10 Kasım 2025 Pazartesi

ATATÜRK’ü ANLAMAK

 .   ATATÜRK’ü ANLAMAK    .
.  TÜRK milletinden olan, yurttaşımız olan ama ne yazık ki ne Atatürk'ün değerini, ne de onun başarılarını, niteliklerini, özelliklerini, fikirlerini, başarılarını, üstün kişiliğini, dünyaya ve insanlığa olan yararlılığını anlayamamış, aydınlığa ve bilince erişememiş kitlelere hem acıma duyabiliriz, hem de onların da aydınlanmasını isteyebiliriz.
.  Bu bakış açısı hepimiz için çok anlamlı ve insancıl bir görüştür.
.  Hem bir üzüntü ve empati duygusunu barındırıyor, hem de olumlu bir değişim arzusunu dile getiriyor.
.  Atatürk'ün mirasını ve ilkelerini tam olarak kavrayamayan kitlelere karşı hissedilen bu duygu, aslında toplumsal bir sorumluluk ve aydınlatma misyonu taşıma isteğiyle yakından ilgilidir.

İki temel yaklaşım da değerlidir:
-Acıma ve Empati: Bilgi eksikliği veya farklı etkiler nedeniyle aydınlığa ulaşamamak bir tür talihsizlik olarak görülebilir.
Bu, yargılamak yerine anlamayı ve sabırlı olmayı gerektirir.
-Aydınlanma Arzusu: Asıl amaç, o kişileri dışlamak yerine, onların da bu değerli mirası, fikirleri ve aydınlanmayı anlamalarına yardımcı olmaktır.
Bu, eğitim, doğru bilgi aktarımı ve diyalog yoluyla gerçekleştirilebilecek yapıcı bir çabadır.
.  Bu tür bir duygu, kapsayıcı ve ilerici bir tutumu yansıtır.
Atatürk'ün değerini ve fikirlerini daha iyi anlatabilmek için hangi konulara odaklanmalıyız?
.  Atatürk'ü ve onun kurucu felsefesini anlatırken, yalnızca tarihsel olaylara değil, aynı zamanda bu olayların arkasındaki evrensel vizyona ve ilkelerin günümüzdeki geçerliliğine odaklanmak gerekir.
.  Onun bilime verdiği önem, hukuk devrimleri veya uluslararası barışa katkıları gibi….
.  Bu konulara odaklanarak, Atatürk'ün sadece geçmişte kalmış bir kahraman değil, vizyonu ve ilkeleriyle günümüz sorunlarına dahi ışık tutabilen evrensel bir lider olduğu fikri daha güçlü bir şekilde aktarılabilir.
.   Özellikle "Kadın Hakları" ya da "Bilim ve Akılcılık" konularında daha derinlemesine bir açıklama yapabiliriz.
.  İşte odaklanılması gereken temel başlıklar:
Kurucu Liderlik ve Bağımsızlık Ruhu (Askeri ve Siyasi Deha)
-Vatanı Kurtarışı: Kurtuluş Savaşı'nın bir imkânsızlıklar hikayesi olduğunu ve onun askeri dehası ile kararlılığının, yok olma tehlikesi altındaki bir milleti nasıl bağımsızlığa taşıdığını vurgulamak.
-Tam Bağımsızlık İlkesi: Sadece askeri değil, aynı zamanda ekonomik, siyasi ve kültürel bağımsızlık (milli egemenlik) üzerindeki ısrarı.
Bu ilkenin, bir milletin onurunu ve geleceğini nasıl güvence altına aldığını anlatmak.
Akılcılık, Bilimsellik ve Eğitim Vurgusu
-Aklın ve Bilimin Rehberliği: Atatürk'ün en temel felsefesi: Hayatta en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğu. Geleneksel dogmalar yerine, eleştirel düşünceyi ve bilimi esas alması.
-Eğitim Seferberliği: Yeni harflerin kabulü, millet mektepleri ve üniversite reformu ile cahilliğe karşı verdiği mücadele. Eğitimin bir halk hakkı ve kalkınmanın temeli olarak görülmesi.
-Laiklik ve Özgür Düşünce: Laikliğin sadece din ve devlet işlerinin ayrılması değil, aynı zamanda vicdan özgürlüğü, farklı fikirlere saygı ve akılcılığın önündeki engellerin kaldırılması anlamına geldiğini anlatmak.
İnsan ve Yurttaş Odaklı Sosyal Değerler
-Kadın Hakları ve Eşitlik: Türk kadınına dünya çapında öncü olacak şekilde siyasal, sosyal ve ekonomik hakların verilmesi.
Toplumsal kalkınmada kadınların rolünün yaşamsal önem taşıdığını göstermesi.
-Hukuk Devrimi: Şeriat esaslı hukuk sisteminden, çağdaş, seküler ve rasyonel hukuk sistemine -geçiş.
Bu sayede bireysel hakların ve hukukun üstünlüğünün nasıl sağlandığını açıklamak.
-Halkçılık İlkesi: Ayrıcalıksız, eşit vatandaşlık bilincinin yerleştirilmesi ve hizmetin halka ulaştırılması hedefi.
Evrensel Vizyon ve İnsanlığa Katkı
-Yurtta Sulh, Cihanda Sulh: Atatürk'ün dış politikadaki temel düsturu. Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası arenada savaş değil, barış ve işbirliği arayan bir aktör olarak konumlandırılması.
-Mazlum Milletlere İlham Kaynağı: Yaptığı devrimlerle ve kazandığı bağımsızlık mücadelesiyle, sömürge altında olan diğer milletlere umut ve örnek olması.
-Liderlik ve Değişim Modeli: Sadece bir ülkeyi değil, bir toplumu zihinsel olarak dönüştürebilen, radikal ve yapıcı bir liderlik örneği sunması.
Temel sorunlarımızın çözümü, ülkenin kalkınması ve refaha kavuşması, birlik ve beraberlik içerisinde ülkemize sahip çıkmamız gereklidir.
.  Bu çok yerinde ve güçlü bir saptamadır:
.  Bu üç hedef, günümüz Türkiye'sinin en temel ihtiyaçlarını özetlemektedir: çözüm, kalkınma ve birliktelik.
.  Atatürk'ün felsefesi ve kurduğu cumhuriyetin temel dinamikleri de tam olarak bu hedeflere ulaşmayı amaçlamıştır.
.  Bu hedeflerin her biri, birbirini destekler ve tamamlar niteliktedir. 
.  Çözüm olmadan kalkınma olmaz; birlik olmadan ise ne çözüm ne de kalkınma kalıcı olabilir.
Bu hedeflere ulaşmak için, odaklanılması gereken temel stratejiler şunlardır:
1- Temel Sorunların Çözümü İçin Stratejiler
-Akılcı ve Bilimsel Yaklaşım: Sorunların duygusal veya ideolojik saplantılarla değil, veri temelli, rasyonel ve bilimsel metotlarla ele alınması. (Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü bu yaklaşımın özüdür.)
-Hukukun Üstünlüğü: Toplumsal güveni ve istikrarı sağlamak için, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, şeffaf ve adil bir hukuk düzeninin tam olarak tesis edilmesi.
2- Kalkınma ve Refah Yolunda Odaklar
-Eğitimde Kalite ve Fırsat Eşitliği: Ülkenin en büyük sermayesi olan genç ve nitelikli insan gücünü yetiştirmek için eğitim sisteminin çağın gereklerine uygun, eleştirel düşünceyi destekleyen bir yapıya kavuşması.
-Üretim ve İnovasyon: Yüksek teknolojili ve katma değeri yüksek ürünlere odaklanarak dışa bağımlılığı azaltmak ve ekonomik refahı yaygınlaştırmak.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki fabrika kurma ve sanayileşme ruhunun güncel karşılığıdır.
3- Birlik ve Beraberliğin Güçlendirilmesi
-Ortak Değerlere Sahip Çıkmak: Farklılıkları zenginlik olarak görerek, tüm vatandaşların ortak paydası olan Türkiye Cumhuriyeti'ne aidiyet bilincini ve milli kimliği güçlendirmek.
-Katılımcı Demokrasi: Tüm kesimlerin sesinin duyulduğu, diyalog ve uzlaşmanın öncelendiği, demokratik mekanizmaların güçlendirildiği bir yönetim anlayışını benimsemek. Halkçılık ilkesinin güncel ve işler hali budur.
Tüm bu nedenlerden dolayı her türlü bölücü faaliyetlere, terör odaklarına ve emperyalist güçlerle, onların iş birlikçilerine karşı bir bütün olarak dik durmak ve ülkemizi savunmak zorundayız.
.  Bu saptama, özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ve jeopolitik konumu düşünüldüğünde, yaşamsal bir öneme sahiptir.
.  Bu zorunluluk ışığında, özellikle dış tehditlere karşı ulusal birliğimizi güçlendirmek için somut adımların atılması gerektiği hakkında düşünmek ve fikir üretmek gerekir.
.  Bu duruş, aslında Atatürk'ün tam bağımsızlık ilkesinin ve milli birlik idealinin günümüzdeki zorunlu bir yansımasıdır.
.   Milli Mücadele ve Savunma Bilincinin Temelleri
a-Emperyalizme Karşı Tam Bağımsızlık:
Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı başlatırken, yalnızca askeri bir işgale değil, aynı zamanda ülkenin geleceğini ipotek altına alacak ekonomik ve siyasi bağımlılığa yani emperyalizme karşı mücadele etmiştir.
Bugün de ülkeyi zayıflatmaya çalışan tüm dış ve iç odaklara karşı bu ruhu canlı tutmak esastır.
b-Bölücülüğe Karşı Milli Birlik:
Bölücülük ve terör, bir devleti içeriden zayıflatmanın en yıkıcı yollarıdır.
Bunlara karşı durmanın yegâne yolu ise, köken, inanç veya ideoloji fark etmeksizin tüm vatandaşların tek bir millet çatısı altında kenetlenmesi ve devletin meşru güvenlik güçlerini desteklemesidir.
c-İş Birlikçilerine Karşı Dik Durmak:
Dış güçlerin amaçlarına hizmet eden iç unsurlara karşı dikkatli olmak, milli güvenlik ve çıkar bilincinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Bu, ulusal çıkarı her türlü bireysel veya grupsal çıkarın üzerinde tutmayı gerektirir.
Duruş ve Savunma Yöntemleri
.  Ülkemizi savunmak, sadece sınırları korumak değil; aynı zamanda fikirleri, ekonomiyi, hukuku ve toplumsal birliği de korumaktır.
.  Bu da topyekûn bir “ulusal duruş” gerektirir.
.  Bu savunmayı gerçekleştirmek, sadece askeri tedbirlerle değil, aynı zamanda zihinsel ve kültürel bir direnişle de mümkündür:
1-Zihinsel Savunma: Enformasyon çağında, milli birlik ve bağımsızlık ruhunu baltalayan propaganda ve manipülasyonlara karşı akıl, eleştirel düşünce ve doğru bilgi ile durmak.
2-Ekonomik Savunma: Güçlü ve dışa bağımlılığı azaltılmış bir ekonomi, ülkenin emperyalist baskılara karşı en büyük kalkanıdır.
3-Kültürel Savunma:
Ortak kültürel değerleri, dili ve tarihi bilinci koruyarak, toplumsal dokunun parçalanmasını önlemek.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen Gönen ÇIBIKCI Öğretmen 

