29 Ağustos 2025 Cuma

30 AĞUSTOS

.    30 AĞUSTOS ZAFERİ   .
.  Ulusal tarihimizin dönüm noktalarından biri olan 30 Ağustos Zaferi, Türk milletinin bağımsız ve özgür yaşama iradesini tüm dünyaya haykırdığı, bağımsızlığına ve geleceğine kararlılıkla sahip çıktığı benzersiz bir zafer olarak kabul edilmesine rağmen bugün neden bazı kesimler bunu kavrayamıyor?
.  30 Ağustos Zafer Bayramı hepimiz için önemlidir ve evrensel bir değerdir.
.   Bu bayram hepimiz kutlu olsun!
Bazı kesimlerin ise ne yazık ki 30 Ağustos Zaferi'ni anlamakta zorlanmasının veya farklı yorumlamasının çeşitli nedenleri olabilir.
Bu durumun arkasında yatan etkenler genellikle karmaşık ve çok yönlüdür.
A)   Tarihsel ve İdeolojik Farklılıklar
-Farklı Tarih Okumaları: Türkiye'nin modern tarihi, farklı ideolojik gruplar tarafından farklı şekillerde yorumlanabiliyor.
Bazı gruplar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ve dayandığı ilkeleri kendi ideolojik çerçevelerine göre yeniden değerlendirme eğiliminde olabilir.
Bu durum, 30 Ağustos Zaferi'nin sembolik anlamını gölgeleyebilir veya farklı bir bağlama oturtmaya çalışabilir.
-İnkılap Tarihi ve Devamlılık Tartışmaları: 30 Ağustos Zaferi, modern Türkiye'nin kuruluş felsefesinin temel taşlarından biridir.
Ancak, bazı kesimler cumhuriyetin kurulduğu dönemin radikal değişimlerini sorgulayabilir veya bu dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun sonu ve öncesiyle bir kopukluk olarak görebilir.
Bu perspektif, zaferin bir "dönüm noktası" olmaktan çok, bir "kopuş" noktası olarak algılanmasına yol açabilir ki bu tümden yanlıştır.
Eğitim ve Bilgi Eksikliği
- Yetersiz Eğitim: Okullarda verilen tarih eğitiminin bazen yüzeysel kalması veya sadece kuru bilgilerden oluşması, genç nesillerin bu zaferin derinliğini ve önemini kavramasını zorlaştırabilir.
Tarihi olayların sadece birer tarih olarak değil, aynı zamanda o dönemin sosyolojik, ekonomik ve siyasi koşullarıyla birlikte anlatılması, zaferin anlamını daha iyi kavramaya yardımcı olabilir.
- Yanlış Bilgilendirme ve Dezenformasyon: Günümüzde sosyal medya ve diğer dijital platformlar aracılığıyla hızla yayılan yanlış bilgiler ve dezenformasyon, tarihsel olayların yanlış anlaşılmasına neden olabilir.
Bu platformlarda sunulan “kışkırtıcı ve manipülatif” içerikler, ne yazık ki 30 Ağustos Zaferi gibi önemli günlerin anlamının çarpıtılmasına yol açabilir.
B)   Siyasal ve Kültürel Kutuplaşma
- Sembollerin Siyasallaşması: 30 Ağustos Zaferi, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli sembollerinden biri haline geldiği için, siyasi kutuplaşmanın bir aracı olarak da kullanılabiliyor.
Bazı siyasi gruplar, kendi ideolojilerine uymayan sembollere karşı mesafeli durmayı seçebilir.
Bu da zaferin evrensel anlamının siyasi tartışmaların gölgesinde kalmasına neden olabilir.
- Kültürel Kimlik Tartışmaları: Türkiye'deki kültürel ve “kimlik tartışmaları”, zaferin anlamını farklı gruplar için farklı kılabilir.
Modern Türkiye'nin “kuruluş değerlerini” reddeden veya “farklı bir kültürel kimliği” ön plana çıkaran gruplar, bu zaferin kendileri için aynı önemi taşımadığını düşünebilir, ama bu tümüyle bir yanlıştır, büyük hatadır.
C)  Topyekûn Savaş:
Kurtuluş Savaşı'nda askere alınanlar sadece cephedeki askerler değil, aynı zamanda topyekûn bir “milletin bağımsızlık ve hürriyet” mücadelesi için seferber olan tüm fertleriydi.
30 Ağustos Zaferi, yalnızca cephede savaşan askerlerin değil, “tüm milletin ortak mücadelesi” ve fedakârlığı ile kazanılmış “destansı bir zaferdir”.
Bu başarı yalnızca “askeri bir dehanın” sonucu değil, aynı zamanda tüm ülkenin, yediden yetmişe, topyekûn bir inanç ve azimle "imkânsız gibi görüneni" başarma gücünün en somut yansımasıdır.
Bu savaş, bir ordu-milletin var olma mücadelesinin en çarpıcı örneği oldu.
Büyük Destek: Topyekûn Savaşın Anlamı
. 30 Ağustos'a giden yolda Türk milleti, “cephe gerisindeki” mücadelesiyle “cephedeki askerlerin” en büyük destekçisi olmuştur.
Bu “topyekûn savaş ruhu”, zaferin en önemli unsurlarından biridir.
Büyük Taarruz öncesindeki süreç, sadece askeri bir hazırlık değil, aynı zamanda ulusal bir dirilişin de habercisiydi.
Bu süreçte Türk milleti, bağımsızlık ateşiyle adeta yeniden doğarak varını yoğunu bu uğurda feda etmekten çekinmedi.
Bu mücadeleyi somutlaştıran bazı örnekler şunlardır:
- Kadınların Cepheye Katkısı: Anadolu kadınları, cephedeki askerlere mermi taşıyarak, yiyecek hazırlayarak ve yaralılara bakarak zaferin en büyük kahramanlarından oldular.
Elbette bu süreçte, Nene Hatun gibi şahsiyetlerin mücadelesi de “büyük bir ilham kaynağı” oldu.
Kadınlar cephedeki askerlere mühimmat, erzak ve giyecek taşıyarak büyük fedakârlıklar gösterdi.
Şerife Bacı gibi sembolleşen kahramanlar, bu mücadelenin ne kadar zorlu ve özverili olduğunu gözler önüne serdi.
- Çocukların ve Gençlerin Rolü: 12-13 yaşındaki çocuklar bile cephede görev aldı.
Örneğin, Nezahet Onbaşı gibi çocuklar, babalarının yanında savaşarak destanlar yazdı.
Gençler ve hatta çocuklar, cepheye mühimmat taşımaktan, haberleşmeye kadar birçok görevde yer alarak direnişe destek oldular.
Bu süreçte, okullar tatil edilerek öğrenciler cephedeki ihtiyaçları karşılamak için çalışmalara katıldı.
- Halkın Seferberliği: Köylerden şehirlere, her yaştan insan cepheye erzak ve giyecek sağlamak için varını yoğunu ortaya koydu.
