15 Eylül 2025 Pazartesi

ATATÜRK SONRASI

     ATATÜRK SONRASI       .

Cumhuriyetin kazanımı olan birçok kurum ülkemizi “çağdaş uygarlık yolundaki hedeflerimize” götürmek için vardır.

Ne yazık ki bu kurumların bazıları ve bazı sistemler ne yazık ki son yıllarda ya yok edildi ya da değiştirildi.

Bu yanlış uygulamaları kimler ve neden yaptı?

A) Cumhuriyet kazanımı olanlardan hangileri satıldı veya yok edildi?

Tarihsel süreçte cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte oluşturulan ve kamu yararı gözetilerek hizmet veren bazı kurumlar, zaman içinde farklı gerekçelerle özelleştirildi veya işlevleri değiştirildi.

Bu durum, farklı siyasi ve ekonomik yaklaşımların sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Aşağıda, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kurulan ve sonradan özelleştirilen veya işlevleri değiştirilen bazı önemli kurum ve kuruluşlara örnekler verilmiştir:

1-Özelleştirilen veya Yapısı Değiştirilen Önemli Kurumlar

a-Sümerbank: Türkiye'nin ilk sanayi kalkınma bankalarından biri olarak tekstil, dokuma ve deri sanayii alanında önemli rol oynadı. Daha sonra özelleştirme kararıyla varlıkları satıldı ve bankacılık faaliyetleri durduruldu.

b-Etibank: Madencilik, enerji ve sanayi sektörlerine finansman sağlamak amacıyla kuruldu. 1990'ların sonlarında özelleştirme sürecine dahil oldu ve bankacılık lisansı iptal edildi.

c-TÜPRAŞ (Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş.): Türkiye'nin en büyük sanayi kuruluşlarından biriydi ve petrol rafinasyonunda tekel konumundaydı. Özelleştirme sonrası hisselerinin büyük bir kısmı özel bir şirkete devredildi.

ç-TEKEL: Tütün, tütün mamulleri ve alkollü içeceklerin üretim ve satışını tekelinde tutan bir kamu kuruluşu olarak faaliyet gösteriyordu. Bölünerek farklı parçaları özelleştirildi ve sigara üretimi yabancı firmalara satıldı.

d-Türk Telekom: Türkiye'deki sabit hatlı telekomünikasyon altyapısının sahibi ve işleticisiydi. Özelleştirilerek hisselerinin büyük bir bölümü yabancı yatırımcılara devredildi.

e-Kamu Bankaları: Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank gibi kamu bankalarının bir kısmı özelleştirme kapsamına alındı ve hisselerinin bir bölümü halka arz edildi.

2-Bu kurumların yanı sıra, çeşitli limanlar, elektrik üretim ve dağıtım şirketleri, şeker fabrikaları ve gübre sanayii tesisleri gibi birçok kamu kuruluşu da özelleştirme programları kapsamında satılmıştır.

B) Cumhuriyet kazanımı olan hangi fabrikalar satıldı veya yok edildi?

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla devlet eliyle birçok fabrika kurulmuştur.

Bu fabrikalar, ülkenin sanayi altyapısını oluşturmada ve farklı sektörlerin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Ancak zaman içinde, farklı siyasi ve ekonomik politikalar kapsamında bu fabrikaların birçoğu özelleştirilmiş veya kapatılmıştır.

1-Özelleştirilen veya Kapatılan Fabrikalara Örnekler

Aşağıda, cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan ve daha sonra özelleştirilen veya kapatılan bazı önemli fabrikalar ve kuruluşlar yer almaktadır:

a-Sümerbank: Dokuma, deri ve tekstil sanayisinin gelişimi için 1933'te kurulan Sümerbank'ın Nazilli, Kayseri ve Merinos'taki fabrikaları özelleştirildi.

Bu fabrikalar, bir dönemin en büyük sanayi kuruluşları arasındaydı.

b-SEKA (Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayi İşletmeleri): İzmit'te 1934'te kurulan SEKA, kâğıt ve selüloz üretiminde ülkenin en büyük kuruluşuydu.

