29 Temmuz 2022 Cuma

Türkiye kendi insanına

 TÜRKİYE kendi yurtsever insanlarına,

ülkesine ve ATATÜRK ilke ve devrimlerine,

onun gösterdiği yola, çağdaş uygarlık hedeflerine

sahip çıkmayı hiçbir zaman bırakmamalıdır.


24 Temmuz 2022 Pazar

23 TEMMUZ

 .  23 TEMMUZ Erzurum Kongresi

·       Erzurum’da bugün MİLLİ MÜCADELE ateşi yakıldı.

·       Erzurum Kongresi ise 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında ATATÜRK'ÜN ÖNDERLİĞİNDE

Erzurum'da toplandı.

·       İşgal altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen 62 delege katıldı.

·       Alınan kararlar kurtuluş mücadelesinde belirleyici oldu.

·       Kongre sonucu, manda ve himaye reddedilerek ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verildi.

·       Başkanlığını Mustafa Kemal'in yaptığı 9 kişilik Temsil Heyeti oluşturuldu ve hükümet gibi görev yapmaya başladı.

·       Türk siyasi tarihindeki iki kavşak noktasının getirdiği kazanımlar, 23-24 Temmuz tarihlerine yaşandı.

·       23 Temmuz'da toplanan ERZURUM KONGRESİ ile Kurtuluş Mücadelesi, 24 Temmuz'da sona eren LOZAN ANLAŞMASI ile de Türkiye'nin bugünkü sınırları çizildi.

·       İsviçre'nin Lozan kentindeki toplantı, Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle çetin geçti.

·       Türkiye'yi temsil eden İsmet İnönü başkanlığındaki heyet, büyük başarı elde etti.

·       Türkiye’nin tapusunu aldığımız LOZAN'da 24 Temmuz’da imzalandı...

·       Anlaşma, 24 Temmuz 1923 tarihinde TBMM temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı temsilcileri tarafından imzalandı.

·       Bu anlaşma ile Türkiye'nin bugünkü sınırları çizildi, yabancı kuvvetlerin işgali sona erdi.

·       Kapitülasyonlar kaldırıldı.

·       Ekonomik, siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız sağlandı.

·       Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu anlaşması olarak kabul edildi.

·       Lozan, ATATÜRK'ün deyimiyle “Türk tarihinde dönüm noktası” oldu.

- LOZAN ANTLAŞMASININ ŞARTLARI

·       Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.

·       Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.

·       Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verildi.

·       Adalar: Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye’de, diğer Ege Adaları İtalya’ya kaldı. İtalya’nın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırıldı.

Sevr Antlaşmasıyla Oniki Ada İtalya’ya diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştı.

Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında müttefiklerin eline geçti ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edildi.

·       Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir.
Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.

·       Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır:

·       - “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır.

Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”

·        Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler’in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.

·       Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.

·       Osmanlı’nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış Antlaşması madde 45,46,47…55, 56).

·       BOĞAZLAR: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir.

Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti.

Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi.

Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı.

Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye’nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı.

·       PATRİKHANELER: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildi.

-        ZAFER SONRASI BARIŞ İÇİN GÖRÜŞMELER BAŞLADI

TBMM Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin akabinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır.

Bunun üzerine Sevr’in tarafı olan İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler.

Lozan’da barış şartlarının görüşülmesi için Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa’yı görevlendirmiştir. Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gitmişti.

Bu süreçte İsmet Paşa Dışişleri Bakanı oldu ve çalışmalar hızlandırıldı.

İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni çağırsalar da bu duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmıştır.

TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı’na Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.
Lozan’da 20 Kasım 1922’de başlayan ilk görüşmelerde Osmanlı borçları, Türk – Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde durulmuş ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır.

Temel konularda tarafların taviz vermeye yanaşmaması üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesildi.

Tabii bu savaş ihtimalini gündeme getirdi.

.   Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretti ki Sovyetler Birliği de yeniden savaş çıkarsa bu sefer Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini ilan etti.

Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye’yi destekleyerek arabulucu oldular.

.  Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi tekrar Lozan’a çağırdı.

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te tekrar başladı.

.   24 Temmuz 1923’e kadar devam eden görüşmeler ile bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır.

Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923’te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır.

İngiltere’nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur.

Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

.   -  ‘EŞSİZ BİR ZAFERDİR’

“Türkiye’nin tapu senedi” olarak gösterilen Lozan için Ulu Önder Atatürk, Nutuk’ta şöyle dedi:

- “Bu antlaşma, Türk Milleti’ne karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”

“Lozan Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır” diyen Atatürk, 26 Temmuz 1927’de Lozan’ın “milli bayram” olarak kutlanmasını istedi.