Evindeki yiyeceklerden giyeceklere, hayvanlarına kadar her şey ordu için seferber edildi.
Çiftçiler, mahsullerini orduya bağışladı; tüccarlar, ellerindeki olanakları seferber etti.
Halk, elindeki tüm olanaklarını orduya bağışladı.
Bu durum, “Sakarya Meydan Muharebesi” öncesi çıkarılan Tekâlif-i Milliye (Millî Yükümlülükler) Emirleri ile de resmîleşti.
Bu dayanışma ve fedakârlık, Türk milletinin bağımsızlığa ne kadar susadığının bir göstergesiydi.
Bu nedenle 30 Ağustos, sadece askeri bir zafer değil, bir milletin “özgürlük ve bağımsızlık” aşkının tüm dünyaya ilanıdır.
Ç)  Türk Kurtuluş Savaşında kimler askere alınmıştır?
Türk Kurtuluş Savaşı, sadece düzenli ordunun değil, aynı zamanda tüm Türk halkının “topyekûn katıldığı” bir mücadeleydi.
Bu savaş, cephede yer alan askerlerden cephe gerisindeki sivil halka kadar geniş bir kesimi kapsıyordu.
Düzenli Ordu ve Seferberlik
Savaşın en önemli unsuru, Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde kurulan “Düzenli Ordu” idi.
Bu ordunun askerleri, çeşitli kaynaklardan sağlanıyordu:
 - Terhis Edilen Osmanlı Askerleri: Mondros Mütarekesi sonrası terhis edilen, ancak silahlarını bırakmak istemeyen eski Osmanlı askerleri, Kurtuluş Savaşı'nın ilk çekirdek kadrosunu oluşturdu.
Bu askerler hem tecrübeleriyle hem de yurtseverlikleriyle “yeni orduya” büyük güç kattı.
 - Gençler ve Halk: Savaş ilerledikçe, 1919'dan itibaren yeni askerlik kanunları çıkarılarak erkek nüfusun askere alınması sağlandı.
Bu dönemde özellikle 1902 ve daha eski doğumlu olan erkekler askerlik görevine çağrıldı.
İnsanlar, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için “gönüllü” olarak da askere yazıldı.
 - Yedek Subaylar: Lise ve üniversite mezunları, yedek subay yetiştirme merkezlerinde eğitim görerek subay ihtiyacını karşıladılar.
Cephe Gerisinde Sivil Katılım
Kurtuluş Savaşı'nın en büyük özelliklerinden biri, cephe gerisindeki sivil halkın inanılmaz desteğiydi.
Askeri bir zorunluluk olmasa da, kadın, erkek, genç, yaşlı her yaştan insan bu savaşa etken olarak katıldı:
Kuvâ-yi Milliye ve Sivil Halk
Düzenli ordu kurulmadan önce, işgale karşı direnişi Kuvâ-yi Milliye birlikleri üstlendi.
Bu düzensiz birlikler, yerel halktan oluşan gönüllülerdi.
Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe ve Yörük Ali Efe gibi Kuvâ-yi Milliye liderleri ve onların emrindeki gönüllüler, düşman kuvvetlerine karşı “direnişin sembolü” haline geldi.
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında, işgalci güçlere karşı Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yerel direnişi başlatan ve yürüten Kuvâ-yi Milliye birliklerinin öne çıkan liderleri şunlardır:
Kuvâ-yi Milliye'nin Öncü Liderleri
Bu liderler ve onların öncülük ettiği Kuvâ-yi Milliye birlikleri, düşmanın ilerleyişini yavaşlatarak ve halkın direniş ruhunu canlı tutarak, Düzenli Ordu'nun kurulması için zaman kazandırmış ve Kurtuluş Savaşı'nın seyrini değiştirmiştir.
Bu liderlerin mücadelesi, Kurtuluş Savaşı'nın seyrini olumlu etkilemiştir.
-Çerkez Ethem: Batı Anadolu'da etkin olan en güçlü Kuvâ-yi Milliye liderlerinden biridir.
Yunan işgaline karşı yaptığı direnişle tanınır.
Gediz Muharebeleri'nde önemli rol oynadıktan sonra, düzenli orduya katılmayı reddetmesi ve isyan etmesi nedeniyle daha sonraki süreçte tasfiye edilmiştir.
-Demirci Mehmet Efe: Aydın ve çevresinde işgale karşı direnişi başlatan Kuvâ-yi Milliye liderlerinden biridir. Yörük Ali Efe ile birlikte, bu bölgedeki Yunan ilerleyişini bir süre durdurmayı başarmıştır.
-Yörük Ali Efe: Aydın ve çevresinde Demirci Mehmet Efe ile birlikte hareket eden ve özellikle Germencik cephesinde gösterdiği başarılarla tanınan bir Kuva-yi Milliye lideridir.
Düzenli ordu kurulduktan sonra emrindeki birliklerle orduya katılarak mücadeleye devam etmiştir.
-Sütçü İmam: Maraş'ta Fransız işgaline karşı ilk direniş kıvılcımını yakan ve halk direnişinin sembolü haline gelen kahramandır.
-Ali Saip Ursavaş: Urfa'da Fransız işgaline karşı verilen direnişin en önemli liderlerinden biridir.
Urfa Kuva-yi Milliye'sini örgütleyerek şehrin işgalden kurtarılmasında büyük rol oynamıştır.
-İbrahim Çolak: Batı cephesinde Yunan işgaline karşı mücadele eden önemli Kuva-yi Milliye komutanlarından biridir.
Gediz Muharebeleri'ne katılmış ve düzenli orduya katılarak mücadelesine devam etmiştir.
ÖZETLE:
.  Kurtuluş Savaşı'nda askere alınanlar sadece cephedeki askerler değil, aynı zamanda topyekûn bir milletin bağımsızlık ve hürriyet mücadelesi için seferber olan tüm fertleriydi.
.  Bu savaş, bir ordu ve milletin var olma mücadelesinin en çarpıcı örneği oldu.
.  30 Ağustos Zaferi'nin önemi, sadece askeri bir başarıdan ibaret değildir; aynı zamanda bağımsızlık, egemenlik ve modern Türkiye'nin temellerinin atılması gibi “evrensel değerleri” temsil eder.
.   Bu “topyekûn mücadele ruhu”, günümüz toplumları için hangi dersleri barındırıyor? Bize ne gibi fikir ve örnekler verebilir?
.  30 Ağustos Zaferi tüm yurttaşlarımıza kutlu olsun, gururu ve övünç kaynağı olarak yurtseverlik bilincimizi geliştirsin.
.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.30, G.
.    (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.         YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

