TÜRKİYE kendi yurtsever insanlarına,
ülkesine
ve ATATÜRK ilke ve devrimlerine,
onun gösterdiği yola, çağdaş uygarlık hedeflerine
sahip
çıkmayı hiçbir zaman bırakmamalıdır.
TÜRKİYE kendi yurtsever insanlarına,
ülkesine
ve ATATÜRK ilke ve devrimlerine,
onun gösterdiği yola, çağdaş uygarlık hedeflerine
sahip
çıkmayı hiçbir zaman bırakmamalıdır.
. 23 TEMMUZ Erzurum Kongresi
· Erzurum’da
bugün MİLLİ MÜCADELE ateşi yakıldı.
· Erzurum
Kongresi ise 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında ATATÜRK'ÜN
ÖNDERLİĞİNDE
Erzurum'da toplandı.
· İşgal
altındaki 5 doğu ili Trabzon, Erzurum, Sivas, Bitlis ve Van'dan gelen 62 delege
katıldı.
· Alınan
kararlar kurtuluş mücadelesinde belirleyici oldu.
· Kongre
sonucu, manda ve himaye reddedilerek ilk kez ulusal bağımsızlığın koşulsuz
olarak gerçekleştirilmesine karar verildi.
· Başkanlığını
Mustafa Kemal'in yaptığı 9 kişilik Temsil Heyeti oluşturuldu ve hükümet gibi
görev yapmaya başladı.
· Türk siyasi
tarihindeki iki kavşak noktasının getirdiği kazanımlar, 23-24 Temmuz
tarihlerine yaşandı.
· 23
Temmuz'da toplanan ERZURUM KONGRESİ ile Kurtuluş Mücadelesi, 24 Temmuz'da
sona eren LOZAN ANLAŞMASI ile de Türkiye'nin bugünkü sınırları çizildi.
· İsviçre'nin
Lozan kentindeki toplantı, Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi
nedeniyle çetin geçti.
· Türkiye'yi
temsil eden İsmet İnönü başkanlığındaki heyet, büyük başarı elde etti.
· Türkiye’nin
tapusunu aldığımız LOZAN'da 24 Temmuz’da imzalandı...
· Anlaşma,
24 Temmuz 1923 tarihinde TBMM temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu,
Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı,
Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı temsilcileri
tarafından imzalandı.
· Bu
anlaşma ile Türkiye'nin bugünkü sınırları çizildi, yabancı kuvvetlerin işgali
sona erdi.
· Kapitülasyonlar
kaldırıldı.
· Ekonomik,
siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız sağlandı.
· Lozan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu anlaşması olarak kabul edildi.
· Lozan, ATATÜRK'ün
deyimiyle “Türk tarihinde dönüm noktası” oldu.
- LOZAN ANTLAŞMASININ ŞARTLARI
· Fransızlarla
imzalanan Ankara Anlaşması’nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.
· Irak
Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu
konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp
anlaşacaklardı.
· Türk-Yunan
Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç
Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı
Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye
verildi.
· Adalar:
Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye
antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye’de, diğer Ege Adaları İtalya’ya
kaldı. İtalya’nın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması
kararlaştırıldı.
Sevr Antlaşmasıyla Oniki Ada
İtalya’ya diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştı.
Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında
müttefiklerin eline geçti ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edildi.
· Türkiye-İran
Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da
imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir.
Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.
· Azınlıklar:
Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir.
Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık
tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır:
· -
“Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem
de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden
yararlanacaklardır.
Özellikle, giderlerini kendileri
ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her
türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve
denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel
ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”
· Batı
Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu
Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler’in mübadele edilmeleri
kararlaştırıldı.
· Savaş
tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle
istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş
tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.
· Osmanlı’nın
borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler
arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız
frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan
yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin
temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam
ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış
Antlaşması madde 45,46,47…55, 56).
· BOĞAZLAR:
Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici
bir çözüm getirilmiştir.
Buna göre askeri olmayan gemi ve
uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti.
Boğazların her iki yakası
askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir
kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında
sürdürülmesine karar verildi.
Böylece Boğazlar bölgesine Türk
askerlerinin girişi yasaklandı.
Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye’nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam
etmesi kararlaştırıldı.
· PATRİKHANELER:
Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi
yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildi.