Lozan, 1924-1950 arasında, tam 27 yıl, resmen olmasa da fiilen milli bayram olarak kutlandı.

1950 sonrası ise kutlamalar sonra erdi.

     -  TEK CEVAP: BAĞIMSIZLIK

Türkiye, Lozan’a Kurtuluş Savaşı’nın galibi olarak giderken, Müttefikler Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı’nın mağlubu olarak görüyordu.

Masadaki herkes Türkiye karşıtı cephede birleşmişti.

İlk sunulan anlaşma metni ise Sevr’den farksızdı…

İsmet Paşa, Ankara’nın da onayıyla teklifi reddetti.

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, bu durum için “İsmet söylediğimiz her şeye aynı cevabı verdi:

-  Bağımsızlık” dedi.

Bunun üzerine Lozan Konferansı 4 Şubat 1923’te kesildi.

İsmet Paşa ve heyeti Türkiye’ye döndü.

Konferans 23 Nisan 1923’te yeniden başladı.

Üç ay sürdü.

·       24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı.

·       Türkiye’nin bugünkü sınırları Lozan Antlaşması ile çizildi.

·       Kapitülasyonlar kaldırıldı.

·       Ekonomik, siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız antlaşması Lozan sayesinde sağlandı.

·       Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması olarak kabul edildi.

 SÖZCÜ Gazetesi 24 Temmuz 2021, 24 Temmuz 2022

5 Temmuz 2022 Salı

ATATÜRK’E KİMLER KARŞIDIR?

 .  ATATÜRK’E KİMLER KARŞIDIR?

. Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcından ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana üzerinde en çok durulması, incelenmesi ve araştırılması gereken konu budur.

. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü anlayamamış, tanıyamamış, kavrayamamış, kabul edememiş, ona düşmanlık beslemiş... kişiler, siyasetler ve kuruluşlar Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sadece zarar vermişlerdir.

. Onlar açıkça ve ortada görünmezler, görünmek istemezler.

. Bunları doğru saptayamadığımızda her yere yayılır ve içten içe o kurumları ele geçirmek beceremezlerse çökertmek isterler.

. Sağ duyulu, akılcı, uyanık davranıp, özgürlük ve bağımsızlıktan yana bir Türkiye istiyor iseniz ilk önce bu tür “Atatürk düşmanlarını” saptamak ve onlara karşı dikkatli olmak gerekecektir.

. Bunu yapamadığınızda ise sizi şirinliklerle, her türlü söz ve sloganlarla kendilerine çekerek, kendi ana hedeflerine doğru yönlendirirler.

. Gözü kapalı particilik ve tarafgirlik taşımaktansa akılcı ve uyanık olmak, kendinizi kullandırmamak gerekir.

. Sahte gündemlerin ve kişilerin izlenmesi yerine hepsinin üstünde bir “dönence”nin ve “arka planın” varlığını görmek ve olası çıkar-hedef “uygulamalarını” duyumsamak yararlı olacaktır.

. Üzerimize düşen budur!

. Yurtseverlik bu değil midir?

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 13.05.2022


4 Temmuz 2022 Pazartesi

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA ÇAĞDAŞLAŞMA

 - ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA ÇAĞDAŞLAŞMA

.  Atatürk, Türk milletine, çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı amaç olarak göstermiştir. Çünkü o, Türk toplumunda çağdaşlaşmayı, her şeyden önce bir “yaşam davası”, bir “var olma mücadelesi” kabul ediyordu.

Atatürk,

- “Büyük davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir”diyor ve bu hususu “Türk milletinin dinamik ideali” olarak gösteriyordu.

.  Onun içindir ki Büyük Önder’in, hemen bütün konuşmalarında uygarlık ve çağdaşlaşma üzerinde önemle ve ısrarla durduğu görülür.

.  Çağdaşlaşma -bir genel tanım yapmak gerekirse- her bakımdan içinde bulunduğumuz zamanın gereklerini benimseme, o gereklere uyma, o gerekleri yerine getirme demektir.

.  Bir diğer ifade ile gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından, çağın gerektirdiği yaşam şekline geçme, geçebilme demektir.

.  İleri ülkeler, gösterdikleri siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerle içinde bulundukları çağın uygarlığını temsil etmek üzere belli bir düzey çizerler.

.  İşte bu düzey “ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİ”dir.