...

26 Ağustos 2025 Salı

BÜYÜK TAARRUZ

  Büyük Taarruz Neden Önemlidir?

Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın en önemli dönüm noktalarından biridir ve Türk tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir.

26 Ağustos 1922 - Büyük Taarruz'un Başlangıcı:

Türk Kurtuluş Savaşı'nın son aşaması olan “Büyük Taarruz” 26 Ağustos 1922'de başladı.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki Türk ordusu, işgalci Yunan kuvvetlerine karşı ani ve etkili bir saldırı başlattı.

Bu taarruz, 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşuyla sonuçlandı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin “kurulmasına giden” yolu açtı

Bu taarruzun önemini birkaç başlık altında inceleyebiliriz:

Kurtuluş Savaşı'nın Son Harekâtı

Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı'nın askerî anlamda son ve en büyük harekâtıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün "Ya istiklal ya ölüm" parolasıyla başlatılan bu harekât, Anadolu'daki işgalci güçlerin “kesin olarak yenilgiye” uğratılmasını sağlamıştır.

Bu zafer olmadan, “bağımsız bir Türk devletinin” kurulması mümkün olmazdı.

Türk Ordusunun Zaferi ve Moral Yükselişi

Uzun süren savaşlar ve yokluklar nedeniyle yıpranan Türk ordusu için Büyük Taarruz, “moral ve motivasyon” açısından büyük bir dönüm noktası olmuştur.

“Başkomutanlık Meydan Muharebesi” olarak da bilinen bu zafer, Türk askerinin azim ve kararlılığını tüm dünyaya göstermiştir.

Bu başarı, aynı zamanda halkın orduya olan “güvenini” pekiştirmiştir.

Diplomatik Sonuçları

Büyük Taarruz'un kazanılması, sadece askerî bir zafer değil, aynı zamanda “diplomatik” bir başarıdır.

Savaşın ardından imzalanan “Mudanya Ateşkes Antlaşması” ve daha sonra “Lozan Barış Antlaşması” bu askerî başarı sayesinde mümkün olmuştur.

Büyük Taarruz, Türkiye'nin “uluslararası” alanda “bağımsız bir devlet” olarak tanınmasının kapılarını aralamıştır.

Cumhuriyet'in İlanına Giden Yol

Büyük Taarruz ve ardından gelen zaferler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması için en kritik adımlardan biri olmuştur.

Askerî anlamda kazanılan bu bağımsızlık, “siyasi ve sosyal” alanda yeni bir devletin temellerinin atılmasını sağlamıştır.

9 Eylül'de İzmir'in kurtarılmasıyla birlikte, Türkiye'nin “bağımsızlık” mücadelesi tam anlamıyla başarıya ulaşmış ve ardından Cumhuriyet'in ilanı için uygun zemin hazırlanmıştır.

Büyük Taarruz, Türkiye Cumhuriyeti'nin varoluş mücadelesinin taçlandığı, askerî, diplomatik ve siyasi sonuçları olan bir dönüm noktasıdır.

Bu taarruz, Türk ulusunun “bağımsızlık ve özgürlük” aşkının en somut kanıtlarından biri olarak tarihe geçmiştir.

.    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.26, G.
.             (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.                  YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

24 Ağustos 2025 Pazar

İÇ GÜVENLİK

  Türkİye İçİn "İç güvenlİk" nasıl sağlanır?

.  Türkiye’de iç güvenlik, vatandaşların huzur ve güvenliğini sağlamak, kamu düzenini korumak ve devletin bekasını temin etmek amacıyla çok katmanlı bir yapıyla yürütülür.

.  Bu yapı hem merkezi hem yerel düzeyde faaliyet gösteren kurumları içerir.

.  İşte temel unsurlar:

İç Güvenlikten Sorumlu Kurumlar

-İçişleri Bakanlığı: Türkiye’de iç güvenliğin ana koordinatörüdür. Merkez ve taşra teşkilatlarıyla bu görevi yürütür.

-Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM): Şehirlerde asayiş, trafik, terörle mücadele gibi görevleri üstlenir.

-Jandarma Genel Komutanlığı (JGK): Kırsal bölgelerde güvenliği sağlar.

-Sahil Güvenlik Komutanlığı (SGK): Denizlerde ve kıyı bölgelerinde güvenlikten sorumludur.

-Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT): İç ve dış tehditlere karşı istihbarat toplar ve analiz eder.

   Güvenlİk Stratejİleri ve Yaklaşımlar

-Yeni Kamu Yönetimi Yaklaşımı: İnsan odaklılık, hesap verebilirlik, şeffaflık ve katılımcı demokrasi ilkeleri ön plana çıkmıştır.

-Sivil Denetim Mekanizmaları: Kolluk kuvvetlerinin faaliyetleri, bağımsız sivil denetim birimleri tarafından izlenerek insan hakları ihlallerinin önlenmesi hedeflenir.

-Dijital Güvenlik ve Siber Koruma: Teknolojinin gelişmesiyle birlikte siber tehditlere karşı özel birimler kurulmuştur.

   Uygulanan Polİtİkalar ve Projeler

-İç Güvenlik Stratejileri Dairesi Başkanlığı: İçişleri Bakanlığı bünyesinde faaliyet göstererek güvenlik politikalarının geliştirilmesini sağlar.

-AB Uyum Süreci Projeleri: Avrupa Birliği normlarına uygun sivil denetim ve insan hakları odaklı güvenlik reformları yürütülmektedir.

Öne Çıkan Güvenlik Yaklaşımları

. Türkiye’nin iç güvenlik sistemi, hem geleneksel “kolluk kuvvetleri” hem de “modern yönetim” anlayışlarıyla şekilleniyor.

Bu sistemin hangi yönü daha geliştirilmesi gereken alan olabilir?

-Önleyici Güvenlik: Suç oluşmadan önce tedbir almak

-Toplum Destekli Polislik: Halkla iş birliği içinde güvenlik sağlamak

-Kriz ve Afet Yönetimi: Olağanüstü durumlara hazırlıklı olmak

-Dijital Güvenlik: Siber saldırılara karşı koruma sağlamak

.   İstİhbarat daİrelerİ neler yapar?

İstihbarat, bir ülkenin güvenlik mimarisinin görünmeyen ama en kritik yapı taşıdır.

İstihbarat daireleri, bir ülkenin güvenliğini sağlamak ve tehditleri önceden tespit etmek amacıyla çalışan kritik kurumlardır.

Türkiye gibi jeopolitik olarak hassas bir konumda bulunan ülkelerde istihbaratın önemi daha da büyüktür.

Türkiye’de bu görev başta Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından yürütülür.

İşte bu kurumların temel görevleri:

  İstİhbarat Daİrelerİnİn Temel Görevlerİ    .

1-Bilgi Toplama ve Analiz

İç ve dış tehditlere karşı bilgi toplar.

Toplanan verileri analiz ederek riskleri değerlendirir.

Karar vericilere (devlet yetkilileri) rapor sunar.

2-Terörle Mücadele

Terör örgütlerinin faaliyetlerini izler.

Eylem hazırlıklarını önceden tespit ederek engeller.

Operasyonel destek sağlar.

3-Casusluk ve Karşı Casusluk

Yabancı istihbarat servislerinin faaliyetlerini izler.