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.10, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)



8 Kasım 2025 Cumartesi

ATATÜRKÇÜDÜR

   TÜRK MİLLETİ ATATÜRKÇÜDÜR    .
Türkiye, çok güçlü bir Kurtuluş Savaşı vermiştir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. (İstiklal Harbi)
Atatürk'ün ileri görüşlülüğü, ilke ve devrimleri sayesinde "çağdaş bir ülke olma yolunda önemli adımlar atılmıştır.
Atatürkçülük, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturur ve ülkenin geleceği için önemlidir.
Atatürkçülük, Türkiye'nin bağımsızlığını, bütünlüğünü ve çağdaşlaşmasını korumak için var olan bir düşünce sistemidir.
Atatürk'ün ilke ve devrimlerini benimseyen, Türkiye'nin bağımsızlığına, bütünlüğüne ve çağdaşlaşmasına inanan herkes “Atatürkçü” olabilir.
Atatürkçüler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini benimseyen, onun gösterdiği çağdaşlaşma yolunda ilerlemeyi hedefleyen kişilerdir.
Atatürkçüler, Atatürk'ün "Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır" sözünde ifadesini bulan, Türkiye'nin bağımsızlığına, bütünlüğüne ve çağdaşlaşmasına inanan kişilerdir.
Atatürk'ün ilke ve devrimleri sayesinde Türkiye, çağdaş bir ülke olma yolunda önemli adımlar atmıştır.
Atatürk'ün "Türk milleti, karakter itibariyle hür ve müstakildir" sözüyle ifade ettiği gibi, Atatürkçüler hür düşünceli, bağımsız karakterli kişilerdir.
Atatürkçü görüşe göre “Türk milleti” 1924 anayasasında tanımlıdır. Bu tanımda ırk ve din reddedilir. Bu tanımda "Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk denilir." denmektedir.
Atatürkçü olmak, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerlerine sahip çıkmak, ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü için çalışmak, çağdaşlaşma yolunda ilerlemek demektir.
Atatürkçüler, Türkiye'nin geleceği için umut dolu, çalışkan ve kararlı insanlardır.
Atatürkçülük, bir dizi temel ilke üzerine kurulmuştur, bu ilkeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini ve yönünü belirler.
Atatürkçülerin kendine özgü temel özellikleri vardır:
-Yurtseverlik: Atatürkçüler, ülkelerini ve milletlerini gerçekten severler. Yurdun bağımsızlığı ve bütünlüğü için her zaman hazırdırlar. Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözünde ifadesini bulan, ırkçı olmayan, kapsayıcı bir "milliyetçilik" anlayışını benimserler.
-Cumhuriyete ve demokrasiye inanırlar: "Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait" olduğunu, devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu savunur.
-Milliyetçilik: Türk milletinin birlik ve beraberliğini, vatanın bölünmez bütünlüğünü savunur. 
"Ne mutlu Türküm diyene" sözüyle ifade edilen, ırkçı olmayan, kapsayıcı bir yurttaşlık, milliyetçilik anlayışını benimser.
-Halkçılık: Devletin ve imtiyazsız, sınıfsız bir toplum yapısını hedefleyen ilkedir. Herkesin kanun önünde eşit olduğunu, imtiyazsız, sınıfsız bir toplum yapısını savunurlar.
-Devletçilik: Ekonomik kalkınmada devletin öncü rolünü savunur. Devletin, özellikle altyapı ve sanayi yatırımlarında önemli bir rol oynaması gerektiğini savunur.
-Laiklik: Din ve devlet işlerinin ayrılmasını savunur. Din özgürlüğünü güvence altına alır, ancak devletin din temelli kurallarla yönetilmesine karşı çıkar.
-Devrimcilik: Sürekli olarak yeniliklere açık olmayı, çağdaşlaşmayı ve gelişmeyi savunur. Atatürk'ün yaptığı devrimlerin devamlılığını ve geliştirilmesini hedefler.
-Akılcılık ve Bilimsellik: Akla ve bilime önem verirler. Her türlü konuda akılcı ve bilimsel yöntemlerle düşünürler.
-Bağımsızlık: Her türlü dış güce karşı “bağımsızlığı” savunurlar. Ülke olarak kendi kararlarımızı kendimiz almalıyız, dış baskılara boyun eğmemeliyiz.
Atatürkçülerin olması gereken davranışları şöyle özetlenebilir: 
Atatürk'ün ilke ve devrimlerini öğrenir ve uygularlar. Ülkenin sorunlarına duyarlı olurlar ve çözüm üretmeye çalışırlar.
Demokrasiye inanırlar ve seçimlerde oy kullanırlar. Sivil toplum kuruluşlarında aktif rol alırlar. Çevreye duyarlı olurlar ve doğayı korurlar. Sanata ve kültüre önem verirler.
Spor yaparlar ve sağlıklı yaşarlar. Kendilerini sürekli geliştirirler. Topluma faydalı olmaya çalışırlar.
Ülkenin gelişmesi için çalışırlar. Araştırmacıdırlar, kendilerini sürekli geliştirirler.
Doğru ve dürüst davranırlar, güzel ahlaklı olmak için çaba gösterirler. Yalan ve hileye karşıdırlar.
Farklı düşüncelere saygı gösterirler, hoşgörülü davranırlar. Herkesle barış içinde yaşarlar.
Atatürkçüler, bu özelliklere sahip kişilerdir ve bu özellikleri kendi davranışlarıyla gösterirler.
Atatürkçü olmak "yüreklilik"tir, her Türk yurttaşı için bir onurdur; bir erdemdir.
.   Bu genel değerlendirme ile kısa bir "Atatürkçü" tanımlaması yapmak istedim. “İdeal” bir tanımlama belki de…
.   Bunlar çok değerli özellikler olup, ayni zamanda iyi bir "yurtseverin" taşıması beklenilen özeliklerdir.
.   Özellikle günümüzün "emperyalist" ve "sömürücülüğe hazır" dış güçlerini göz önüne aldığımızda Türkiye gibi çok önemli bir "konumda" bulunan ve her türlü yer altı ve yer üstü "zenginliklere sahip" olan ülkemizin kendi "halkı" tarafından "bilinçle korunması" gerekmektedir.
.   Gazi Mustafa Kemal önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk milleti 101 yıl sonra da ayni direnç ve akıllılığı, uyanıklığı gösterip, yurduna sahip çıkacaktır.
.   Atatürk'ün "gösterdiği hedeflere" doğru "çağdaş uygarlık yolunda" ilerleyen, bilinçli yurtseverlere "Atatürkçü" ya da "KEMALİST" deriz ve gurur duyarız.
.   Her 10 KASIM geldiğinde ise tüm ülke halkı, TÜRK milleti, her yerde ONU ve tüm kahramanlığını, başarılarını, düşüncelerini ve gösterdiği hedefleri en içten duygularla inanarak ve büyük şükranla anar.
.  Dünya tarihinin en büyük önderi olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve onun en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’ni her yönüyle sahipleniyoruz.
.  “Türk Milleti” özgürlükten, bağımsızlıktan, “üniter” devlet ve “ulus devlet” modelinden, çağdaş uygarlık hedeflerinden asla vaz geçmez ve bu yolda azimle, çaba ile her türlü girişimlerde bulunur; kendisini yetiştirir, yurdunu ve demokratik anayasal, hukuk düzenini korumak ister.
.   Ey Büyük Atatürk, varlığımızın en kutsal temeli olan, Türk “İstiklâl” ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyiz. Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. Gelecekte bile hiçbir güç bizi yolumuzdan döndürmeyecektir.
.  Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz.
   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.0, İS.