.  Bir ülkenin, bir milletin çağdaş olup olmadığı, yaşadığı zamanın uygarlık düzeyine yakınlığı, bu uygarlık alanına dahil oluşu ile ölçülür.

.  Atatürk’ün

- “Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir.” sözü, bu anlamda kullanılmıştır.

.  Atatürk, uygarlığı bir milletin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği ilerlemelerin bileşkesi olarak tanımlıyordu.

.  Bu anlamda bir uygarlık anlayışının, “KÜLTÜR”le eşdeğer olduğunu, ondan ayrılamayacağını söylüyordu.

 - “Millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.”

sözünde millî kültür geniş anlamda kullanılıyor, Türk milletinin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği düzey, yani Türk milletinin uygarlığı amaçlanıyordu.

.  Atatürk’e göre,

- “Dünya’da her milletin varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, ancak gösterdiği ve göstereceği uygar eserlerle orantılıdır. Uygar eser meydana getirmek yeteneğinden mahrum milletler, özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdur.”

O halde

Uygarlık yolunda ilerlemek ve başarı kazanmak, yaşamın şartıdır.

.  İşte bu gerçekçi düşüncelerin ışığında Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi kalkındırmak, Türk milletini hakkı olan uygar düzeye ulaştırmak, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin “VAR OLMA SAVAŞI”nda en önemli konuyu oluşturuyordu.

.  Diğer taraftan büyük askerî zaferleri takiben Lozan’da bağımsızlığını onaylatan yeni Türk Devleti’ni bütün dünya, çağdaş nitelikleriyle görmek, çağdaş nitelikleriyle benimsemek istiyordu.

.  Kendi içine kapanmış, çağın yeniliklerinden, uygarlığın gereklerinden uzaklaşmış bir Türkiye, şüphesiz ki çağdaş dünya ölçüleri içinde saygı göremez, önem kazanamazdı.

.  Büyük Önder bu gerçeği gördüğü içindir ki:

- “Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız Türkiye’de çağdaş, batılı bir hükümet kurmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?” sözleriyle, çağdaşlaşma özlemini dile getiriyordu.

.  O halde ne yapılacaktı?

.  Yapılacak iş şu idi:

- Çağdaş milletler çağdaşlık niteliğini, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılarak ancak bilim ve teknoloji kurallarını kendilerine rehber edinerek kazanmışlardı. O halde, Türk milletine de her alanda yol gösterecek, onu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak tek rehber, bilim ve teknik idi. Bilim ve teknik rehber alınmadıkça, onun kuralları ve yöntemleri benimsenmedikçe hiçbir alanda ilerlemekten söz edilemezdi.

.  Bu bakımdan Atatürk’e göre,

- “İlim ve tekniğin dışında kılavuz aramak, dalgınlıktı, bilgisizlikti, doğru yoldan ayrılmaktı.

.  İşte Atatürk’ün çağdaşlaşma modeli temelde bu esasa dayanır.

.  Büyük Önder bu konuda düşüncelerini şöyle özetlemektedir:

- “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Tam tersine ileri, uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam, ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız ve her millet bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur.”

.  İşte Atatürk’ün bize, çağdaşlaşmanın yolunu ve yöntemini gösteren ölmez sözleri…

.  Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, toplumumuzu ve sosyal durumumuzu göz önünde canlandıran bir tablo çizmek gerekirse, bunun pek de iç açıcı olmadığı görülür.

.  Ama bütün bu güçlüklere rağmen, çağdaş bir toplum yaratmakta Atatürk’ün nasıl çalıştığı, nasıl olağanüstü bir çaba harcadığı hepimizin malûmudur.

.  Atatürk çağdaşlaşma hareketini başlattığı, büyük devrimlerine giriştiği zaman, Türk toplumu -yüzyılların ihmali olarak- batıdan çok gerideydi.

.  1925’lerde yaptığı bir konuşmada bunu, kendisi de söyler:

- “Birbirimizi aldatmayalım! Uygar dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek ve o uygarlık alanına girmek zorundayız”der.

.  Gerçekten, o yıllarda batı uygarlığı ile aramızdaki mesafe büyüktü.

.  Memleket, baştan-sona kadar bakımsız ve harabe idi.

.  Ulaşım imkânları, yol ve araç son derece kısıtlı idi.

.  Özellikle ekonomik yaşamımız, çağdaş ölçülerden çok uzaktı.

.  Ölüm kalım savaşından çıkmış, malî kapitülâsyonları yeni üzerinden atmış bir memlekette ekonomi millî bir atılıma gerek gösteriyordu.

