, zamanında bu sesi
duymaktan geri çevrilmemiş olsalardı; Türk topluluğunun, Türk idealinin, Türk
çıkarlarının korunmuş ve çoğaltılmış olacağı anavatanı bugünkü parçalanmış
şeklinde mi miras alırdık.
. Efendiler, artık vatan imar istiyor,
zenginlik ve refah istiyor.
İlim
ve hüner, yüksek medeniyet, hür düşünce ve hür zihniyet istiyor.
Şeref,
namus, istiklâl, gerçek varlık…
Vatan
bu isteklerini tamamen ve hızla yerine getirmek için kurallı ve gerçek bir
şekilde çalışmayı emreder.
. Efendiler!
Yüzyıllardan
beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi
düşünmemişlerdir:
Türkiye’yi.
Bu
düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak
bir şekilde giderebiliriz:
O da
artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek.
Ancak
bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.
. Efendiler!
Bizim
milletimiz vatan için, özgürlüğü ve egemenliği için özverili bir halktır; bunu
ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kararlı savunucusudur da.
Benliğinde
bu iyi huylar yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse,
hiçbir kuvvet alıkoyamaz.
. Efendiler!
Milletimiz
egemenliğini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık kötülüklerin,
en derin uçurumu kenarında bulunuyordu.
Maddî
kuvveti yıprattırılmış, savunma araçları elinden alınmış, mânevî dünyası,
kutsal saydıkları saldırıya uğramış üzücü bir durumda bulunuyordu.
Bütün
bunlara rağmen varlığını ve istiklâlini kurtarmağa karar verdi.
Bu
kararında başarı sağlayabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket
seçmesi gerekiyordu.
Bütün
milletin, o hedef üzerinde mutlaka başarı sağlamayı amaç kabul etmesi
gerekiyordu.
Millet
bütün varlığıyla bütün özverililiğiyle, bütün inancı ile o hedefe beraber
yürümeli ve mutlaka başarılı olmalıydı.
. Efendiler, o hedef burasıydı. Amaç olan
başarı, burada kazanılan zafer idi.
. Efendiler!
Milletimiz
bundan sonraki işinde de başarılı olabilmek için, millî hedefini bütün açıklık
ve kesinlikle, bütün vatandaşların gözünde ve yüreğinde bütün parlaklığı ile
belirlemiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin
ideali olarak adlandırınız.
Fakat
bu ünvanı verirken dikkat ediniz ki, hayal olan bir anlama kendimizi
kaptırmayalım.
. Efendiler!
Milletimizin
hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam anlamı ile çağdaş bir sosyal
toplum olmaktır.
Bilirsiniz
ki, dünyada her toplumun varlığı, kıymeti, özgürlük ve kurtuluş hakkı, sahip
olduğu öze uygun yapacağı çağdaş eserlerle mümkün olur.
Uygar
eser oluşturmak yeteneğinden yoksun olan milletler, hürriyet ve
kurtuluşlarından ayrılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa bu
söylediklerimi doğrulamaktadır.
Uygarlık
yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır.
Bu
yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak
bilgisizliği ve dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında
boğulmaya mahkûmdurlar.
. Efendiler!
Çağdaşlık
yolunda başarı yenilenmeye bağlıdır.
Sosyal
hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek
olgunlaşma ve yükselme yolu budur.
Hayat
ve dirliğe hükmeden emirlerin, zaman ile değişme, olgunlaşma ve yenilenmesi
zorunludur. Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile
geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla
varlığını korumak mümkün değildir.
Uygarlıktan
söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın temeli, yükselmenin
ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır.
Bu
hayatta kötülük, mutlaka sosyal, iktisadî, siyasal güçsüzlüğü gerektirir.
Aileyi
oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile
görevlerini idareye yeterli bulunmaları gereklerdendir.
. Efendiler!
Milletimiz
burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir.
O
zaferin anlaşılması milletimizin iktisat alanındaki başarılarıyla mümkün
olacaktır.
Bilirsiniz
ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli bir
uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden
yakasını kurtaramaz.
Memleketin
yönetimindeki başarı da, ekonomisinde edinilen bilgiler derecesiyle uygun olur.
Hiçbir
medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce iktisadını düşünmüş
olmasın. Memleket ve istiklâl savunması için varlığı gerekli olan bütün
kuvvetler ve araçlar ekonominin genişleme ve açılmasıyla mükemmel olabilir.
Milletimizin
özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli milliyetçilik,
iktisadî başarıdan kaynaklanacak verimlerle de hak ettiği derecede desteklenmek
zorundadır.
Yüzyılın
içindeki mücadelede milletimizi başarılı kılacak bir ekonomik hayat sağlanmasını
amaç edinen genel öğretim ve eğitim sistemlerimiz, her gün daha çok gelişecek
ve elbette başarılı olacaktır.
. Efendiler!
Artık
bugün hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmıştır.
Bunlara
karşı olan söylentiler ahlâk ve inanca uymaz.
Gerçek
ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar.
Boş
sözler, uydurmalar kafalardan çıkmalıdır.
Her
türlü yükselme ve olgunlaşma yeteneği olan milletimizin, sosyal ve fikrî
inkılâp adımlarını kısaltmak isteyen engeller derhal yok edilmelidir.
. Efendiler!
Son
sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum:
. Gençler!
Cesaretimizi
destekleyen ve devam ettiren sizsiniz.
Siz
almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile, insanlık yüksek karakterinin, vatan
sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.
. Ey yükselen nesil!
Gelecek
sizindir.
Cumhuriyeti
biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.
Arkadaşlar,
bu gazilik ve şehitlik diyarını terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber
saygıyla selâmlayalım.
. Hâkimiyet-i Milliye,: 31.08.1924
https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/dumlupinarda-konusma