-
ZAFER
SONRASI BARIŞ İÇİN GÖRÜŞMELER BAŞLADI
TBMM Hükümeti’nin Yunan
kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin akabinde Mudanya Ateşkes Antlaşması
imzalanmıştır.
Bunun üzerine Sevr’in tarafı
olan İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak
olan barış konferansına davet ettiler.
Lozan’da barış şartlarının
görüşülmesi için Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa’yı görevlendirmiştir. Mudanya
görüşmelerine de katılan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak gitmişti.
Bu süreçte İsmet Paşa Dışişleri
Bakanı oldu ve çalışmalar hızlandırıldı.
İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM
Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni çağırsalar da bu
duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmıştır.
TBMM Hükûmeti Lozan
Konferansı’na Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni
devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile
Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi,
savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları
(ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar
hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.
Lozan’da 20 Kasım 1922’de başlayan ilk görüşmelerde Osmanlı borçları, Türk –
Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde durulmuş
ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul
konularında anlaşma sağlanamamıştır.
Temel konularda tarafların taviz
vermeye yanaşmaması üzerine 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesildi.
Tabii bu savaş ihtimalini
gündeme getirdi.
. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk
Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretti ki Sovyetler Birliği de
yeniden savaş çıkarsa bu sefer Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini ilan etti.
Haim Nahum Efendi öncülüğündeki
azınlık temsilcileri de Türkiye’yi destekleyerek arabulucu oldular.
. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini
göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için
Türkiye’yi tekrar Lozan’a çağırdı.
Taraflar arasında karşılıklı
verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te tekrar başladı.
. 24 Temmuz 1923’e kadar devam eden görüşmeler
ile bu süreç Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sonuçlanmıştır.
Taraf ülkelerin temsilcileri
arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince
onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde
görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923’te, Yunanistan tarafından 25
Ağustos 1923’te, İtalya tarafından 12 Mart 1924’te, Japonya tarafından 15 Mayıs
1924’te imzalanmıştır.
İngiltere’nin anlaşmayı
onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur.
Anlaşma, tüm tarafların
onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos
1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
. - ‘EŞSİZ BİR ZAFERDİR’
“Türkiye’nin tapu senedi” olarak
gösterilen Lozan için Ulu Önder Atatürk, Nutuk’ta şöyle dedi:
- “Bu antlaşma, Türk Milleti’ne
karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı
sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Benzeri
görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!”
“Lozan Türk tarihinde bir dönüm
noktasıdır” diyen Atatürk, 26 Temmuz 1927’de Lozan’ın “milli bayram” olarak
kutlanmasını istedi.
Lozan, 1924-1950 arasında, tam
27 yıl, resmen olmasa da fiilen milli bayram olarak kutlandı.
1950 sonrası ise kutlamalar
sonra erdi.
- TEK
CEVAP: BAĞIMSIZLIK
Türkiye, Lozan’a Kurtuluş
Savaşı’nın galibi olarak giderken, Müttefikler Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı’nın
mağlubu olarak görüyordu.
Masadaki herkes Türkiye karşıtı
cephede birleşmişti.
İlk sunulan anlaşma metni ise
Sevr’den farksızdı…
İsmet Paşa, Ankara’nın da
onayıyla teklifi reddetti.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord
Curzon, bu durum için “İsmet söylediğimiz her şeye aynı cevabı verdi:
- Bağımsızlık” dedi.
Bunun üzerine Lozan Konferansı 4
Şubat 1923’te kesildi.
İsmet Paşa ve heyeti Türkiye’ye
döndü.
Konferans 23 Nisan 1923’te
yeniden başladı.
Üç ay sürdü.
· 24
Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı.
· Türkiye’nin
bugünkü sınırları Lozan Antlaşması ile çizildi.
· Kapitülasyonlar
kaldırıldı.
· Ekonomik,
siyasi, adli, hukuki bağımsızlığımız antlaşması Lozan sayesinde sağlandı.
· Lozan,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması olarak kabul edildi.
SÖZCÜ Gazetesi 24 Temmuz 2021, 24 Temmuz 2022
. ATATÜRK’E KİMLER KARŞIDIR?
. Türk Kurtuluş Savaşı'nın
başlangıcından
ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana üzerinde en çok durulması, incelenmesi ve araştırılması gereken konu budur.
. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü
anlayamamış, tanıyamamış, kavrayamamış, kabul edememiş, ona düşmanlık beslemiş... kişiler, siyasetler ve kuruluşlar Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sadece zarar vermişlerdir.