.  Hukuk düzenimiz şeriat esaslarına, Mecelle’ye dayanıyordu.

.  Oysaki günün gereklerine uygun lâik bir hukuk düzeni getirmek, bu amaçla yeni yasalar yapmak ve uygulamak gerekiyordu.

.  Yine bu yıllarda eğitimimiz, kültür yaşamımız esaslı bir devrime gerek gösteriyordu.

.  Geniş kitle okuldan, eğitimden nasibini almıştı.

.  Okuma yazma bilenlerimiz yok denecek kadar azdı.

.  Genç kuşakları yüzyılın gereklerine göre yetiştirebilmek için bilimin ve teknolojinin ışığında, lâik ve millî bir eğitim sistemine gerek vardı.
.  Çağdaş Türk biliminin temellerini atacak olan üniversitemiz -o zamanki ismiyle Darülfünun- batılı anlamda esaslı bir düzenlemeye gerek gösteriyordu.

.  Darülfünunu doğulu renginden kurtararak modernleştirmek, ona millî ve çağdaş üniversite niteliğini kazandırmak, Türk Devrimi yönünden büyük önem taşıyordu.

.  Bir diğer sosyal sorun, Türk kadını yüzyıllar süren bir ihmalin sonucu olarak toplum yaşamının dışında bırakılmıştı.

.  Kadın, siyasal hakları şöyle dursun, sosyal ve hukuksal haklarından da mahrumdu.

.  Oysaki uygarlık yolunda yükselme adımlarının, kadın ve erkek, her iki cins tarafından beraber atılması; beraber yol alınması gerekiyordu.

.  İşte bütün bu eksiklere, bütün bu güçlüklere rağmen Atatürk görmüş ve sezmiştir ki uygarlık savaşında her şeyden önce esas ve önemli olan, çağdaşlaşmayı önleyici düzeni ortadan kaldırmak, yerine, insanca yaşamanın yollarını açan lâik ve demokratik bir toplum düzeni kurmaktır.

.  Bu ise düşünüş biçiminde değişikliği gerektirir.

.  Bu bakımdan Atatürk döneminde Türk toplumunun çeşitli kurum ve kuruluşlarında yapılan her devrim, temelde, düşüncelerde yapılan devrime dayanmaktadır.

.  Atatürk Devrimi, aslında bir “DÜŞÜNCE DEVRİMİ”dir.

.  Diğer bir ifade ile her türlü hurafeden sıyrılarak çağdaş düşünceyi benimseme, akılcı, bilimci ve gerçekçi yoldan yürüme devrimidir.

.  Atatürk ilke ve devrimleri, Türk çağdaşlaşma hareketinin en önemli unsurunu, bu atılımın itici gücünü oluşturmaktadır.

.  Zira Atatürk ilke ve devrimleri, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığın çizdiği yolları içermektedir.

.  Atatürk de:

- “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan çağımıza uygun uygar bir toplum haline getirmektir. Devrimlerimizin temel kuralı budur.” diyor.

.  Bu nedenledir ki Atatürk’ün önderliğinde yapılan söz konusu devrimler, yeni Türk Devleti’nin çağdaş şekil almasını, Türk toplumunun her yönüyle uygar nitelik kazanmasını sağlamıştır.

Atatürk devrimleri, birbiriyle bağlantılı bir bütünlük gösterir.

.  Bu bütün içinde tüm devrimlerin kökü, bir düşünüş değişikliğine dayanmaktadır.

.  O değişiklik, her türlü dogmadan kurtularak akılcı bir yolu gerektirmektedir.

.  Atatürk devrimlerini, tarihimizde kendisinden önce yapılmış devrim hareketlerinden ayıran en önemli fark, bu devrimlerin lâik bir temel üzerine oturtulmuş olmasıdır.

.  Tanzimattan, hatta daha gerilerden Atatürk dönemine kadar uzanan yenileşme çabalan teokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde düşünülüyor, bu düzenle bağlantılı olarak gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.

.  Atatürk devrimleri ise kendisine ortam ve temel olarak, lâik devlet ve lâik toplum düzenini ve bu düzenin gerekliliğini kabul etmekle yakın tarihimiz içinde kendisinden önceki devrim hareketlerinden temelde ayrılır.

.  Atatürk devrimlerini kendisinden önceki devrim hareketlerinden ayıran diğer bir husus da, bu devrimlerin tam bir inançla, kesin kararlılıkla başlatılmış olmasıdır.

.  Bu inanç ve kararlılık, bu yeniliklerin Türk milletinin çağdaşlaşma yolundaki gereksinim ve isteklerine en uygun şekilde cevap vermelerinden kaynaklanmaktadır.