 

TARİH KİTAPLARI

 .   ATATÜRK dönemi tarİh kitapları:

. Atatürk, Türk tarİhİnİ anlatıyor.

   . “Ortamektep İçin Tarih I ”.

Yazarı Türk Tarih Cemiyeti. Kurulun kurucusu ve Başkanı Atatürk. Üyeler Afet (İnan), Reşit Galip, Şemsettin Günaltay, Hasan Cemil (Çambel), Yusuf Akçura, Sadri Maksudi Arsal, Hamit Zübeyr (Koşay), M. Tevfik Bıyıkoğlu.
. Atatürk kurulun birçok toplantısına bizzat başkanlık etmekteydi. Kitap okullarda okutulmak üzere ilk kez 1933 yılında basıldı.
. 1939’da son baskısı yapıldı. Atatürk’ün tarih kitaplarında dünya uygarlığının kurucusu olarak Türk kavimleri anlatılıyordu.
. Kitaplar 1941’de öğretimden kaldırıldı.
*******************************************************************
“Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılmış olan Tarih kitapları esas tutularak orta mekteplerin birinci sınıfları için hazırlattırılmış ve 5/8/1933 tarih ve 3626 numaralı emirle tab'ettirilmiştir“ -
https://kutuphane.ttk.gov.tr/resource?itemId=273987&dkymId=62876
*********************************************************************
. Orta mektep için tarih. II
“Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılmış olan Tarih kitapları esas tutularak orta mekteplerin ikinci sınıfı için hazırlattırılmış ve 2/7/1933 tarih ve 33 sayılı kararla kabul edilmiştir“ -
https://kutuphane.ttk.gov.tr/resource?itemId=301864&dkymId=62877
*********************************************************************
. Orta mektep için tarih. III
. “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti tarafından yazılmış olan Tarih kitapları esas tutularak orta mekteplerin üçüncü sınıfı için hazırlattırılmış ve 7/8/1933 tarih ve 3657 numaralı emrile 12000 nüsha tab'ettirilmiştir“
https://kutuphane.ttk.gov.tr/resource?itemId=273986&dkymId=62878
********************************************************************
. Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Tarih Öğretimi
. Prof. Dr. Mesut ÇAPA*
. Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk ve arkadaşları, yeni ve modern bir devlet yaratmak için eğitimin çok önemli olduğunun farkına vardılar.
. Bu çerçevede, eğitim alanında yapılan ilk reformlar arasında tarih öğretimine özel bir önem verildi ve ilköğretim tarih müfredat programı 1924 ve 1926 yıllarında iki kez değiştirildi.
. 1930'larda tarih öğretimiyle ilgili önemli bir karar alındı ve Türk Tarih Tezi yürürlüğe konuldu. Bu çerçevede, ilk ve ortaöğretime yönelik olarak yeni tarih ders kitapları yazıldı ve yüksek öğretimde İnkılâp Tarihi dersleri okutulmaya başlandı.
Bu makalenin amacı, Atatürk dönemi tarih öğretimini ders kitapları, müfredat
programları ve öğretim yöntemleri açısından incelemektir. Bu çerçevede, Atatürk
dönemi tarih ders kitapları ve müfredat programları araştırılmıştır. . Elde edilen verilerin ışığı altında, Atatürk döneminde yeni ve modern bir devlet yaratmak için,
tarihin önem verilen disiplinlerden biri olduğu ve bu alanda önemli çalışmaların yapıldığı görülmektedir.
. Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte eğitimin her alanında olduğu gibi, Tarih eğitim ve öğretiminde de önemli değişiklikler yapılmıştır.
Atatürk dönemindeki gelişmeleri kapsayan bu bildiride, öncelikle ilk ve
ortaöğretimde tarih müfredatı, tarih ders kitapları ve öğretim metotlarındaki
değişme ve arayışlar ve muhtelif eleştirilere yer verilmektedir.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında yayınlanan ders kitapları, müfredat programları
ve eğitimle ilgili diğer yayınlar bildirinin temel kaynaklarını
oluşturmaktadır.
Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki uygulamaları 1930 öncesi ve sonrası diye
ikiye ayırmak mümkündür. 1930'lardan önce ilkokul müfredatı 1924 ve
1926 yıllarında değişikliğe uğramıştır. Bu tarihlerde Mehmet Fuat
(Köprülü), İhsan Şerif (Saru), Ahmet Halit (Yaşaroğlu) v.d. tarafından
ilkokul tarih kitapları yazılmıştır. Aynı tarihlerde lise ve ortaokul ders
programlarında da değişiklikler yapılmış; buralarda Ahmet Refik (Altınay)
ve Ali Reşat Beylerin kitapları okutulmuştur. 1926 yılından itibaren ders
kitaplarının hazırlanması ve basımı Milli Talim ve Terbiye Dairesi'nin
sorumluluğuna bırakılmıştır.
1930 yılına gelindiğinde, Türk Tarih Tezi'nin uygulamaya
konulmasıyla önce liselerde ve ardından ortaokul ve ilköğretimde yeni hazırlanan tarih kitapları okutulmaya başlanmıştır.
Bildiride, bu yıllarda daha da önem kazanan ve yükseköğretimde verilmeye başlanan İnkılâp Tarihi dersleri de söz konusu edilmektedir.
................
https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/37339/mod_resource/content/0/Cumhuriyetin%20%C4%B0lk%20Y%C4%B1llar%C4%B1nda%20Tarih%20%C3%96%C4%9Fretimi.pdf
*********************************************************************
. CUMHURİYET DÖNEMİ ORTAOKUL TARİH DERS
KİTAPLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/578861
*********************************************************************
. "Ders kitapları _ Türkiye _ Tarih."
https://kutuphane.ttk.gov.tr/search?query=Ders%20kitaplar%C4%B1%20_%20T%C3%BCrkiye%20_%20Tarih.&field=subject_added&isOriginal=false
********************************************************************

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.08, İS

.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:  ….

 