Türkiye’ye yönelik casusluk girişimlerini engeller.

Gerekirse diplomatik veya hukuki süreçleri başlatır.

4-Siber İstihbarat

Dijital ortamda tehdit oluşturan unsurları izler.

Siber saldırılara karşı önleyici tedbirler geliştirir.

Kritik altyapıların dijital güvenliğini sağlar.

5-Sinyal ve Teknik İstihbarat

Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimleri teknik araçlarla izler (hukuki izinle).

Sinyal verileri üzerinden analiz yapar.

6-Operasyonel Faaliyetler

Yurt içi ve yurt dışında gizli operasyonlar düzenler.

Rehine kurtarma, ajan takibi, hassas görevler gibi faaliyetler yürütür.

  Türkİye'de Başlıca İstİhbarat Kurumları

İstihbarat daireleri, görünmeyeni görmeye ve duyulmayanı duymaya çalışır.

Onların başarısı, çoğu zaman sessizlikle ölçülür.

Bu kadar gizlilik içinde çalışmak, kamuoyuyla şeffaflık arasında bir denge kurulabilir mi?

-Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT): Ulusal güvenlik, dış istihbarat, terörle mücadele

-Emniyet İstihbarat Dairesi: İç güvenlik, suç önleme, kamu düzeni

-Jandarma İstihbarat. Kırsal bölgelerde güvenlik ve istihbarat

-Sahil Güvenlik İstihbarat: Denizlerde yasa dışı faaliyetlerin takibi

.   İstİhbaratın Ulusal Güvenlİğe Katkıları:

İstihbarat, devletin reflekslerini hızlandıran bir sinir ağı gibidir.

Görünmezdir ama onsuz hiçbir strateji sağlıklı işlemez.

İstihbarat sistemleri yalnızca askeri değil; ekonomi, siyaset ve diplomasi gibi alanlarda da politika üretimine yön verir.

“Stratejik Ortak” platformunda ise istihbarat, “devletin gözüdür” şeklinde tanımlanır; görünmez ama “her şeyi” şekillendirir.

Bu bilgilerle operasyonlar daha etkili ve nokta atışı şeklinde yapılır.

-Tehditleri Önceden Belirleme: İstihbarat birimleri, olası terör saldırıları, casusluk faaliyetleri, sınır ihlalleri gibi tehditleri önceden tespit eder.

Bu sayede devlet, kriz çıkmadan önce önlem alabilir.

-Karar Vericilere Bilgi Sağlama: Devlet yöneticileri, dış politika, savunma ve iç güvenlik kararlarını istihbarat raporlarına dayanarak verir.

Bu bilgiler stratejik planlamanın temelini oluşturur.

-Siber Güvenlik ve Dijital Koruma: Günümüzde siber saldırılar da ulusal güvenliği tehdit ediyor.

İstihbarat birimleri, kritik altyapıları korumak için dijital tehditleri izler ve önler.

-Casusluk ve Karşı Casusluk: Yabancı devletlerin Türkiye’ye yönelik istihbarat faaliyetlerini engellemek için karşı casusluk operasyonları yürütülür.

Bu, devlet sırlarının korunması açısından hayati öneme sahiptir.

-Terörle Mücadele: İstihbarat, terör örgütlerinin yapılanmasını, finans kaynaklarını ve eylem planlarını ortaya çıkarır.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.24, G.
.    (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.         YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

 

YENİDEN GÜÇLENME

.    YENİDEN GÜÇLENME VE YAPILANMA

.   Atatürk ilke ve hedeflerinin, devrimlerin yeniden güçlenmesi ve ülkenin kurtuluşuna hizmet edilebilmesi nasıl sağlanır?

. ATATÜRK ilke ve hedeflerinin, devrimlerin yeniden güçlenmesi ve ülkenin kurtuluşuna hizmet edebilmesi için topyekûn bir seferberlik ve ortak bir vizyon gereklidir.

. Bu, sadece siyasi bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve ekonomik bir dönüşüm meselesidir.

Bu adımlar, yalnızca siyasetçilerin değil, toplumun her kesiminin sahiplenmesi gereken bir vizyonu temsil eder.

Unutulmamalıdır ki, devrimler halkın tamamına ait olduğunda kalıcı olur.

Bu vizyonu bir araya getirecek bir liderlik ve toplumsal mutabakat, yeniden yükselişin anahtarı olabilir.

1-Hukuk Devleti ve Demokrasinin Güçlendirilmesi

ATATÜRK'ün en büyük mirası olan Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir.

Hukukun üstünlüğü ilkesi, yargı bağımsızlığı ve temel insan hakları güvence altına alınmalıdır.

Demokrasinin kuralları işletilmeli, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları, ilkelerin yeniden benimsenmesi için ortak bir zemin bulmalıdır.

2-Ekonomik Bağımsızlığın Kazanılması

Devrimlerin kalıcı olması, güçlü bir ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.

ATATÜRK'ün tam bağımsızlık ilkesi doğrultusunda, yerli ve milli üretimi destekleyen, cari açığı azaltmaya yönelik stratejiler geliştirilmelidir.

Tarım, sanayi ve teknoloji alanında kendi kendine yeten bir ülke olmak, dış güçlerin müdahalelerini en aza indirecektir.

3-Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması

Cumhuriyetin temel değerlerini ve ATATÜRK'ün akılcı, bilimsel düşünceye dayalı eğitim anlayışını benimseyen, eleştirel düşünme becerisini geliştiren bir eğitim sistemi kurulmalıdır.

Tarihimizin, devrimlerimizin ve ilkelerimizin önemi, ezbere dayalı değil, sorgulayan ve anlayan bir yaklaşımla yeni nesillere aktarılmalıdır.

4-Bilim ve Teknolojinin Teşvik Edilmesi

ATATÜRK'ün "hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü, bu sürecin anahtar noktasıdır.

Ülke olarak bilimsel araştırmalara, teknolojik gelişmelere ve inovasyona daha fazla yatırım yapmalıyız.

Beyin göçünü tersine çevirecek politikalar oluşturulmalı ve genç bilim insanlarına ülkemizde kalmaları için uygun ortamlar sunulmalıdır.

5-Kültürel ve Sanatsal Faaliyetlerin Canlandırılması

Cumhuriyet, sadece siyasi değil, kültürel bir devrimdir.

Sanatın, edebiyatın ve bilimin teşvik edilmesi, toplumun modernleşme sürecine katkı sağlayacaktır.

Medya ve sanat, ilkelerin ve hedeflerin halka doğru bir şekilde anlatılması için bir araç olarak kullanılabilir.

   Mİllİ ekonomİ ve İktİsat nasıl olmalı?

. Milli ekonomi, bir ülkenin sadece zenginleşmesini değil, aynı zamanda “bağımsızlığını, onurunu ve geleceğini güvence” altına almasını sağlar.

Bu yüzden, ekonomik kararlar alınırken her zaman ülkenin “kendi çıkarları” ve “uzun vadeli hedefleri” ön planda tutulmalıdır.