.  Atatürk devrimleri bu nitelikleri nedeniyledir ki sosyal yapımızda kısa zamanda tamamen kök salmışlardır.

.  İşte akılcı çizgide birbirini tamamlayıcı ilkeler ve devrimler dizisi olan Atatürkçü çağdaşlaşma, siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik yönleriyle bir bütündür.

.  Ancak bu bütünün en büyük özelliği, çağdaşlaşma sürecinde yenilikleri benimserken, millî niteliğini, yani öz benliğini de korumasıdır.

.  Atatürkçü çağdaşlaşma, bizim için batıyı körü körüne taklit, ona körü körüne bir uyum değildir.

.  Burada önemli olan, gerek düşünüş biçimi gerekse kurumlar açısından batılılaşırken, millî özelliği kaybetmemek, hatta daha yerinde bir ifade ile çağdaş yenilikleri millî yapı içinde eritmektir.

.  Atatürk’ün:

Biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım, diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz.” sözleri, bu anlamda kullanılmıştır.

.  Bu bakımdan Atatürk önderliğinde başlatılan Türk çağdaşlaşma hareketi, batı uygarlığına, batı teknolojisine dönüş yanında unutulmuş Türklüğe de bir dönüştü.

.  Zira Türk milleti, tarihin çok eski dönemlerinde büyük uygarlıklar kurmasına, insanlığa büyük hizmetler yapmasına karşın, son yüzyıllarda bazı siyasal ve toplumsal etkenler, engeller sebebiyle -kendi suçu olmaksızın- batıdan geride kalmıştı.

.  Oysaki bir zamanlar batı, Türklerden gerideydi.

.  İşte Türk çağdaşlaşma atılımıyla Türk’ün uygar niteliği tekrar harekete getiriliyordu.

.  Nitekim Atatürk, 10. yıl söylevinde

- “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” derken, Türk çağdaşlaşma hareketinin bu millî yönünü bütün açıklığıyla dile getiriyordu.

.  Buradan şu sonuca varıyoruz ki ATATÜRKÇÜ ÇAĞDAŞLAŞMA akıl, mantık ve bilim çizgisinde belki her modelden esinlenmiş, ama asıl cevheri, asıl temeli kendi içinden çıkarmış, asıl amacı kendi gereksinim ve isteklerini göz önüne alarak belirlemiştir.

.  Atatürkçü çağdaşlaşmanın özellikleri arasında bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır; o da şudur:

- Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak bağımsızlık, millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur.

.  Ancak bu nitelikte ve bu ortam içinde bir çağdaşlaşma, insanî açıdan değer ifade eder.

.  Yoksa, bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun mandater çağdaşlaşma, insan hak ve özgürlüklerinden yoksun totaliter çağdaşlaşma, çağdaş bir ilerleme, çağdaş bir yaşam olamaz.

.  Atatürkçü çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği, lâik ve demokratik devlet ve toplum düzeni içinde gelişmeye açık yönüdür.

.  Atatürk’ün çağdaşlaşma yöntemi, “AZ ZAMANDA ÇOK VE BÜYÜK İŞLER YAPMAK” esasına dayanır. .  Atatürkçülük’te zaman ölçüsü Büyük Önder’in ifadesiyle:

- “Geçmiş yüzyılların uyuşturucu düşünüş biçimine göre değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre” ayarlanmıştır.

.  Bu bakımdan, çağdaşlaşma yolunda, atılan her adımı kısa ve yetersiz görmek, her an daha uzun ve daha esaslı adımlarla ileriye yürümek, Atatürkçü çağdaşlaşmanın esasıdır.

.  Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu kabul eden Atatürkçülük, akılcılığa ve bilime verdiği değer sebebiyledir ki çağdaşlaşma yolunda bugün olduğu gibi yarın da geçerliliğini koruyacaktır.

.  Nitekim Büyük Önder:

- “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale pozitif bilimdir.” direktifiyle bize yolumuzu göstermiş bulunmaktadır.

.  Atatürk’ün gösterdiği yolda aşılan ara, gerçekten çok büyüktür.

.  Memleket bir çağdan yeni bir çağa götürülmüştür.

.  Ancak amaca tam ulaşılmamıştır.

.  İdealimiz, Türk milletinin bu aydınlık yolda, Atatürk’ün gösterdiği amaca kesinlikle erişmesidir.

 

https://www.atam.gov.tr/duyurular/ataturkcu-dusunce-isiginda-cagdaslasma


 

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...