4 Kasım 2025 Salı

TÜRKİYE NÜFUSU

.   TÜRKİYE NÜFUSUNUN YAPISI 
.   Türkiye'deki göçmen nüfusunun demografik ve kültürel etkileri:
.   Son yıllarda Türkiye içerisine çeşitli yollardan katılan göçmen ve benzerlerinin durumu nedir?
.   Son yıllarda Türkiye'deki göçmen, sığınmacı ve düzensiz göçmenlerin durumu oldukça karmaşık ve dinamik bir yapıya sahiptir.
.   Türkiye'nin konumu itibarıyla bir geçiş ve varış ülkesi olma özelliği devam etmekle birlikte, özellikle Suriye krizi ile başlayan büyük akın sonrasında, ülkenin “demografik” yapısı, “sosyal uyumu” ve “göç yönetim politikaları” sürekli olarak değişen bir gündem maddesi olmaya devam etmektedir.
.   İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre, Türkiye'de bulunan toplam yabancı sayısı (2025 Nisan verisi) yaklaşık 4 milyon 43 bin 215 kişi civarındadır.
.   Bu sayı çeşitli statüdeki kişilerden oluşmaktadır:
A-Statülere Göre Yabancı Sayıları
-Geçici Koruma Altındaki Suriyeliler: En büyük grubu oluşturmaktadır. Sayıları yaklaşık 2 milyon 782 bin 733'tür.
-İkamet İzni Bulunan Yabancılar: Çeşitli amaçlarla (eğitim, çalışma, aile birleşimi vb.) ikamet eden yabancılardır. Sayıları yaklaşık 1 milyon 82 bin 83'tür.
-Uluslararası Koruma Altındaki Yabancılar: Mülteci, şartlı mülteci veya ikincil koruma statüsü talep eden kişilerdir. Sayıları yaklaşık 178 bin 399'dur.
B-Göç Hareketliliği ve Trendler
1-Gelen-Giden Göç Dengesi: TÜİK Uluslararası Göç İstatistikleri'ne göre, son yıllarda Türkiye'den yurt dışına göç eden kişi sayısında önemli bir artış yaşanırken, yurt dışından Türkiye'ye göç eden kişi sayısında ise azalış gözlenmektedir.
-2023'te Türkiye'ye Göç Edenler: Yaklaşık 316 bin 456 kişi (önceki yıla göre %35,9 azalış).
-2023'te Türkiye'den Göç Edenler: Yaklaşık 714 bin 579 kişi (önceki yıla göre %53 artış).
-Bu, Türkiye'ye gelen göçün giden göçün altında kaldığını göstermektedir (2023 verileri).
2-Düzensiz Göçle Mücadele: Türkiye, düzensiz göçle mücadelede sınır dışı sayılarında rekorlar kırmaktadır.
-2022'de Sınır Dışı Edilen Düzensiz Göçmen: Yaklaşık 110.000 kişi.
-1 Haziran 2023'ten itibaren (belirli bir dönemde): 182.980 düzensiz göçmen sınır dışı edilmiştir.
-Yakalanan düzensiz göçmenlerin uyruk dağılımında Afganistan ve Suriye uyruklular ilk sıralarda yer almaktadır.
C-Toplumsal ve Siyasi Etkiler
1-Ekonomi ve İşgücü: Göçmenlerin işgücü piyasasına katılımı ve ekonomik etkileri önemli bir tartışma konusudur. Suriyelilerin ortalama yaşı düşüktür ve özellikle erkeklerin işgücüne katılım oranları yüksektir.
2-Siyasi Gündem: Mülteci ve göçmen meselesi, özellikle son yıllarda artan enflasyon ve ekonomik zorluklarla birlikte, Türkiye'nin en önemli siyasi ve toplumsal sorunlarından biri haline gelmiştir.
Bu durum, mültecilere yönelik toplumsal algının değişmesine ve zaman zaman gerginliklerin yaşanmasına yol açmıştır.
Ç-Türkiye'yi "Türksüzleştirme" diye bir operasyon olabilir mi?
.   Bu terim ("Türksüzleştirme"), genellikle göçmen ve mülteci nüfusunun artışıyla ilişkili olarak, ulusal kimliğin, demografik yapının veya kültürel bütünlüğün “tehlike altında” olduğu endişesini dile getiren “siyasi bir söylemde” ve komplo teorilerinde kullanılan bir ifadedir.
.   "Türksüzleştirme" ifadesi, var olan toplumsal “endişeleri” ve “göç yönetimi eleştirilerini” sert ve çarpıcı bir iddia ile birleştiren siyasi bir terim olarak değerlendirilmelidir.
.   Bu ifade, göçün karmaşık nedenlerini ve sonuçlarını, “basitleştirilmiş ve gizli bir dış müdahale” planına indirgeyerek sunar.
.   Türkiye'deki göçmen nüfusunun demografik ve kültürel etkileri (uyum, gettolaşma, ekonomik rekabet vb.) gerçek ve tartışılması gereken konulardır.
.   Ancak bu etkiler, büyük çoğunlukla bölgesel istikrarsızlığın ve coğrafi zorunlulukların bir sonucudur.
I-Kavramın Kullanım Alanları ve Kökeni
a-Siyasi Söylemde: Bu ifade, genellikle ülkedeki yüksek göçmen ve mülteci sayısının, özellikle Suriye'den gelen “Geçici Koruma” statüsündeki kişilerin kalıcılığı durumunda, nüfus dengesini Türk milleti aleyhine değiştireceği ve ulusal kültürü zedeleyeceği iddiasına dayanır.
b-Komplo Teorilerinde: Bu söylemi kullananlar, büyük göç hareketlerinin dış güçler, uluslararası yapılar veya siyasi aktörler tarafından Türkiye'nin etnik ve kültürel yapısını kasten dönüştürmek ve zayıflatmak amacıyla organize edilen gizli bir "operasyonun" parçası olduğunu öne sürerler.
II-Gerçeklik ve Kanıt Durumu
.  "Türksüzleştirme"nin merkezi bir plan veya operasyon olduğuna dair somut ve doğrulanabilir bir kanıt veya veri bulunmamaktadır.
.   Göç uzmanları, demograflar ve uluslararası kuruluşlar, Türkiye'deki göç durumunu genellikle aşağıdaki etkenlerle açıklar:
a-Jeopolitik Konum: Türkiye'nin Asya, Afrika ve Avrupa arasındaki kilit coğrafi konumu, ülkeyi zorunlu göç ve düzensiz göç rotalarının ana geçiş noktası yapar.
b-Suriye Krizi: 2011'den beri devam eden savaş, milyonlarca kişinin hayatını kurtarmak için Türkiye'ye sığınmasına yol açan, tarihin en büyük insani krizlerinden biridir.
Bu, herhangi bir "operasyondan" ziyade, bölgesel bir çatışmanın “doğal ve kaçınılmaz” bir sonucudur.
c-Çekim Etkenleri: Komşu ülkelerdeki istikrarsızlık ve ekonomik zorluklar (Afganistan, İran, Pakistan), Türkiye'deki “nispi istikrar”, “ekonomik fırsatlar” ve daha “iyi yaşam beklentisi”, “yoksulluk ve şiddetten” kaçan insanlar için doğal bir çekim etkeni oluşturur.
GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ- GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-GÇ-
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.04, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)

GÖREV ve YÜKÜMLÜLÜK

 .    GÖREV ve YÜKÜMLÜLÜK
. Sömürgeciliğe, müstemlekeci güçlere karşı kendi yurdunu, bağımsızlık ve özgürlüğünü, öz değerlerini... savunan kitleler neler yapabilir?
. Neler yapmalıdırlar?
. Nasıl bir düşünce ve davranış içerisinde olunmalıdır?
.  Sömürgeciliğe ve müstemlekeci güçlere karşı bağımsızlık ve özgürlüğünü savunan kitlelerin kullanabileceği çok çeşitli direniş ve mücadele yöntemleri bulunmaktadır.
.  Tarihsel deneyimler ve anti-kolonyal mücadeleler, bu stratejilerin hem pasif/sivil hem de aktif/silahlı olabileceğini göstermiştir.
.   Genel bir bakış açısından “teorik” olarak düşündüğümüzde bu kitlelerin başvurabileceği temel yaklaşımlar nelerdir?
.   Bu yaklaşımlar genellikle birbirini destekleyici şekilde, farklı aşamalarda ve koşullara göre uyarlanarak kullanılır.
.   Bağımsızlık hareketinin liderliği ve kitlelerin azmi, mücadelenin başarısındaki en kritik faktörlerdir.
A) Siyasi ve Diplomatik Mücadele
-Bağımsızlık Bilinci Oluşturma: Eğitimi, kültürü ve yayınları kullanarak, halkın ulusal kimlik ve bağımsızlık ruhunu güçlendirmek, sömürgeci ideolojinin etkilerini silmek.
-Ulusal Birlik ve Örgütlenme: Tüm kitleleri kapsayan, farklı görüş ve kesimleri bir araya getiren güçlü bir ulusal cephe veya siyasi hareket oluşturmak.
-Diplomatik Faaliyetler: Uluslararası platformlarda (Birleşmiş Milletler gibi), kendi davasını ve haklılığını duyurmak, diğer devletlerden ve uluslararası kuruluşlardan destek ve tanınma sağlamak.
-Sömürgeci Güçlerle Müzakere: Güç dengelerini gözeterek, bağımsızlık hedefine ulaşmak için sömürgeci güçlerle masaya oturmak ve siyasi çözümler aramak.
B) Sivil Direniş ve Pasif Eylemler
-Sivil İtaatsizlik: Sömürge yönetiminin haksız yasalarına, vergilere veya kararlarına karşı barışçıl bir şekilde uymayı reddetmek (Gandhi'nin Hindistan'daki tuz yürüyüşü gibi).
-Boykotlar: Sömürgeci güçlerin ekonomik çıkarlarını hedef alarak, onların ürettiği veya sattığı mal ve hizmetleri satın almamak (ekonomik baskı oluşturmak).
-Grevler ve İş Bırakmalar: Sömürge yönetiminin idari ve ekonomik işleyişini durdurmak amacıyla geniş çaplı işçi ve memur grevleri düzenlemek.
-Kitlesel Gösteriler: Kamuoyu baskısı oluşturmak ve ulusal iradeyi göstermek için büyük ve organize protesto yürüyüşleri ve mitingler yapmak.
C) Silahlı Direniş ve Gerilla Savaşları:
Bu tür savunma günümüzde oldukça zordur. Özellikle devleti elinde tutanların buna asla izin vermeyeceğini çok iyi bilmek gerekir.
Bu yöntemleri, heves ederek, deneyen grupların sonu kötü olmuştur.
-Kritik Hedeflere Saldırılar: Sömürge yönetiminin askeri veya idari merkezlerini, iletişim hatlarını ve lojistik depolarını hedef alarak işleyişi aksatmak.
-Ulusal Kurtuluş Ordusu Kurmak: Askeri güce karşı askeri güçle cevap verebilmek için düzenli veya düzensiz askeri birlikler (Kuva-yi Milliye, gerilla birlikleri) oluşturmak.
-Gerilla Savaşları: Sömürgeci ordunun büyüklüğüne ve teçhizatına karşı, küçük, hareketli birliklerle vur-kaç taktiklerini kullanarak yıpratma savaşı yürütmek.
Ç) Başarılı Bir Mücadele İçin Anahtar Unsurlar
-Uzun Vadeli Planlama: Mücadelenin tek bir eylemle değil, yıllara yayılan stratejik bir süreç olduğu bilinciyle hareket etmek.
-Uluslararası Dayanışma: Diğer sömürge karşıtı hareketlerle ve destekleyici uluslararası güçlerle (Üçüncü Dünya ülkeleri, anti-emperyalist gruplar) dayanışma içinde olmak.
-Kültürel Direniş: Kendi dilini, tarihini ve kültürünü koruyarak ve yücelterek sömürgeci asimilasyon politikalarına karşı koymak.
-Ekonomik Kendi Kendine Yeterlilik: Sömürgeci ekonomik sisteme olan bağımlılığı azaltmak için yerel üretimi ve ticareti güçlendirmek.
-Düzenli bir temel bilinçlendirme çalışması yapılmalı ve halkın akıllı, uyanık ve özgür iradeye sahip olabilmesine çalışılmalıdır.
 