Farklı şehirlerdeki fabrikaları özelleştirildi ve bir kısmı kapatıldı.

c-TEKEL: Tütün ve alkollü içecekler alanında tekel olan TEKEL'in sigara fabrikaları özelleştirilerek yabancı firmalara satıldı.

Bu fabrikalar arasında Cibali, Maltepe ve İzmir'deki büyük sigara fabrikaları da bulunuyordu.

ç-Sümer Holding'e Bağlı Fabrikalar: Sümer Holding bünyesindeki çeşitli çimento, cam, seramik ve demir-çelik fabrikaları da özelleştirme kapsamına alındı.

d-Şeker Fabrikaları: Türkiye'nin farklı bölgelerinde kurulu olan ve şeker pancarından şeker üreten fabrikalar da özelleştirme kararlarıyla satılmıştır.

Bu fabrikalar arasında Eskişehir, Afyon, Uşak ve Alpullu gibi önemli üretim tesisleri yer alıyordu.

e-Gübre Fabrikaları: Tarım sektörünün önemli girdisi olan gübre üretimini sağlayan kamu fabrikaları da özelleştirildi.

f-PETKİM (Petrokimya Holding A.Ş.): Petrokimya ürünleri üreten PETKİM'in büyük bir kısmı özelleştirilerek satıldı.

C) Cumhuriyet dönemi iktidarları “fabrikaları” neden sattı

Cumhuriyet dönemi iktidarlarının fabrikaları satma kararları, genellikle "özelleştirme" adı altında uygulanan ekonomik politikaların bir parçasıdır.

Bu kararların arkasında yatan nedenler karmaşık ve çok yönlüdür.

Özelleştirme savunucuları ve eleştirenleri tarafından dile getirilen farklı görüşler bulunmaktadır.

a-Özelleştirme Gerekçeleri

Özelleştirme politikalarını savunanlar, bu kararların genellikle aşağıdaki ekonomik ve yönetimsel nedenlere dayandığını belirtir:

1-Ekonomik Verimliliği Artırmak: Kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT'ler) genellikle hantal yapıda olduğu, verimli çalışmadığı ve zarar ettiği iddia edilmiştir.

Özelleştirme ile özel sektörün rekabetçi ve kâr odaklı yönetim anlayışının bu işletmelerin verimliliğini artıracağı düşünülmüştür.

2-Kamu Üzerindeki Mali Yükü Azaltmak: Devletin, zarar eden KİT'lerin finansmanını sağlamak için bütçeden büyük paylar ayırması, kamu kaynaklarını zorlamaktaydı.

Bu işletmelerin özelleştirilmesiyle devletin “mali yükünün” hafifletilmesi hedeflenmiştir.

Elde edilen gelirlerle kamu borçlarının ödenmesi veya yeni yatırımların finanse edilmesi planlanmıştır.

3-Serbest Piyasa Ekonomisini Güçlendirmek: Özelleştirme, devletin ekonomideki rolünü azaltarak serbest piyasa ilkelerini benimseme ve teşvik etme amacını taşır.

Bu yaklaşım, uluslararası ekonomik normlara uyum sağlama ve yabancı yatırımcılar için daha cazip bir ortam yaratma hedefiyle ilişkilidir.

4-Kaynakları Daha Verimli Kullanmak: Özelleştirme ile elde edilen gelirlerin, eğitim, sağlık ve altyapı gibi kamu hizmetlerine yönlendirilmesi amaçlanmıştır.

Bu sayede, devletin asli görevlerine odaklanabileceği düşünülmüştür.

b-Özelleştirme Eleştirileri

Özelleştirme politikalarını eleştirenler ise genellikle aşağıdaki konulara vurgu yapar:

1-Stratejik Varlıkların Kaybı: Eleştirel görüşlere göre, cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan fabrikalar ve kurumlar sadece ekonomik işletmeler değil, aynı zamanda ülkenin stratejik varlıklarıdır.

Bu kurumların özelleştirilmesiyle, tarım, enerji ve sanayi gibi kritik sektörlerde dışa bağımlılığın arttığı ileri sürülmüştür.

2-İstihdam Kayıpları: Özelleştirilen işletmelerin birçoğunda, kârlılığı artırmak amacıyla işçi sayılarının azaltılması ve toplu işten çıkarmalar yapılması eleştirilmiştir.