. Onlar açıkça ve ortada
görünmezler, görünmek istemezler.
. Bunları doğru saptayamadığımızda her yere yayılır ve içten içe o kurumları ele geçirmek beceremezlerse çökertmek isterler.
. Sağ duyulu, akılcı,
uyanık davranıp, özgürlük ve bağımsızlıktan yana bir Türkiye istiyor iseniz ilk önce bu tür “Atatürk düşmanlarını”
saptamak ve onlara karşı dikkatli olmak gerekecektir.
. Bunu yapamadığınızda ise sizi şirinliklerle, her
türlü söz ve sloganlarla kendilerine çekerek, kendi ana hedeflerine doğru yönlendirirler.
. Gözü kapalı particilik ve tarafgirlik taşımaktansa
akılcı ve uyanık olmak, kendinizi kullandırmamak gerekir.
. Sahte gündemlerin ve kişilerin
izlenmesi yerine hepsinin üstünde bir “dönence”nin ve “arka planın” varlığını
görmek ve olası çıkar-hedef “uygulamalarını” duyumsamak yararlı olacaktır.
. Üzerimize düşen budur!
. Yurtseverlik bu değil midir?
.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 13.05.2022
- ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE IŞIĞINDA ÇAĞDAŞLAŞMA
. Atatürk, Türk milletine, çağdaş uygarlık
düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı amaç olarak göstermiştir. Çünkü o,
Türk toplumunda çağdaşlaşmayı, her şeyden önce bir “yaşam
davası”, bir “var olma mücadelesi”
kabul ediyordu.
Atatürk,
- “Büyük
davamız en uygar ve en refaha kavuşmuş millet
olarak varlığımızı yükseltmektir”diyor ve bu hususu “Türk milletinin dinamik ideali” olarak
gösteriyordu.
. Onun içindir ki Büyük Önder’in, hemen bütün
konuşmalarında uygarlık ve çağdaşlaşma üzerinde önemle ve ısrarla durduğu
görülür.
. Çağdaşlaşma -bir genel tanım yapmak gerekirse-
her bakımdan içinde bulunduğumuz zamanın gereklerini benimseme, o gereklere
uyma, o gerekleri yerine getirme demektir.
. Bir diğer ifade ile gerek düşünüş biçimi
gerekse kurumlar açısından, çağın gerektirdiği yaşam şekline geçme, geçebilme
demektir.
. İleri ülkeler, gösterdikleri siyasal, sosyal,
kültürel ve ekonomik gelişmelerle içinde bulundukları çağın uygarlığını temsil
etmek üzere belli bir düzey çizerler.
. İşte bu düzey “ÇAĞDAŞ
UYGARLIK DÜZEYİ”dir.
. Bir ülkenin, bir milletin çağdaş olup
olmadığı, yaşadığı zamanın uygarlık düzeyine yakınlığı, bu uygarlık alanına
dahil oluşu ile ölçülür.
. Atatürk’ün
- “Memleketler çeşitlidir; fakat uygarlık birdir ve bir
milletin ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması gerekir.” sözü,
bu anlamda kullanılmıştır.
. Atatürk, uygarlığı bir milletin devlet
yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği ilerlemelerin
bileşkesi olarak tanımlıyordu.
. Bu anlamda bir uygarlık anlayışının, “KÜLTÜR”le eşdeğer olduğunu, ondan ayrılamayacağını
söylüyordu.
- “Millî
kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.”
sözünde
millî kültür geniş anlamda kullanılıyor, Türk milletinin devlet yaşamında,
fikir yaşamında ve ekonomik yaşamda gösterdiği düzey, yani Türk milletinin
uygarlığı amaçlanıyordu.
. Atatürk’e göre,
- “Dünya’da her milletin varlığı, değeri, özgürlük ve
bağımsızlık hakkı, ancak gösterdiği ve göstereceği uygar eserlerle orantılıdır.
Uygar eser meydana getirmek yeteneğinden mahrum milletler, özgürlük ve
bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdur.”
O
halde
“Uygarlık yolunda ilerlemek ve başarı kazanmak, yaşamın
şartıdır.”
. İşte bu gerçekçi düşüncelerin ışığında
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’yi kalkındırmak, Türk milletini hakkı olan
uygar düzeye ulaştırmak, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin “VAR
OLMA SAVAŞI”nda en önemli konuyu oluşturuyordu.