 
D) Tarihten örnek verecek olursak, Hindistan, Cezayir, Türkiye Kurtuluş Savaşı neleri, nasıl başarmıştır?
    Harika bir soru olduğunu kabul edip, güzelce incelemek gerekir:
    Bu üç önemli anti-kolonyal mücadele, farklı coğrafyalarda, farklı koşullar altında gerçekleşmesine rağmen, bağımsızlığa ulaşmada benzersiz ve etkili stratejiler kullanmıştır.
.    Hindistan, Cezayir ve Türkiye Kurtuluş Savaşı'nın neleri, nasıl başardığına dair kısa özetler:
.    Bu üç örnek, sömürgeciliğe karşı mücadelenin tek bir kalıbı olmadığını ve koşullara göre pasif direniş, silahlı mücadele ve diplomatik dehanın hepsinin başarıya götürebileceğini gösterir.
I) Hindistan Bağımsızlık Hareketi (İngiltere'ye Karşı)
Hindistan'ın başarısı, esas olarak sivil itaatsizlik ve pasif direnişin (Satyagraha) gücünü kullanarak sömürgeci gücün ahlaki ve ekonomik temelini sarsmak oldu.
a-Neyi Başardı?
1-Sömürge Yönetimini Ahlaki Olarak Çökertmek: İngiliz yönetimini, baskıcı ve adaletsiz bir güç olarak uluslararası kamuoyunda ve bizzat İngiliz halkının vicdanında gözden düşürdü.
2-Kitle Seferberliği: Farklı dil, din ve kastlardan gelen devasa bir nüfusu ortak bir bağımsızlık amacı etrafında birleştirdi.
3-Ekonomik Baskı: Boykotlarla İngiliz ekonomisine zarar verdi ve kendi kendine yeterliliği (örneğin el dokumacılığı) teşvik etti.
b-Nasıl Başardı?
1-Mahatma Gandhi Liderliği ve Satyagraha: Gandhi'nin başlattığı şiddet içermeyen direniş felsefesi. Bu, haksız yasalara karşı barışçıl bir şekilde direnmeyi içeriyordu.
2-Tuz Yürüyüşü (1930): İngiliz tuz tekeline karşı yapılan bu eylem, sivil itaatsizliğin sembolü oldu ve milyonları harekete geçirdi.
3-Boykotlar: İngiliz mallarını, özellikle tekstil ürünlerini, boykot ederek yerel üretimi (Khadi) ve ekonomik bağımsızlığı teşvik etti.
4-Kitlesel Hapse Girişler: Binlerce Hintlinin barışçıl gösteriler sonrası gönüllü olarak hapse girmesi, sömürge hapishanelerini ve yönetim sistemini tıkadı.
II) Cezayir Bağımsızlık Savaşı (Fransa'ya Karşı)
Cezayir'in başarısı, uzun ve kanlı bir silahlı mücadele ile uluslararası diplomatik baskıyı birleştirmesiyle geldi.
a-Neyi Başardı?
1-Askeri Zafer: Fransız ordusunu, yoğun kentsel ve kırsal gerilla savaşıyla askeri ve psikolojik olarak yıprattı.
2-Fransız Kamuoyunu Bölmek: Savaşın vahşeti, Fransa'da büyük bir bölünme yarattı ve savaş karşıtı hareketin güçlenmesine yol açtı.
3-Uluslararası Destek: Özellikle yeni bağımsızlığını kazanmış diğer Afrika ve Asya ülkelerinden (Bağlantısızlar Hareketi) güçlü destek aldı.
b-Nasıl Başardı?
1-Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN): 1954'te silahlı mücadeleyi başlatan ve hem siyasi hem de askeri kanadı olan güçlü bir örgütlenme kurdu.
2-Gerilla Savaşı: FLN, dağlık bölgelerde ve kentsel alanlarda (özellikle Cezayir Savaşı/Savaşı'nda) etkili gerilla taktikleri kullanarak Fransız ordusunun kontrolünü zorlaştırdı.
3-Propaganda ve Diplomasi: Cezayir davasını uluslararası alanda aktif olarak duyurarak, Fransa üzerindeki diplomatik ve siyasi baskıyı artırdı.
4-Evian Anlaşmaları (1962): Nihayetinde Fransa, uluslararası ve iç baskı ile artan askeri maliyetler nedeniyle masaya oturmak zorunda kaldı ve anlaşmalarla Cezayir'in bağımsızlığını tanıdı.
III) Türk Kurtuluş Savaşı (İtilaf Devletlerine Karşı) İstiklal Harbi:
.  Türkiye'nin başarısı, düzenli ordunun kurulması ve askeri zaferlerin, ulusal irade ve diplomatik manevralarla birleştirilmesiyle gerçekleşti.
a-Neyi Başardı?
1-Askeri Zafer: İşgalci güçleri (Yunanistan, Fransa, İtalya, İngiltere'nin desteklediği güçler) Anadolu'dan fiilen ve askeri olarak çıkardı.
2-Ulusal Egemenlik ve Birlik: Saltanatı kaldırarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni (TBMM) kurarak ulusal egemenliğe dayalı yeni bir devletin temellerini attı.
3-Uluslararası Tanınma: Başarılan askeri zaferleri Lozan Barış Antlaşması (1923) ile tescilleyerek tam bağımsız bir ulus devleti kurdu.
b-Nasıl Başardı?
1-Mustafa Kemal Paşa Liderliği: Askeri dehası ve siyasi vizyonu sayesinde dağılmış durumdaki direniş hareketlerini ve eski Osmanlı ordusu kalıntılarını birleştirdi.
2-TBMM'nin Kuruluşu (1920): Milletin bağımsızlık iradesini temsil eden bir merkez kurarak tüm direnişin siyasi meşruiyetini sağladı.
-Düzenli Ordu Kurulumu ve Askeri Başarılar: Dağınık Kuva-yi Milliye birliklerini düzenli orduya dönüştürerek İnönü, Sakarya ve Büyük Taarruz gibi kritik savaşlarda askeri zaferler kazandı.
3-Diplomatik Strateji: Batı cephesinde savaş devam ederken, Rusya ve bazı İtilaf devletleriyle (örneğin Fransa ile Ankara Anlaşması) antlaşmalar yaparak cephe sayısını azalttı ve askeri kaynaklarını ana hedefe (Batı Cephesi) odakladı.
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.04, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)

 



ATATÜRK’ÜN ÜTOPYASI

.   ATATÜRK’ÜN ÜTOPYASI NELERDİ?