Bu durum, sosyal sorunlara ve işsizliğe yol açmıştır.

3-Tekelci Yapıların Oluşması: Bazı özelleştirme süreçlerinde, kamu tekeli özel sektöre devredilmiş ve bu durum rekabetin artması yerine yeni özel tekellerin oluşmasına yol açmıştır.

Bu da tüketici fiyatlarının artmasına ve hizmet kalitesinin düşmesine neden olabilmiştir.

4-Gelir Kaybı: Özelleştirme sonrasında elde edilen gelirlerin, satılan varlıkların uzun vadede sağlayacağı potansiyel kârlılığın çok altında olduğu ve ülkenin geleceğini ipotek altına aldığı iddia edilmiştir.

Ç) Cumhuriyet iktidarları Atatürk'ten sonra neden hep olumsuz davrandı?

Böyle bir genelleme özellikle son dönemde hep yapılır oldu.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar, Türkiye farklı dönemlerden ve yönetimlerden geçti.

Her iktidar, kendi döneminin iç ve dış dinamiklerine, ekonomik koşullarına ve siyasi hedeflerine göre kararlar aldı.

Bu kararların bazıları başarılı bulundu, bazıları ise eleştirildi.

Atatürk sonrası dönemlerde alınan kararların nedenleri ve sonuçları hakkında birkaç farklı bakış açısı bulunuyor:

1-Demokratikleşme Süreci

Atatürk'ün vefatından sonra Türkiye, tek parti yönetiminden çok partili hayata geçti. 1950'de yapılan ilk serbest seçimlerle Demokrat Parti iktidara geldi.

Bu dönem, siyasi liberalleşme ve ekonomik alanda serbestleşme adımlarının atıldığı bir süreçti.

Ancak bu adımlar, devletin ekonomideki rolünün azalmasına ve bazı devlet fabrikalarının, kuruluşlarının özelleştirilmesine yönelik ilk tartışmaları da beraberinde getirdi.

2-Soğuk Savaş Dönemi ve Dış Politika

II. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye Soğuk Savaş'ın bir parçası oldu.

Sovyet tehdidine karşı NATO'ya katılım kararı, ülkenin Batı bloğuyla ilişkilerini güçlendirdi.

Bu dönemde dış politikada alınan kararlar, iç siyasette de yankı buldu.

Ekonomik politikalar, Batı'dan alınan krediler ve yardımlar doğrultusunda şekillendi.

3-Ekonomik Yaklaşımlar

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletçi bir ekonomik model benimsenmişti.

Bu model, özel sektörün yetersiz olduğu alanlarda devletin yatırım yapmasını ve sanayileşmeyi öncelikli hedef olarak görmüştü.

Atatürk sonrası dönemlerde, özellikle 1980'lerden itibaren, liberal ekonomi politikaları ön plana çıktı.

Bu politikaların savunucuları, devletin ekonomik hayattaki rolünün azaltılması, piyasa ekonomisinin güçlendirilmesi ve özelleştirme yoluyla verimliliğin artırılması gerektiğini savundu.

Bu yaklaşım, birçok kamu iktisadi teşebbüsünün (KİT) ve fabrikanın özelleştirilmesine yol açtı.

4-Farklı Görüşler

Bu süreçler, tarihçiler, ekonomistler ve sosyologlar arasında farklı yorumlanıyor.

Bir görüşe göre, özelleştirme ve liberalleşme adımları, Türkiye ekonomisini küresel rekabete açarak modernleştirdi.

Diğer bir görüş ise, bu kararların cumhuriyetin temel kazanımlarını, stratejik sanayi kollarını ve sosyal devlet anlayışını zayıflattığını iddia ediyor.

Bu tartışmalar hala devam etmektedir.

D) Sonuç olarak,

Fabrikaların özelleştirilmesi kararları, her dönemin ekonomik ve siyasi koşullarına bağlı olarak farklı gerekçelerle alınmış ve hem destek hem de eleştiri almıştır.

Bu konu, hâlâ Türkiye'nin ekonomik ve siyasi tarihi açısından tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir.