Milli ekonomi ve iktisat, bir ülkenin kendi kaynaklarını, potansiyelini ve hedeflerini esas alarak, “tam bağımsızlık” ve “sürdürülebilir kalkınma” için oluşturduğu ekonomik yapıdır.

Bu, yalnızca “üretimden” ibaret olmayıp, aynı zamanda “sosyal adaleti, adil gelir dağılımını” ve “ulusal egemenliği” de içine alan bütüncül bir yaklaşımdır.

Milli Ekonomi ve İktisadın Temel İlkeleri

Milli ekonomi, birkaç temel ilke üzerine kurulur:

a)Tam Bağımsızlık ve Egemenlik: Bir ülkenin ekonomik kararlarını dış güçlerin, uluslararası kuruluşların veya küresel şirketlerin baskısı altında kalmadan alabilmesidir.

Dış borçlardan kurtulmak gerekir.

Bu, yalnızca borçlanma politikalarıyla değil, aynı zamanda dış ticaretteki “bağımlılıkları azaltarak” sağlanır.

b)Yerli ve Milli Üretim: Hammaddeden sonuç ürüne kadar olan süreçte “yerli kaynakların”, “emeğin ve bilginin” kullanılmasıdır.

Bu, kritik sektörlerde “dışa bağımlılığı azaltır”, “istihdam yaratır” ve “teknolojik gelişmeyi” özendirir.

c)Adil Gelir Dağılımı: Toplumun her kesiminin refahtan adil bir şekilde pay almasıdır.

Bu, sadece ekonomik büyüme oranlarıyla değil, aynı zamanda vergi politikaları, sosyal güvenlik sistemleri ve eğitim-sağlık hizmetlerine erişimle sağlanır.

ç)Sürdürülebilirlik: Milli ekonominin sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de düşünerek planlanmasıdır. Bu, doğal kaynakların korunması, çevre bilincinin artırılması ve ekolojik dengenin gözetilmesini içerir.

d)Stratejik Sektörlerin Korunması: Savunma sanayi, enerji, gıda ve teknoloji gibi stratejik öneme sahip sektörlerde dışa bağımlılığın minimuma indirilmesidir.

Bu sektörler, “ulusal güvenliğin” ve “ekonomik istikrarın” temelini oluşturur.

   Milli Ekonomi İçin Neler Yapılmalı?

Milli ekonomi, bir ülkenin sadece zenginleşmesini değil, aynı zamanda bağımsızlığını, onurunu ve geleceğini güvence altına almasını sağlar.

Bu yüzden, ekonomik kararlar alınırken her zaman ülkenin kendi menfaatleri ve uzun vadeli hedefleri ön planda tutulmalıdır.

Milli ekonomiyi kurmak ve güçlendirmek için atılması gereken adımlar şunlardır:

1-Eğitim ve İnovasyona Yatırım: “Nitelikli iş gücü” yetiştirmek ve kendi teknolojimizi üretebilmek için eğitime ve Ar-Ge faaliyetlerine büyük önem verilmelidir.

2-İhracatı Artıracak Politikalar: Sadece hammadde değil, yüksek katma değerli ürünlerin ihracatına odaklanılmalıdır.

Bunun için üreticiler desteklenmeli ve yeni pazarlar bulunmalıdır.

3-Döviz Piyasasının Kontrolü: Spekülatif hareketlere karşı önlemler alınarak, ulusal para biriminin istikrarı korunmalıdır.

4-Tarımsal Üretimin Güçlendirilmesi: Gıda güvenliği için tarımsal üretim desteklenmeli, çiftçiler teşvik edilmeli ve modern tarım teknikleri yaygınlaştırılmalıdır.

Tarım ve hayvancılıkta üretim artırılarak, dışarıdan almaların önü kesilmelidir.

   Dış borçlardan kurtulmak:

Dış borçlardan kurtulmak, bir ülkenin ekonomik bağımsızlığı ve sürdürülebilir kalkınması için hayati önem taşır.

Bu, sadece borçları ödemekten ibaret değil, aynı zamanda borçlanma mekanizmalarını ve ülkenin ekonomik yapısını kökten değiştiren kapsamlı bir strateji gerektirir.

Dış borçlardan kurtulmak, sadece ekonomik bir hedef değil, aynı zamanda ulusal onurun ve bağımsızlığın da bir simgesidir.

Bu yolda atılacak her adım, ülkenin geleceğini aydınlatır.

Dış Borçlardan Kurtulmak İçin Atılması Gereken Adımlar

Dış borç sorununu çözmek için atılacak adımlar, kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki ana kategoriye ayrılabilir.

1-Gelirleri Artırmak ve Giderleri Kısmi Olarak Azaltmak

-İhracata Odaklanmak: Dış ticaret açığını kapatmanın ve döviz girdisini artırmanın en etkili yolu ihracattır. İhracatın artırılması için yüksek katma değerli ürünler üretilmeli ve yeni pazarlar bulunmalıdır.

-Katma Değerli Üretim: Ülkenin sadece hammadde değil, teknoloji ve inovasyon içeren ürünler üretmesi, ihracat gelirlerini katlayarak artırır.

-Turizmi Geliştirmek: Turizm, döviz girdisi sağlayan en hızlı yollardan biridir.

Yalnızca deniz-kum-güneş turizmine bağlı kalmayıp, “sağlık, kültür ve kongre” turizmi gibi alanlar da geliştirilmelidir.

2-Yerli ve Milli Üretimi Teşvik Etmek

-İthalatı Azaltmak: Dışarıdan alınan malların yerli üretimle ikame edilmesi, dövizlerin ülke içinde kalmasını sağlar.

Tarım, enerji ve teknoloji gibi stratejik sektörlerde dışa bağımlılık mutlaka azaltılmalıdır.

-Destek Mekanizmaları: Yerli üreticilere finansal destekler, vergi indirimleri ve teşvikler sağlanmalıdır.

3. Adil ve Güçlü Bir Maliye Politikası Uygulamak

-Vergi Adaletini Sağlamak: Vergi gelirlerini artırmak için vergi kaçakçılığıyla mücadele edilmeli ve vergi yükü adil bir şekilde dağıtılmalıdır.

-Harcamalarda Şeffaflık: Kamu harcamalarında israftan kaçınılmalı ve şeffaf bir bütçe yönetimi benimsenmelidir. Lüks ve gereksiz harcamalar kısılmalıdır.

4. Ekonomik Bağımsızlığı Siyasi Bağımsızlıktan Ayırmamak

-Ulusal Çıkarları Koruyan Anlaşmalar: Uluslararası anlaşmalar yapılırken ülkenin uzun vadeli çıkarları göz önünde bulundurulmalı, kısa vadeli kazançlar için geleceğin riske atılmasından kaçınılmalıdır.

-Spekülasyonla Mücadele: Döviz kuru ve faiz oranları üzerindeki spekülatif saldırılara karşı etkin önlemler alınmalıdır.