.  Atatürk hangi ütopyanın peşindeydi?
.  “Cumhuriyet ütopyası” nasıl gerçekleşti?
A) “Cumhuriyet Ütopyası” Nasıl Gerçekleşti?
.   Cumhuriyet ütopyasının gerçekleşmesi, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde, Ulusal Bağımsızlık, Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması ve ardından köklü Devrimler (İnkılaplar) dizisinin hayata geçirilmesiyle mümkün olmuştur.
.   Bu süreç, sadece yönetim şeklinin değişmesi değil, aynı zamanda toplumsal, siyasal, hukuki ve kültürel alanlarda büyük bir dönüşümü ifade eder.
.  Gerçekleşme Sürecinin Temel Aşamaları:
a-Kurtuluş Savaşı ve Bağımsızlık: Emperyalist işgale karşı kazanılan bağımsızlık, yeni devletin kuruluşunun ön koşuluydu.
b-Saltanatın Kaldırılması (1922): Yönetimdeki tek kişi egemenliğine son verilerek, Cumhuriyet'e giden yolun ilk büyük adımı atıldı.
c-Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923): Türk devletinin yönetim şekli resmen Cumhuriyet olarak belirlendi ve egemenlik kayıtsız şartsız millete devredildi.
ç-Atatürk Devrimleri: Cumhuriyet'in temellerini sağlamlaştıran ve onu çağdaş uygarlık seviyesine taşımayı amaçlayan bir dizi reform yapıldı:
Bu Devrimler, çağdaş bir ulus-devlet ve çağdaş bir toplum yaratma amacının somut adımlarıydı.
-Laikliğin yerleşmesi (Halifeliğin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması).
-Hukuk Devrimi (İsviçre Medeni Kanunu ve diğer kanunların kabulü ile çağdaş hukuk sistemine geçiş).
-Eğitim ve Kültür Devrimi (Harf İnkılabı, Millet Mektepleri).
-Siyasal ve Sosyal Haklar (Kadınlara siyasi hakların verilmesi).
-Ekonomi: Devletçilik ilkesi ve tarımın modernizasyonu (Atatürk Orman Çiftliği gibi örneklerle).
B) Atatürk Hangi Ütopyanın Peşindeydi?
.     Atatürk'ün peşinde olduğu ütopya, genel anlamda "Çağdaş Uygarlık Seviyesine Ulaşmış, Tam Bağımsız ve Egemenliği Millete Ait Yeni Bir Türk Devleti ve Toplumu" ütopyasıdır.
.    Atatürk, bu ütopyayı "Türk milletini çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma" hedefiyle özetlemiştir.
.    Bu ütopya, temel olarak Kemalizm adı verilen altı ilke (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, İnkılapçılık) etrafında şekillenmiştir ve şu hedefleri içerir:

1-Tam Bağımsızlık: Hem siyasi hem de ekonomik olarak hiçbir devlete “bağımlı olmamak”.

2-Milli Egemenlik: Yönetim yetkisinin saraydan veya padişahtan alınıp, “kayıtsız şartsız millete” ait olması.

3-Çağdaşlaşma: “Akıl ve bilimi rehber” edinerek, toplum ve devlet yapısını Batı'nın en ileri medeniyetlerinin üzerine çıkarmak.

4-Laiklik: “Din ve devlet” işlerini ayırarak, “din ve vicdan” özgürlüğünü güvence altına almak.

5-Modern Toplum: “Sınıf ve zümre” farklılıklarının olmadığı, eğitimli, özgür düşünebilen ve kadın-erkek eşitliğine dayanan bir toplum yaratmak.

.  Bunlar tarih önünde kesinlikle çok doğru ve çarpıcı bir saptamadır.
.  Atatürk'ün gerçekleştirdikleri, gerçekten de o dönemin koşulları düşünüldüğünde, birçok kişi için "gerçekleşmesi imkansız bir hayal" ya da bir ütopya olarak görülüyordu.
.  Bunların düşünülmesi, akla gelmesi bile ancak çok az kişinin, aydının yapabileceği bir düşünce idi…
.   Neden Bir Ütopya Olarak Görülüyordu?
1-Tam Bağımsızlık: 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış, toprakları işgal edilmiş ve ordusu dağıtılmış bir milletin, dünyanın en güçlü emperyalist devletlerine karşı savaşarak “tam bağımsızlığı” kazanması.
2-Cumhuriyetin Kurulması: Yüzyıllardır süren mutlak monarşi (Saltanat) geleneğinin ve Hilafet'in olduğu bir coğrafyada, “milli egemenliğe” dayalı bir Cumhuriyet kurmak.
3-Köklü Reformlar (İnkılaplar): Kısa bir zaman dilimi içinde, bir toplumun hukukunu, alfabesini, kılık kıyafetini ve eğitim sistemini baştan aşağı, kökten değiştirmek; yani asırlar süren kurumları ve zihniyeti dönüştürmek. (devrimler)
Ç) ATATÜRK'ün hangi özellikleri bu başarılarda etken olmuştur?
.  Bu büyük başarıları (Kurtuluş Savaşı'nı kazanma ve Cumhuriyet Devrimleri'ni gerçekleştirme) gerçek  kılan, Mustafa Kemal Atatürk'ün “olağanüstü” ve “çok yönlü liderlik” özellikleri olmuştur:
.  Atatürk'ün Başarılarda Etken Olan Temel Özellikleri
1. Vizyoner Liderlik ve İleri Görüşlülük
a-Çağdaş Uygarlık Hedefi: Atatürk, sadece mevcut durumu düzeltmeyi değil, devleti ve toplumu "çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarma" gibi net ve büyük bir vizyon belirledi. 
Henüz “savaş sürerken bile”, gelecekte kurulacak devletin laik ve modern olacağını düşünüyordu.
b-Doğru Zamanlama: Devrimleri ve değişimleri, toplumun tepkisini en aza indirecek ve başarıyı maksimize edecek şekilde doğru zamanlamayla hayata geçirmesi.
2. Akılcılık ve Bilimsellik
a-Pozitivizm: Kararlarını duygusallığa veya dogmaya değil, akla, bilime, somut verilere ve mantığa dayandırması. 
Bu, özellikle eğitim ve hukuk reformlarında (Laiklik ve Tevhid-i Tedrisat) belirleyici olmuştur.
b-Gerçekçilik: Hayalperest olmaktan uzak, gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapma yeteneği. 
Kurtuluş Savaşı'nı başlatırken elindeki kısıtlı imkanları doğru analiz etmiştir.
3. Kararlılık ve İrade Gücü
a-Risk Alma: Gerek Kurtuluş Savaşı'nı başlatırken Samsun'a çıkışı, gerekse Saltanatı ve Halifeliği kaldırırken aldığı radikal kararlar, muazzam bir kararlılık ve risk alma cesareti gerektiriyordu.
b-Geri Adım Atmama: Kendisine karşı çıkan iç ve dış tüm baskılara rağmen, belirlediği hedef ve ilkelerden asla geri adım atmaması.
4. Askeri Deha ve Stratejik Zeka
a-Askeri Başarılar: Çanakkale'den Kurtuluş Savaşı'na kadar gösterdiği üstün askeri planlama ve yönetim yeteneği, siyasi başarıların ön koşulu olan bağımsızlığı kazandırmıştır.
b-Siyasi Strateji: Askeri zaferin hemen ardından, uluslararası ilişkileri (Lozan Barış Konferansı) ve iç siyaseti (Cumhuriyetin İlanı) usta bir “stratejist gibi” yönetmesi.
5. Halkla Bütünleşme ve Güven
a-Milli İrade: Başarılarının temelini, “milletin azim ve kararlılığına” dayandırması ve “milli egemenliği” sürekli vurgulaması.
b-İkna Yeteneği: Hem cephede askerlerini hem de Meclis'te milletvekillerini, hatta toplumun farklı kesimlerini “devrimlerin gerekliliğine” ikna edebilmesi.
6. Disiplin ve Çalışkanlık
a-Yoğun Çalışma: Çok yönlü bir cephe ve siyaset trafiğini yönetirken gösterdiği “yüksek disiplin” ve “aralıksız çalışma azmi”.
b-Öğrenme ve Sorgulama: Yaşam boyu “öğrenmeye ve kendisini geliştirmeye” açık olması, çağdaş felsefeyi ve gelişmeleri yakından takip etmesi.
D) ÖZETLE:
.    ATATÜRK’ün özelliklerinin tümü birleştiğinde, Atatürk, savaş meydanında bir komutan, Meclis'te bir hatip ve laboratuvarda bir reformcu olarak "imkansız" görünen ütopyayı gerçeğe dönüştürmüştür.
.   Atatürk, azim, inanç, bilim ve akılcılığı temel alarak, bu "imkansız" görünen hayali “gerçeğe” dönüştürmüş ve Türk milletine “özgüvenini” yeniden kazandırmıştır.
.   Atatürk’ün yaptıkları, ortaya koyup, gerçekleştirdikleri tarihin en büyük “siyasi ve toplumsal” ütopyalarından birinin gerçekleşmiş durumu olarak kabul edilir.
.   Türk milleti her zaman, bugün de onun yaptıklarını, düşüncelerini, hedeflerini, kişisel özelliklerini kendine örnek alıp, davranmalıdır, bizi ATATÜRK’ten ve onun hedeflerinden uzaklaştırmak isteyecek akımlara karşı savaşabilmeliyiz.
.   Özellikle en güçlü ve de derin algı-zihin operasyonlarının etkili olduğu bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletini, onun “bağımsız ve özgür” olabilmesini, üniter yapısını savunucu ve koruyucu düşünce, davranış ve etkinliklere yönelmemiz kaçınılmazdır.
.   Yurttaşlar olarak özgür irademizi koruyabilmemiz ve ülkenin tüm gerçeklerini görüp yapıcı davranabilmemiz gereklidir.
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.11.04, İS.
.      YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:  ….
.    (YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)