Bu özelleştirme ve kapatılma süreçleri, ekonomik verimliliği artırma, kamu üzerindeki mali yükü hafifletme ve serbest piyasa ekonomisini güçlendirme gibi gerekçelerle savunulmuştur.

Ancak, bu durum aynı zamanda stratejik sanayi kollarının kontrolünün özel sektöre geçmesi ve istihdam kayıpları gibi eleştirilere de yol açmıştır.

Bu süreçler, hem ekonomik verimliliği artırma ve kamu üzerindeki yükü azaltma gibi gerekçelerle savunulurken, hem de “stratejik varlıkların” elden çıkarılması ve “kamusal hizmetlerin” zayıflaması gibi eleştirilere neden olmuştur.

Her bir özelleştirme kararı, dönemin siyasi ve ekonomik koşulları çerçevesinde farklı tartışmalara yol açmıştır.

Kemalizm ve Atatürkçülük karşıtları nasıl oldu da son dönemlerde çok hızlı yayıldı?

Her iktidar, kendi vizyonu ve dış etkenlerin baskısıyla hareket etti ve bu durum, farklı sonuçlar doğurdu.

Atatürk sonrası dönemde alınan kararları, değişiklikleri her bir dönemin kendi koşulları içinde değerlendirilmesi doğrudur; bilim insanlarının, araştırmacıların bu alanlarda her yönüyle inceleme ve araştırmalar yapıp belgelemeleri ve yayınlamaları çok önemlidir.

Gerçekleri bilmek ve ülkenin kalkınmasında, demokratikleşmesinde doğru hedeflere doğru sağlam adımların atılması için “Türk Milleti”nin iyi bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekir.

Bu da hepimize düşen ulusal bir ödevdir, görevdir.

.     Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.15, G.
.            YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.       (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
 

 

10 Eylül 2025 Çarşamba

Milli Eğitimin Çöküşü

.    ABD ve Milli Eğitimin Çöküşü   :

A) CUMHURBAŞKANLARI VE EĞİTİM

5.Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, 1970 yılında eğitimle ilgili olarak şunları söylüyordu:

”Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı imam hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz”…

7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, benzer şeyler söylüyordu;

“İmam hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum”.

12.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan;

 Biz dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz derken, 1. Cumhurbaşkanı

 Mustafa Kemal Atatürk şunları söylüyordu:

- ”Eğitimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede ahlaklı, cumhuriyetçi, devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri başarabilecek yetenekte, dürüst, sorgulayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı engelleri yenecek güçte, karakter sahibi genç yetiştirmektir”.

B) EĞİTİMDE YÖNETİM DEVRİ: İKİLİ ANLAŞMA

Türkiye, 27 Aralık 1949 tarihinde ABD ile ‘Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’ adıyla bir ikili anlaşma imzaladı. 

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu bir dönemde imzalanan anlaşmanın 1.Maddesi şöyleydi;

“Türkiye’de, Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır.

Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C. Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.

Anlaşma’nın 5. Maddesi çok önemliydi çünkü Türk milli eğitimini Amerikalılara teslim ediyordu.

Bu madde, eğitim politikalarını belirleme yetkisinde olan ve adına ‘Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu’ denilen bir kurul oluşturuyordu.

5.Madde şöyleydi:

“Komisyon, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi (ABD büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir”.

C) ABD DENETİMİNDE MİLLİ EĞİTİM

1949 yılında imzalanan bu ‘Anlaşma’, Türk milli eğitimini ABD denetimine bırakan süreci başlattı.

 Yeni Dünya Düzeni politikalarının, az gelişmiş ülkeler için öngördüğü ‘dinsel eğitim’ ya da ‘eğitimin dinselleştirilmesi’, bu anlaşmayla geniş bir boyut kazandı.

 Eğitimin birliği, dinsel eğitimde birliğe kaydı.

‘Bütün okullar imam hatip olmalıdır’ anlayışı yerleşik eğitim politikası haline geldi. İmam hatip mezunları, 2016’da Harp Okulları yerine kurulan ‘Milli Savunma Üniversitesi’ne girdiler.