   Çözüm İçin Yol Haritası

Bu olumsuz gidişatı tersine çevirmek ve ülkenin kurtuluşuna hizmet edebilmek için ATATÜRK'ün ilke ve hedeflerine dönmek elzemdir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin bugün karşı karşıya olduğu sorunların çözümü, geçmişin mirasını doğru anlamaktan ve ATATÜRK'ün gösterdiği yolda, akıl ve bilimle ilerlemekten geçmektedir.

Bu dönüşüm, aşağıdaki adımlarla sağlanabilir:

-Hukuk ve Demokrasi: Hukukun üstünlüğüne dayalı, yargı bağımsızlığını güvence altına alan ve demokratik kurumları güçlendiren bir yapı… Hukuk devleti tüm kural, ilke ve kurumlarıyla işler duruma getirilmelidir.

-Eğitim: Akılcı, bilimsel ve sorgulayıcı bir eğitim sisteminin yeniden inşası.

-Ekonomi: Yerli ve milli üretime dayalı, dış borçlardan arınmış, tam bağımsız bir milli ekonomi modeli.

.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.24, G.
.         (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.           YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:


23 Ağustos 2025 Cumartesi

SATHI MÜDAFAA

.   Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır

.   "Hattı müdafaa yoktur; sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır," sözü, Mustafa Kemal Atatürk'ün “Sakarya Meydan Muharebesi” sırasında orduya verdiği emrin bir parçasıdır.

26 Ağustos 1921'de başlayan Sakarya Meydan Muharebesi sırasında söylenmiştir.

Bu söz, sadece askeri bir taktikten ibaret olmayıp, derin felsefi ve stratejik bir anlam taşır.

Bu emir, muharebenin en kritik anlarından birinde, 10 Eylül 1921'de, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmiştir.

Yunan ordusunun savunma hattını yarması üzerine, Türk ordusu geri çekilmeye başlamıştı.

İşte bu kritik anda, Atatürk, ordunun düzenini yeniden sağlamak ve moralini yükseltmek için bu tarihi emri yayımladı.

Bu taktik sayesinde, geri çekilen birlikler belirli bir hattan vazgeçerek, “daha geniş bir alanda” tutunma ve düşmanı yıpratma stratejisi izlemiştir.

Bu emir, savaşın seyrini tamamen değiştirmiştir.

Sözün Askeri Anlamı

- Hattı Müdafaa Yoktur: Klasik askeri stratejide, ordular belirli bir savunma hattı (siperler, mevziler) oluşturur ve düşmanın o hattı geçmesini engellemeye çalışır.

Eğer bu hat yarılırsa, ordunun düzeni bozulur ve geri çekilmek zorunda kalır.

Atatürk, bu eski ve pasif savunma taktiğinin “yetersiz” olduğunu belirtir.

- Sathı Müdafaa Vardır: Bu, düşmanın belirli bir noktadan durdurulması yerine, geniş bir alanda, yani "satıhta" (yüzeyde) savunma yapılması anlamına gelir.

Bu taktik, düşman ilerlese bile, “her karış toprakta, her tepede ve her köyde” direnişle karşılaşmasını sağlar. Düşman gücü, bu geniş alandaki sürekli direnişlerle parçalanır, zayıflatılır ve sonunda tükenir.

Sözün Vatan Anlamı

Sözün en önemli kısmı "O satıh bütün vatandır" ifadesidir.

Bu, savunmanın yalnızca “cephedeki askerlerin” görevi olmadığını, vatanın “her karış toprağının” ve “her bireyinin” savunmaya dahil olduğunu vurgular.

- Ulusal Birlik ve Beraberlik: Bu sözle, savaşın sadece ordunun sorumluluğunda olmadığı, tüm milletin topyekûn bir direniş göstermesi gerektiği mesajı verilir.

Herkesin “vatanını savunma bilinciyle” hareket etmesi istenir.

- Vazgeçmeme ve İnanma: Düşman bir yeri ele geçirse bile, bu durumun bir yenilgi anlamına gelmediğini, çünkü vatanın tamamının savunulması gereken bir satıh olduğunu belirtir.

Bu, moral ve motivasyonu yüksek tutarak, asla vazgeçmemeyi ve zafere olan inancı pekiştirmeyi amaçlar.

Bu tarihi emir, Türk Kurtuluş Savaşı'nın seyrini değiştirmiş ve Sakarya'daki direnişin ardından ordunun taarruza geçerek düşmanı tamamen yurttan atmasını sağlamıştır.

Bu nedenle, söz hem “askeri dehanın” hem de “ulusal bilincin” en önemli sembollerinden biri haline gelmiştir.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.23, G.
.     (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.          YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
 

 

8 Ağustos 2025 Cuma

Türk Milleti

 .  “Türk Mİlletİ” denİLmelİdİr.

"CHP'nin 'millet' yerine 'Türk Milleti' ifadesini kullanması gerektiği" yönündeki düşünce, Türkiye'nin siyasi ve anayasal yapısı içindeki terminoloji tartışmalarını yansıtan önemli bir konudur.

Bu konuyu değerlendirmek için hem siyasi söylemin hem de hukuki metinlerin arka planına bakmak yararlı olabilir.

Anayasal Vurgu ve Kapsayıcılık

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 6. maddesi, "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir." derken, bu ilkeyi bir sonraki cümleyle detaylandırır:

- "Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır." Anayasanın 66. maddesi ise

-"Türk Devletine “yurttaşlık bağı” ile bağlı olan herkes Türktür" diyerek, yurttaşlığı etnik köken veya inançtan “bağımsız” olarak tanımlayan kapsayıcı bir yaklaşım benimser.

Bu bağlamda, "Türk Milleti" ifadesi, “anayasal” bir terim olarak, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tamamını kucaklayan bir üst kimliği ifade eder.

CHP'nin kurucu değerlerinde yer alan “milliyetçilik” ilkesi de bu anlayışa dayanır ve tek parti döneminden itibaren bu kapsayıcı yaklaşımı benimsemiştir.

Siyasi Söylem ve Toplumsal Algı

Siyasette kullanılan dilin, halktaki yansımaları ve algıları büyük önem taşır.

"Millet" sözcüğü, genel olarak tüm yurttaşları ifade etmek için kullanılsa da, bazı durumlarda bu terimin "Türk" kimliğine vurgu yapan daha net bir ifadeyle desteklenmesi gerektiği düşüncesi ortaya çıkabilmektedir.

"Türk Milleti" ifadesinin kullanılması, partinin köklerine ve “Atatürk'ün milliyetçilik” ilkesine bağlılığının altını çizerken, aynı zamanda bu kimliğin “birleştirici ve bütünleştirici” niteliğini hatırlatabilir.

Bu, farklı siyasi görüşlerden yurttaşların “ortak” bir paydada buluşmasına hizmet edebilir.