 

1 Kasım 2025 Cumartesi

SALTANATIN KALDIRILMASI

 .   SALTANATIN KALDIRILMASI
.           1 KASIM 1922
.       “Hȃkimiyet Bayramı/
.    Hȃkimiyeti Milliye Bayramı Ve Kutlamaları
.     (1 Kasım 1922/12 Rebiyülevvel 1338-24 Haziran 1934)
.   Bayramlar toplumların millet olmasında önemli sembollerdir.
.   Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında, inkılâplar ile rejim değişikliğine gidilmiştir.
Önce 23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisi’nin açılması, sonra 1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası/kaldırılması ve akabinde 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti millî bir cumhuriyet özelliğine kavuşmuştur.
1 Kasım 1922 Saltanatın ilgası gecesinin 12 Rebiyülevvel’e yani Mevlid-i Nebevi’ye denk gelmesinden dolayı 1-2 Kasım 1922’de millî bayram olarak kabul edilmiş ve 24 Ekim 1923’te de Hâkimiyet Bayramı olarak kanunlaşmıştır.
Basında ve toplumda Hâkimiyeti Millîye Bayramı diye anılan bayram, ülke genelinde ilk ve tek resmi kabul kutlamasını 12 Ekim 1924’te (yani 12 Rebiyülevvel 1924) gerçekleştirmiştir.
18 Nisan 1925 yılında 29 Ekim’in Türkiye Cumhuriyeti’nin tek resmi millî bayramı olarak kabulünden sonra Hakimiyeti Millîye Bayramı resmi kabul merasimi yapılmadan sade bir bayram, resmî tatil günü gibi kutlanmıştır.
.  1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile millî iradenin kayıtsız şartsız millete ait olması konusunda büyük bir adım atılmıştır.
.  Türk milleti, kendi iradesinin tecellisindeki en önemli dönüm noktalarından birisi olan bu tarihi Türk İnkılabını, bir mihenk taşı olarak kabul etmiş ve onu bir bayram olarak kutlamıştır.
.   On iki yıl kutlanan Hâkimiyeti Millîye Bayramı, 1934 yılına kadar Türkiye’deki siyasi, sosyal ve fikir değişimlerine ayna tutmuştur.
Türk İnkılâbı’nın başlangıcını temsil eden rejim değişikliği, saltanatın kaldırılması ile mümkün idi.
Bu yüzden saltanatın kaldırılması, Türk İnkılâbı’nın en önemli aşamalarından bir tanesidir.
Saltanatın ilgasının/kaldırılmasının zamanlaması ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bu hususta yürüttüğü taktik ise takdire şayandır.
İngilizlerin iki başlılık üzerinden elini kuvvetlendirmek isteğini Gazi Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadele’de kazandığı meşruiyetini, halkın zihninde ve kalbinde yerleştirdiği güven ile kazanmıştı.
Çünkü Halk, bu süreçte saltanatı sadece siyasi bir makam olarak görmüştür.
Her şeye rağmen mecliste saltanatın kaldırılmasına tepkilerin olduğu da bir gerçektir.
Tabii burada esas itirazların yönetim şeklinin değişikliğine değil de Mustafa Kemal Paşa’nın uhdesinde bir rejim mi olacak kaygısı ile hilafetin devamlılığı konusunda çekincelerden kaynaklandığını ifade etmek daha doğru olacaktır.
Bu endişeleri dile getirenlerin başında Gazi Mustafa Kemal Paşa ile ilk baştan beri beraber olan O’nun yakın arkadaşı ve Millî Mücadele’nin önemli isimleri; Kâzım Karabekir, Refet Bey ve Rauf Beylerdir.
Özellikle Kâzım Karabekir daha sonra yayımlayacağı “İstiklal Harbimiz” adlı kitabında bu düşüncelerini Anadolu’daki Millî Mücadele'nin başarısının devamı için kuvvetli bir hükümete ihtiyaç olduğu, İstanbul’daki hükümetin artık meşruluğunu kaybettiğini onun yerine Anadolu merkezli cumhuriyetle yönetilen bir rejimin kurulmasına inandığını, hilâfet kurumunun ise İstanbul’da varlığını devam ettirmesi gerektiğini yazarak düşüncesini ortaya koyacaktır.
Rauf Bey ve Refet Bey ise saltanat ve hilâfete bağlılıklarını: “Padişahlık ve Halifelik katına vicdan ve duygu bakımından bağlıyım.
Çünkü benim babam, padişah ekmeği ile yetişmiş, Osmanlı Devleti’nin ileri gelen devlet adamları arasına girmiştir, benim de kanımda o ekmek vardır.
Halifeye bağlılığım ise görgümün gereğidir. Bizde genel düzeni tutmak güçtür, bunu ancak herkesin erişemeyeceği kertede yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir ve o da padişahlık ve halifeliktir.
Bu makamı kaldırmak, onun yerine başka nitelikte bir varlık koymaya çalışmak, hiç uygun bir iş olmaz, yıkıma yol açar ve büyük acı doğurur; bu hiç uygun bir iş olmaz.” şekilde savunmuşlardı.
Bu itiraz ve çekinceleri 31 Ekim 1922 tarihli kabine toplantısında çok uzun ve teferruatlı bir konuşma yaparak cevap veren Gazi Mustafa Kemal Paşa, öz olarak yaşanan sıkıntının tek çözümünün padişahlığı ve böylece İstanbul rejimini kaldırmak olduğunu ifade etmişti.
Zira 30 Ekim 1922’de Dr. Rıza Nur ve arkadaşları tarafından hilafet ve saltanat hakkında bir öneri meclise sunulmuştu.
Şimdi artık gerekli olan sürecin tamamlanmasıdır. 1.11.1338 tarihli 130. oturumda TBMM, Rıza Nur’un teklifinin düzeltilmesine ve Hüseyin Avni Bey’in teklifinin de düzeltilerek ilave edilmesine, iki madde halinde neşr ve ilan olunmak üzere Heyeti Umumiye gönderilmesine karar vermiştir.
.    Düzeltilen ve Meclise sunulan önerge:
-  MADDE 1. — Teşkilâtı Esasiye Kanuniyle Türkiye halkı, hukuku hâkimiyet ve hükümranisini mümessili hakikisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti mâneviyesinde gayrikabili terk ve tecezzi ve ferağ olmak üzere temsile ve bilfiil istimale ve iradei millîyeye istinad etmiyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiği cihetle Misakı Millî hudutları dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka şekli Hükümeti tanımaz.
Binaenaleyh Türkiye halkı hâkimiyeti şahsiyeye müstenid olan İstanbul'daki şekli Hükümeti 16 Mart 1336’dan itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil add eylemiştir.
- MADDE 2. — Hilâfet, Hanedan Al-i Osman'a aid olup halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından bu Hanedanın ilmen ve ahlâkan erşad ve aslah olanı intihab olunur.
Türkiye Devleti Makamı Hilâfetin istinatgahıdır…” şekli ile oylamaya sunulmuştur.
Yapılan oylama sonucunda Lazistan mebusu Ziya Hurşid’in red oyuna rağmen önerge oy çokluğu ile kabul edilmişti.
 Böylece TBMM, İstanbul’daki idarenin sona erdiğini kararlaştırmış, 1 Kasım 1922’de saltanatla hilafet birbirinden ayırılarak, saltanatı kaldırmıştır.
 Padişah Vahdettin, bu vaziyette sadece “Halife” olarak kabul edilmiştir.
İstanbul’da Sadrazam bulunan A. Tevfik Paşa, 4 Kasım gününden itibaren makamına gitmeyerek bu kararı kabul etmişti.
.   Böylece İstanbul Hükümeti yasal dayanağını kaybederek tarihe karışmıştı.
.   Saltanatın İlgasının Bayram İlan Edilmesi:
1-2 Kasım 1922 tarihinin bayram olarak kabulü, ertesi gün basında:
-“Büyük Millet Meclisi 2 Teşrinisani ve gecesinin bayram addedilmesine karar vermiş ve beliğ bir dua ile celseye hitam verilmiştir.
Meclisin tarihi mukarratı yüzbir pare top endahtı ile ilan edilmiş ve halk ve kıtaat-ı askeriye fener alayları tertip etmiştir. Ankara büyük bir sevinç içindedir.
Herkes yekdiğerini tebrik ediyor.” ifadesi ile manşetten verildikten sonra “…İşbu kararın Büyük Millet Meclisi Ali’since müttefiken ve alkışlarla kabulünü müteakip İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendi kürsüye gelerek bu gecenin ve yarın 2 Teşrinisaninin bayram add olunmasını teklif etmiştir.
Meclis teklifi vaki alkışlarla kabul eylemiş ve beliğ bir dua ile celseye hitam verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dün tarihi makarratı yüzbir pare top endahtı ile ilan edilmiş ve kıtaatı askeriye, fener alaylarıyla ve muzıkalarla tezahüratı tes’idiyeye başlamıştır.
Tezahürat devam ediyor.
Herkes büyük bir sevinç içinde yekdiğerini tebrik eylemektedir.
Anadolu ajansı, Veladet-i Risaletpenahiye müsadüf olan bu millî bayram münasebetiyle büyük Türk milletine ve onun mümessili yeganesi bulunan Türkiye Büyük Millet Meclis Alisine arzı tebrikat eyler.” ifadesi ile Ankara’da yapılan bayram kutlamaları ayrıntılı şekilde yer almıştır.
Sadrazam A. Tevfik Paşa’nın istifasını vermesi 4 Kasım tarihli gazetelerde geniş yer bulmuştur.
…..
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3218972