Milli Eğitim Bakanlığı, milli eğitim bakanlarının bile inisiyatifinin olmadığı bir kurum haline geldi.

1949’dan bugüne dek, binlerce Türk, Amerika’ya ‘eğitilmek–etkilenmek’ için gitti, yüzlerce Amerikalı da Türkiye’ye ‘eğitmek–etkilemek’ için geldi.

Amerika’ya gönderilen Türklerin hemen tümü Türkiye’ye döndüklerinde üst düzey görevlere getirildi.

Ç) EĞİTİM BAKANLIĞI’NDAKİ AMERİKALILAR

Milli Eğitim Bakanlığında, çalışmalarını ‘etkin’ bir biçimde sürdüren; personel politikalarından ders programlarına, imam–hatip okulu açılmasından Yüksek İslâm Enstitüleri’nin yaygınlaştırılmasına dek pek çok konuda stratejik kararlar üreten; ‘Milli Eğitimi Geliştirme’ adlı bir uygulama komisyonu daha vardır.

1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.

Komisyonun başında L.Cook adlı bir Amerikalı bulunuyordu.

L.Cook’tan ayrı olarak adı Howard Reed, ünvanı ‘Milli Eğitim Bakanlığı Bağımsız Başdanışmanı’ olan, bir başka ‘etkin’ Amerikalı daha vardı.

D) EKSİLMEYEN İLGİ

Amerikalıların Türk Milli Eğitimi’ne 1949’dan beri süregelen ilgisi 70 yıldır hiç eksilmedi.

Demokrat Parti, Köy Enstitüleri’ni kapatırken, AKP yatılı bölge okullarını ve askeri liseleri ortadan kaldırdı.

İnönü dönemi dahil bugüne dek yönetime gelen bütün partiler ve darbeler dahil sürekli imam hatip okulu açtı.

Bugün bu okullarda 1,3 milyon öğrenci okuyor.

‘Vakıf üniversitelerinden’ yabancı dilde eğitime, ortaöğretimden 4+4’lere dek; yaratılan eğitim kaosunda, paralı duruma getirilen Türk Milli Eğitimi, bugün altından kalkılması güç bir karmaşa içine girmiştir.

AKP, yönetime geldiği 2002’den bugüne dek eğitim sistemi, 16. kere değiştirdi.

Mayıs 2019’daki son değişiklikle; ders sayısını azalttı, öğrenciye üniversitelerde olduğu gibi ders seçme hakkı getirdi. Matematik dersini seçmeli yaparken zorunlu din dersini arttırdı.

Öğrenciler, bir şeyler öğretmek için değil adeta öğretmemek için eğitilir duruma getirildi.

E) ECEVİT, ERDOĞAN VE İMAM HATİPLER

İsmet İnönü, İmam ve hatip mezunlarının Harp Okullarına girmesine onay vermedi ama bu işi CHP’deki ardılı Bülent Ecevit yaptı.

Ecevit Başbakanlığı döneminde İmam-Hatiplilerin Harp Okullarına girmesini sağlayan yasa çıkarttı ancak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk yasayı veto etti.

15 Temmuz darbe girişimini bir fırsat olarak gören Recep Tayyip Erdoğan, imam hatip mezunlarına subaylık yolunu açmakla kalmadı, Harp Akademisini ve askeri liseleri kapattı, Harp Okullarına giriş puanını düşürdü, imam hatiplilerin gireceği üniversite haline getirdi.

İmam hatipliler, 1970’lerde Harp Okullarına giremediler.

Ancak, Ecevit’in çıkarttığı yasadan yararlanarak; hukuk ve siyasal başta olmak üzere hemen tüm üniversitelere, özellikle Fetullah Gülen-AKP birlikteliği dönemlerinde, çoğu kez sınav soruları çalınarak kitle halinde girdiler.

Hakim, Vali ve polis oldular.

Harp okullarına, başka bir yoldan, Fetullah’ın okulları kullanılarak alındılar.

Türk Ordusu, İnönü’nün yaptırmam dediği, ‘Abdulhamit ordusu haline’ getirildi.

Dinci siyaseti orduya sokarak ilerde bitmeyen çekişme ve çatışmaların yolu açılmış oldu.