CHP'nin ve diğer siyasi partilerin bu konuda hangi terimi seçeceği, hem siyasi duruşlarını hem de toplumsal birlik ve beraberlik mesajlarını nasıl kurguladıklarını gösterir.

Her iki ifadenin de farklı bağlamlarda geçerliliği olmakla birlikte, anayasal tanım ve kurucu ilkeler göz önüne alındığında "Türk Milleti" ifadesi “daha açık” bir çerçeve sunabilir.

Atatürkçü, demokrat ve yurtsever bir kesimden bakıldığında "millet" yerine "Türk Milleti" ifadesinin kullanılması gerektiği yönündeki görüş, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ilkeleriyle “güçlü” bir şekilde ilişkilidir.

Bu görüşün temelinde yatan ana nedenler şunlardır:

1-Anayasal Temel:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yurttaşlık kimliğini "Türk" tanımına dayandırır.

Anayasa'nın 66. maddesi, "Türk Devletine yurttaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür" diyerek bu bağı net bir şekilde ortaya koyar.

Bu nedenle "Türk Milleti" ifadesi, etnik veya dini bir vurgu olmaksızın, ortak yurttaşlık bağıyla birleşen tüm bireyleri kapsayan bir üst kimlik olarak kabul edilir.

2-Kurucu İradenin Vurgusu:

Mustafa Kemal Atatürk'ün milliyetçilik ilkesi de bu "kapsayıcı yurttaşlık" anlayışına dayanır.

Bu ilkeye göre "Türk Milleti," dil, kültür ve ortak kader birliğiyle bir araya gelmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ifade eder.

Dolayısıyla "Türk Milleti" demek, bu “kurucu ilkelere” ve “anayasal ruha” olan bağlılığı ifade etmenin bir yolu olarak görülebilir.

3-Bütünleştirici Kimlik:

"Türk Milleti" terimi, Türkiye'deki farklı “etnik ve kültürel” grupların “ortak bir kimlik” altında birleşmesini sağlayan birleştirici bir unsur olarak da değerlendirilir.

Bu yaklaşım, "yurtsever" kimliğin, belirli bir etnik kökenden ziyade, Türkiye Cumhuriyeti'ne “aidiyet ve ortak gelecek” ülküsü üzerinden tanımlanmasını sağlar.

Bu açıdan, "millet" kelimesi daha genel bir anlam taşısa da, "Türk Milleti" ifadesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesine ve anayasal düzenine yapılan daha “güçlü” ve özel bir atıf olarak kabul edilmektedir.

.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.07, G.
.      (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.           YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:


3 Ağustos 2025 Pazar

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Bu sözden neler anlamalıyız?

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ait, derin anlamlar taşıyan bir ifadedir.

Bu sözü anlamak için hem tarihsel bağlamına hem de içerdiği “temel fikirlere” bakmak gerekir.

Sözün Anlamı ve İçerdiği Fikirler

Bu söz, genellikle ırkçı bir söylem olarak yanlış yorumlanabilse de, aslında ulusal birliği ve vatandaşlık bilincini vurgulayan kapsayıcı bir ifadedir.

Sözün temel anlamı şunlardır:

-Yurttaşlık Bilinci:

Atatürk, bu sözle etnik kökeni ne olursa olsun, kendini Türk milletinin bir ferdi olarak hisseden, bu devlete ve millete bağlılık duyan herkesi kasteder.

Burada "Türk olmak," bir ırkın mensubu olmaktan ziyade, ortak bir kültürü, tarihi ve vatan sevgisini paylaşan bir topluluğun parçası olmak anlamına gelir.

Dolayısıyla, farklı etnik kökenlerden gelen yurttaşları kapsayan, birleştirici bir milliyetçilik anlayışını yansıtır.

-Onur ve Mutluluk Duygusu:

"Ne mutlu" ifadesi, Türk milletinin bir parçası olmanın getirdiği onur, gurur ve mutluluğu ifade eder.

Bu, ülkenin geçmişteki başarılarından ve gelecekteki hedeflerinden duyulan ortak bir gururu simgeler.

-Birlik ve Beraberlik:

Söz, Türkiye'de yaşayan tüm insanların ortak bir kimlik etrafında birleşerek güçlü bir millet oluşturması fikrini pekiştirir.

Bu, farklılıkları bir kenara bırakıp ortak hedeflere odaklanma çağrısıdır.

Bu Sözden Neler Anlamalıyız?

Bu ifadeden çıkarmamız gereken en önemli dersler şunlardır:

-Kapsayıcı Bir Ulus Anlayışı:

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, dar ve dışlayıcı bir milliyetçilik anlayışını değil, vatandaşlık temeline dayanan, kapsayıcı ve birleştirici bir ulus anlayışını ifade eder.

Bu, kendisini bu milletin bir parçası olarak gören herkese açık bir çağrıdır.

-Sorumluluk ve Sadakat:

Bu söz, sadece bir aidiyet beyanı değil, aynı zamanda bu millete ve devlete karşı duyulan sorumluluk ve sadakati de içerir.

Yurttaş olmanın getirdiği hakların yanı sıra, ülkesine karşı görevlerini yerine getirme bilincini de vurgular.

-Modern Bir Ulus İnşası:

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok uluslu yapısından modern bir ulus devlete geçiş sürecinde, tüm vatandaşları ortak bir çatı altında toplamayı hedeflemiştir.

Bu söz, bu “modern ulus” inşasının temel taşlarından biridir.

Özetle, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, etnik kökene bakılmaksızın, ortak bir vatan ve gelecek idealine bağlılık duyan tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak kimliğini vurgulayan, onur verici ve birleştirici bir ifadedir.

Millet, aynı ulusal kültüre bağlı insanların meydana getirdiği sosyal topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birlikte bağlı olan insanların oluşturduğu sosyal varlıktır.

“Türklerin övünülecek tarihleri vardır. Ancak tarih bilirseniz o zaman “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganının mânâsı olur.” (Halil İnalcık)

’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözleri, çok zor koşullarda “Millî Mücadele”yi veren ve Kurtuluş Savaşını yapan cumhuriyet kuşağını kutlamak amacıyla ve geleceğe daha da güvenle bakılması için söylenmiş sözlerdir.

Millî birlik ve beraberliğin simgesidir.

Ayrışma ve kutuplaşmanın ise tam bir panzehiridir.

Bu sözlerden bir ırkın bir başka ırkı ezmesi veya tahakkümü altına alması anlamı “asla çıkarılamaz”, çıkarılmamalıdır. 

Böyle bir anlam çıkarılmasına da izin verilmemelidir; bunu ırkçılık olarak anlamak isteyenler kendileri bölücülük yapmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘’Türk’’ kavramını, “ırk” anlamından çok sosyolojik bir gelişme olarak tanımlamıştır.

Bununla birlikte ’’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözünün asıl amacı, milletleşme yani “uluslaşma gereğini” hatırlatmak ve ortaya koymaktır.

Bu sözler, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden doğan “yeni bir Türk Devletini” tüm dünyaya haykıran ve müjdeleyen sözlerdir.