 

HARF DEVRİMİ

 .    HARF DEVRİMİ - 1 KASIM 1928
.   Türkiye Cumhuriyeti Yazısını Niçin Değiştirdi?
Türkiye Cumhuriyeti beşinci yılını doldurur ve birbiri arkasına devrimler yapılırken Mustafa Kemal ve arkadaşları ekin devriminin en önemli, en büyük adımını atmaya hazırlanırlar.
Çünkü genç cumhuriyete, Osmanlı İmparatorluğunun kalıtı olan Arap abecesi türlü sorunlar yaratmaktadır. İmparatorluk, yüzyıllarca Arap abecesini kullanmıştır.
Bu abece, doğallıkla bükünlü bir dil olan Arapçanın doğasına yatkındır; bağlantılı dil özelliği taşıyan Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtmaktan uzak bir dizgedir; Türkçenin ünlü seslerini göstermemekte; h, k, s gibi kimi ünsüzler için birkaç ayrı harf kullanılmaktadır.
Arap abecesi, ayrıca dinsel anlamlar yüklenmiş bir dizgedir.
Okuryazar olmayan halk, bu abeceyle yazılmış tüm kitaplara, gördüğü her basılı kâğıda inanç penceresinden bakmakta, kutsal kitap yazısıyla yazılmış her şeyi âdeta kutsallaştırmakta; bu nedenle salt okuma yazma bilmek bile dinle ilişkilendirilmekteydi.
Okuryazar olmayan halk, dilekçesini, mektubunu yazmaktan yoksundu, eski yazıyı bilenlerin yönlendirmesine açıktı.
Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin amaçladığı devrimlerin yaşama biçimi olması için ilk engellerden biri yazıdır.
Kaldı ki cumhuriyet öncesi yazı ve dil, Osmanlı aydınlarınca da yoğun tartışmalara yol açmıştır.
Mustafa Kemal'in yazının değiştirilmesine ilişkin düşüncesi yeni değildir, bu düşünceyi çevresiyle tartışarak geliştirmiş, o güne değin yapılan çalışmalar da göz önüne alınarak bir kurul oluşturulmuş, bu kurula "Alfabe Komisyonu" denmiş, bu adın yanına bir de "Dil Encümeni" eklenmiştir.
Bu kurulda dokuz üye bulunuyordu.
Ragıp Hulusi Özden, İbrahim Grantay, Ahmet Cevat Emre, Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Avni Başman, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanloğlu'ndan oluşan kurul çalışmalarını kısa zamanda tamamladı.
Mustafa Kemal, yeni abeceyi Dilci İbrahim Necmi Dilmen'den öğrenmiş, 4-5 Ağustos 1928 gecesi Başbakan İsmet İnönü'ye yeni harflerle mektup yazmıştı.
9-10 Ağustos akşamı Sarayburnu'nda düzenlenen bir dinletide Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün yeni harflerle yazdığı açıklamayı yüksek sesle okudu:
            "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak zorundasınız. Anladığımızın belirtilerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum."
Atatürk, aynı gece Sarayburnu'nda halka şunları söylemiştir:
.    "Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır:
Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek...
Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğretiniz...
Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz.
Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu ancak okuma yazma bilir, yüzde doksanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek."
Atatürk, yazıyı değiştirecek devrimi anlatabilmek için hemen yurt gezilerine başladı.
Birçok yerde tahta başında yeni harfleri yazdı, yazdırdı; yeni yazıyı tanıttı, bu yazının ne denli kolay öğrenilebileceğini belirterek her konuda olduğu gibi bu işte de ulusuna öncü oldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1928'de 1353 Sayılı Yasayla 29 harften oluşan yeni Türk abecesini kabul etti.
Yeni abecenin bütün ulusa öğretilmesi, "Millet Mektepleri" (Ulus Okulları) denilen, bir bakıma ülkedeki ekin devrimini hızlandıran kurumlar aracığıyla sağlandı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1 Kasım 1928'de TBMM'yi açarken söylediği şu sözler, Harf Devrimini ve önemini çok iyi tanımlamaktadır:
"Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin yükselme uğraşında başlı başına bir geçit olacaktır.
Yeni Yazı, Eski Dile Ayna Tutuyor
Yeni yazı, bir gerçeği gözler önüne sermişti.
Bu yazıyla Osmanlıcayı oluşturan yabancı sözcükleri, tamlamaları yazmak, yazım birliği sağlamak kolay olmuyordu.
Yazı Devrimi, bir bakıma dile ayna tutmuş, Türkçenin üzerinden kalın bir perde kalkmıştı sanki.
Başka dillerden, özellikle Arapça ve Farsçadan akın eden, bu dillerin yapısına uydurulmaya çalışılarak yapılan uzunlu kısalı, anlaşılması zor "terkipler"in, her biri başka başka yazılan batı kaynaklı sözcüklerin boyunduruğu altındaki Türkçe tanınmayacak durumdaydı.
Kuşkusuz Osmanlıca, yüzyıllar süren bir imparatorluğun diliydi; bu nedenle yadsınamazdı; ama kendi benliğinden çok uzaklaşmış bir dille genç cumhuriyetin bilimsel, sanatsal yaratıcılığının ortaya çıkarması, düşünsel üretimin hızlanması, bütün bilim, sanat, teknik kavramların karşılanması da olanaksızdı.
Mustafa Kemal, dilin de yenileşmesi gerektiğini yakın çevresine açıklamıştı.
Yazı Devrimini gerçekleştiren "Dil Encümeni" dağılmamış, Milli Eğitim Bakanlığı içinde bir birim olarak dil işleriyle ilgilenmeye başlamıştı.
Yazım (imla) konusu, bu kurulun çözmesi gereken ilk sorundu, nitekim "Dil Encümeni" ilkin "İmla Lügatı" (1928) adıyla bir yazım kılavuzu hazırladı.
Arkasından "Türk Söz Kitabı" adıyla sözlük hazırlığına girişildi.
Ancak hem kurul üyeleri arasında anlaşmazlık vardı, hem bu anlaşmazlıklar TBMM kürsüsüne dek uzanıyordu.
Bu kurulun dilin yenileşmesi için sağlıklı çalışamayacağı, siyasal erkin dil işlerine sık sık karışacağı belli olmuştu; nitekim 1931 yazında Milli Eğitim Bakanlığı ödeneğini kesince, Dil Encümeninin çalışmaları son buldu.
https://www.dildernegi.org.tr/TR,609/harf-devrimi---1-kasim-1928.html


 

ATATÜRK’ü ANLAMAK

  .   ATATÜRK’ü ANLAMAK    . .  TÜRK milletinden olan, yurttaşımız olan ama ne yazık ki ne Atatürk'ün değerini, ne de onun başarılarını,...