Devlet, Cevdet Sunay’ın söylediği gibi devlet bunlara teslim edildi.

. Atatürk’ün çok önem verdiği, eğitimin birliği ilkesi, yasa yürürlükte olmasına ve bu yasayı uygulamakla yükümlü olan siyasiler ortalıkta dolaşmasına karşın, eylemsel olarak ortadan kaldırıldı.

. Durumdan rahatsız olan insanlarımız, gelinen noktanın gerçek nedenlerinin; Amerikalıların Türk Milli Eğitimi’ne 70 yıldır ‘el koymasına’ dayandığını göremedi.

. Dini araç olarak kullanılmasını, partilerin oy kaygısıyla verdikleri ödün sandı.

https://www.veryansintv.com/yazar/metin-aydogan/kose-yazisi/abd-ve-milli-egitimin-cokusu

.      31 Ocak 2020, 10:28 yayınlandı 2 Mart 2023, 13:43 güncellendi

5 Eylül 2025 Cuma

NELER YAPILABİLİR

     NELER YAPILABİLİR?

.  Atatürkçü, demokrat, çağdaş, aydın ve uygar kesimin Türkiye için yapabileceği birçok şey bulunuyor. .  Bu kesim, ülkenin gelişimine katkı sağlamak ve toplumsal ilerlemeyi desteklemek için farklı alanlarda etken rol oynayabilir.

.  Bu kesimin Türkiye için atabileceği birçok adım vardır:

A) Türkiye için neler yapabilir?

1) Eğitim ve Bilinçlendirme

-Aydınlatma ve Bilinçlendirme: Bilimsel düşünceyi, eleştirel bakış açısını ve laiklik ilkesini savunarak toplumun aydınlanmasına katkı sağlayabilir.

Toplantılar, seminerler, makaleler ve sosyal medya aracılığıyla doğru bilgiyi yaymak ve hurafelerle mücadele etmek bu kesimin en önemli görevlerinden biridir.

-Eğitime Destek: Nitelikli ve çağdaş eğitim, bir ülkenin geleceği için hayati önem taşır.

Bu kesim, okullara, öğretmenlere ve öğrencilere destek olarak, burs programları düzenleyerek veya eğitim projelerine katılarak eğitimin kalitesini artırabilir.

Özellikle kız çocuklarının ve dezavantajlı bölgelerdeki gençlerin eğitimine öncelik vermek, toplumsal eşitsizlikleri azaltmada önemli bir rol oynar.

2) Siyaset ve Demokrasi

-Hukukun Üstünlüğünü Savunmak: Adaletin ve hukukun üstünlüğü, demokratik bir devletin temel direğidir.

Bu kesim, yargı bağımsızlığını, insan haklarını ve temel özgürlükleri savunarak hukuk devleti ilkesini korumak için çaba gösterebilir.

Hukuksuzluklara karşı ses çıkarmak ve farkındalık yaratmak önemlidir.

-Demokratik Katılım: Siyasetten uzak durmak yerine, demokratik süreçlere etken olarak katılmak esastır.

Oy kullanmak, sivil toplum kuruluşlarında görev almak, partilerin iç işleyişine dahil olmak ve halkı bilinçlendirmek, demokrasinin güçlenmesine yardımcı olur.

3) Toplumsal ve Kültürel Alan

-Toplumsal Sorunlara Duyarlılık: Çevre sorunları, kadın hakları, hayvan hakları ve yoksulluk gibi toplumsal konulara duyarlı olmak ve bu alanlarda çalışan sivil toplum kuruluşlarına destek vermek, daha adil ve yaşanabilir bir toplum yaratılmasına katkı sağlar.

-Sanat ve Kültüre Destek: Sanat, bir toplumun ilerlemesinin ve ruhunun yansımasıdır.

Çağdaş ve aydın kesim, sanat etkinliklerini destekleyerek, kültürel mirası koruyarak ve yeni sanatçılara olanak sunarak toplumsal hayata canlılık katabilir.

B) Siyasi partilerde nasıl çalışmalıdırlar?