Bu sözlerle  millet, yurt ve  yurttaşlık kavramlarının birleştirilmesi ve  bütünleştirilmesi hedeflenmiştir. Yüce Atatürk’ün Nutuk’ta da belirttiği gibi ”Asıl olan iç cephedir. İç cephe  bütün bir milletin oluşturduğu  cephedir.  Bir milleti temelinden sarsan, yok eden, yıkan ve tarih sahnesinden silen, iç cephenin çökmesidir.”

Bu nedenle  Türklerin bir millet olarak  tarih sahnesinde yer almasının temeli, ’’Ne Mutlu Türküm Diyene’’   sözleriyle atılmıştır.

Bu sözleri, esasında yeni kurulan T.C. Devletinin devamlılığı ve sonsuzluğa değin korunması için söylenmiş sözler olarak da anlamak ve değerlendirmek olasıdır.

’Türk Milleti’’ kavramı, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Çeçen, Arap, Zaza, Süryani gibi bütün etnik topluluklar ile, Rum, Ermeni, Yahudi gibi “gayrı müslüm” azınlıkları kucaklayan bir kavramdır.

Bu çeşitli etnik topluluk ve azınlıkları birleştiren ortak bağ olan yurttaşlıktır. 

‘‘Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözleri bu bağlamda da değerlendirilmelidir. 

Burada düşünülmesi gereken şey, hiçbir ayırım yapmadan Türkiye’de ki tüm “etnik toplulukları” kucaklayan ‘’Yurttaşlık Bilincinin’’ geliştirilmesi ve bu bilincin yerleştirilmesi olmalıdır.

Bunun karşısında durmak isteyecek olanların ideolojik yapıları üzerinde dikkatlice durmak gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulusal sınırları içerisinde bir “ulus devlet”, “bir üniter devlettir” ve asla bölünmelere ve ayrıştırıcılığa izin verilmemelidir.

Bugün çok iyi anlaşılmalıdır ki “global güç odakları”, emperyalizm Türkiye üzerinde her zamankinden çok daha yoğun planlar ve tuzaklar uygulamaktadır ve tüm yurtseverlerin, milletimizin buna karşı uyanık olması ve mücadele etmesi gerekir.

.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.03, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

Atatürkçü Yurtsever

 . Atatürkçü yurtsever

“Çağdaş, uygar, yurtsever, Atatürkçü, ilerici” bireyler nasıl bir yaşama ve çalışma biçimi içinde olmalıdır, neler ile ilgilenmelidir?

Çağdaş, uygar, yurtsever ve Atatürkçü bireylerin yaşam ve çalışma biçimleri, Atatürk'ün ilke ve devrimleri (inkılapları), fikirleri doğrultusunda biçimlenir.

Bu yaşam biçimi; akıl ve bilimi rehber almayı, sürekli öğrenmeyi, topluma katkı sağlamayı ve yurt sevgisini temel alır.

Ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını, birlik ve bütünlüğünü korur.

Her türlü teröre ve terörden yana olana karşıdır.

Kendi özgür iradesine sahip, çıkar ve korur.

Global çıkar odaklarının girişimlerine ve onların tuzaklarına karşı uyanık olur.

Yaşam Biçimi ve Kişisel Gelişim

-Bilime ve Akla Öncelik Vermek:

Her türlü kararı ve inancı “bilimsel” veriler ve “mantık” süzgecinden geçirerek almak, dogmatik düşüncelerden uzak durmak gerekir.

Sürekli okumak, araştırmak ve “sorgulamak” bu yaşam biçiminin ayrılmaz bir parçasıdır.

-Sanata ve Kültüre Değer Vermek:

Sanat, bir toplumun ilerlemesinde ve bireylerin ruhsal gelişiminde önemli bir rol oynar.

Müzik, resim, tiyatro, yazın.. gibi alanlarla ilgilenmek ve kültürel etkinliklere katılmak, fikir dünyasını zenginleştirir ve yaratıcılığı artırır.

-Evrensel Değerleri Benimsemek:

İnsan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve barışa saygı duymak, çağdaş bir bireyin olmazsa olmazıdır.

Kendi kültürünü, öz değerlerini koruyup, geliştirmelidir.

Evrensel değerleri ve çağdaş hukuku savunmak önemlidir.

-Spor Yapmak ve Sağlıklı Kalmak:

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ilkesi, sağlıklı bir yaşamın önemini vurgular.

Düzenli spor yapmak, bedensel ve zihinsel olarak zinde kalmaya yardımcı olur.

Çalışma Biçimi ve Toplumsal Katkı

-Eleştirel Düşünme ve Fikrini Beyan Etme:

Toplumsal sorunlara duyarlı olmak ve bu sorunlara çözüm önerileri getirmek için inceleme ve araştırmalarda bulunur, fikir edinir, kendisini ve halkını geliştirmek, aydınlatmak için emek ve çaba harcar.

Yapıcı eleştirilerle ve fikirlerle tartışmalara katılmak ister, toplumun daha iyiye gitmesi için bir sorumluluk taşır.

-Mesleki Yetkinlik ve Disiplin:

Seçilen meslekte en iyi olmaya çalışır “sürekli” eğitim alarak kendini geliştirmek ve işini severek, disiplinli bir şekilde yapmak ister.

Üretkenlik ve verimlilik, bireyin kendi gelişimine olduğu kadar, ülkenin kalkınmasına da katkı sağlar, diye düşünerek davranır.

-Topluma Hizmet Etmek:

Yalnızca kendi çıkarını düşünmek yerine, toplumun yararına olacak projelere dahil olmak, sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmak ve çevresine faydalı olmak ister; gayret gösterir; bunların yurtsever bir bireyin görevi olduğu bilincindedir.

-Adaletli ve Etik Olmak:

İş yaşamında ve toplumsal ilişkilerde dürüstlükten ve adaletten ayrılmamak, etik değerlere bağlı kalmak esastır, diye düşünür ve öyle davranır.

Haksızlıklara karşı durmak ve doğru olanı savunmak, çağdaş bir duruşun göstergesidir.

Özetle

Çağdaş ve Atatürkçü bir birey, yalnızca kendini geliştirmekle kalmayıp, aynı zamanda bu birikimi “toplumun iyiliği” için kullanan, sorgulayan, üreten ve yurduna yararlı olmaya çalışan kişidir.

Türkiye’nin her koşulu ve ilkesi ile, kurumu ile tam bir hukuk devleti olması gerektiğine inanır.

Bu bireylerin yaşam tarzı, Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözünün somut bir yansımasıdır.

Özellikle zamanını ve kişisel değerlerini topluma ve ülkesine yararlı olabilecek biçimde kullanır.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.02, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

ATATÜRK’ü ANLAMAK

  .   ATATÜRK’ü ANLAMAK    . .  TÜRK milletinden olan, yurttaşımız olan ama ne yazık ki ne Atatürk'ün değerini, ne de onun başarılarını,...