Atatürkçü, demokrat, çağdaş, aydın ve uygar kesimin siyasi partilerde nasıl çalışması gerektiği, hem bireysel hem de “kolektif” olarak etkili olmayı gerektiren bir konudur.

Bu kesimin partiler içinde etkin olabilmesi için atabileceği adımlar şunlardır:

1) Partiye Üye Olmak ve Aktif Rol Almak

Siyasetten şikayet etmek yerine, demokratik sürece etken katılım esastır.

Bu, sadece oy kullanmakla sınırlı kalmamalıdır.

-Üyelik ve İç İşleyiş: Bu kesimin bireyleri, ideolojilerine en yakın partiye üye olmalı ve parti örgütlerinin  en alt kademelerinden başlayarak görev almalıdır.

Mahalle temsilcilikleri, ilçe ve il yönetimleri gibi kademelerde etken rol alarak parti kararlarını etkileme fırsatı yakalayabilirler.

-Fikir Üretme: Parti içinde oluşturulan komisyonlarda, çalışma gruplarında veya beyin takımlarında yer alarak politika üretimine katkı sağlamalıdırlar.

Eğitim, çevre, ekonomi veya dış politika konularında uzmanlıklarını kullanarak partinin programına “çağdaş ve bilimsel” temelli öneriler getirebilirler.

2) Parti İçi Demokrasiyi ve Şeffaflığı Savunmak

Bir partinin dışarıya yansıttığı çağdaşlık, kendi iç işleyişiyle başlar.

Bu nedenle, bu kesim parti içinde demokrasi ve şeffaflık mücadelesi vermelidir.

-Eleştiri Kültürü: Parti içinde eleştiriye açık bir ortamın oluşmasını sağlamak, hataların tekrarlanmasını engellemek açısından hayati önem taşır.

Parti politikaları ve liderin kararları, yapıcı bir şekilde eleştirilebilmeli ve bu eleştiriler dikkate alınmalıdır.

-Açık Adaylık Süreçleri: Liderlik ve adaylık seçimlerinde liyakat ve şeffaflık ilkelerinin hakim olması için çaba göstermelidirler.

Kapalı kapılar ardında yapılan atamalar yerine, ön seçim gibi demokratik yöntemlerin kullanılmasını talep etmeli ve bu yönde baskı oluşturmalıdırlar.

3) Toplumla Partiyi Bütünleştirmek

Yalnızca parti içi etken olmakla sınırlı kalmayıp, partinin toplumla bağını güçlendirecek çalışmalar yapmalıdırlar.

-Sivil Toplumla İş Birliği: Çevre örgütleri, meslek odaları, kadın dernekleri gibi sivil toplum kuruluşlarıyla partinin iletişimini artırmalıdırlar.

Bu, hem partinin toplumun nabzını tutmasını sağlar hem de daha “geniş bir kitleye” ulaşmasına yardımcı olur.

-Halkla İletişim: Sadece seçim dönemlerinde değil, sürekli olarak halkın sorunlarını dinlemeli ve çözüm önerileri sunmalıdırlar.

Sokak toplantıları, paneller ve sosyal medya üzerinden yapılan “interaktif” çalışmalarla partinin halka daha yakın olmasını sağlamalıdırlar.

C) ÖZETLE:

.   Bu yollar, Atatürkçü, demokrat, çağdaş, aydın ve uygar kesimin yalnızca partilere şekil vermekle kalmayıp, aynı zamanda Türkiye'nin siyasi kültürünün daha çağdaş ve katılımcı bir yöne evrilmesine de katkı sağlar.

.  Türkiye'nin aydınlık geleceği için, bu kesimin “ortak akıl, birlik ve uzlaşma” içinde hareket etmesi ve çalışması yaşamsal önem taşır.

.    Yalnızca bireysel çabalarla sınırlı kalmayıp, kolektif bir hareketin parçası haline geldiğinde “gerçek bir dönüşüm” yaratabilir.

.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.05, G.
.     (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
 

ATATÜRK’ü ANLAMAK

  .   ATATÜRK’ü ANLAMAK    . .  TÜRK milletinden olan, yurttaşımız olan ama ne yazık ki ne Atatürk'ün değerini, ne de onun başarılarını,...