. Diğer taraftan büyük askerî zaferleri takiben
Lozan’da bağımsızlığını onaylatan yeni Türk Devleti’ni bütün dünya, çağdaş
nitelikleriyle görmek, çağdaş nitelikleriyle benimsemek istiyordu.
. Kendi içine kapanmış, çağın yeniliklerinden,
uygarlığın gereklerinden uzaklaşmış bir Türkiye, şüphesiz ki çağdaş dünya
ölçüleri içinde saygı göremez, önem kazanamazdı.
. Büyük Önder bu gerçeği gördüğü içindir ki:
- “Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız
Türkiye’de çağdaş, batılı bir hükümet kurmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de
batıya yönelmemiş millet hangisidir?” sözleriyle, çağdaşlaşma özlemini
dile getiriyordu.
. O halde ne yapılacaktı?
. Yapılacak iş şu idi:
- Çağdaş milletler çağdaşlık niteliğini, her türlü dogmatik
unsurdan sıyrılarak ancak bilim ve teknoloji kurallarını kendilerine rehber
edinerek kazanmışlardı. O halde, Türk milletine de her alanda yol gösterecek,
onu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak tek rehber, bilim ve teknik idi. Bilim
ve teknik rehber alınmadıkça, onun kuralları ve yöntemleri benimsenmedikçe
hiçbir alanda ilerlemekten söz edilemezdi.
. Bu bakımdan Atatürk’e göre,
- “İlim ve tekniğin dışında kılavuz aramak, dalgınlıktı,
bilgisizlikti, doğru yoldan ayrılmaktı.”
. İşte Atatürk’ün çağdaşlaşma modeli temelde bu
esasa dayanır.
. Büyük Önder bu konuda düşüncelerini şöyle
özetlemektedir:
- “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz edemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgisiz yaşayamayız. Tam tersine
ileri, uygar bir millet olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu
yaşam, ancak bilim ve teknikle olur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alacağız
ve her millet bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve teknik için sınır ve koşul
yoktur.”
. İşte Atatürk’ün bize, çağdaşlaşmanın yolunu
ve yöntemini gösteren ölmez sözleri…
. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, toplumumuzu ve
sosyal durumumuzu göz önünde canlandıran bir tablo çizmek gerekirse, bunun pek
de iç açıcı olmadığı görülür.
. Ama bütün bu güçlüklere rağmen, çağdaş bir
toplum yaratmakta Atatürk’ün nasıl çalıştığı, nasıl olağanüstü bir çaba
harcadığı hepimizin malûmudur.
. Atatürk çağdaşlaşma hareketini başlattığı,
büyük devrimlerine giriştiği zaman, Türk toplumu -yüzyılların ihmali olarak-
batıdan çok gerideydi.
. 1925’lerde yaptığı bir konuşmada bunu,
kendisi de söyler:
- “Birbirimizi aldatmayalım! Uygar dünya çok ilerdedir. Buna
yetişmek ve o uygarlık alanına girmek zorundayız”der.
. Gerçekten, o yıllarda batı uygarlığı ile
aramızdaki mesafe büyüktü.
. Memleket, baştan-sona kadar bakımsız ve
harabe idi.
. Ulaşım imkânları, yol ve araç son derece
kısıtlı idi.
. Özellikle ekonomik yaşamımız, çağdaş
ölçülerden çok uzaktı.
. Ölüm kalım savaşından çıkmış, malî
kapitülâsyonları yeni üzerinden atmış bir memlekette ekonomi millî bir atılıma
gerek gösteriyordu.
. Hukuk düzenimiz şeriat esaslarına, Mecelle’ye
dayanıyordu.
. Oysaki günün gereklerine uygun lâik bir hukuk
düzeni getirmek, bu amaçla yeni yasalar yapmak ve uygulamak gerekiyordu.
. Yine bu yıllarda eğitimimiz, kültür yaşamımız
esaslı bir devrime gerek gösteriyordu.
. Geniş kitle okuldan, eğitimden nasibini
almıştı.
. Okuma yazma bilenlerimiz yok denecek kadar
azdı.
. Genç kuşakları yüzyılın gereklerine göre
yetiştirebilmek için bilimin ve teknolojinin ışığında, lâik ve millî bir eğitim
sistemine gerek vardı.
. Çağdaş Türk biliminin temellerini
atacak olan üniversitemiz -o zamanki ismiyle Darülfünun- batılı anlamda esaslı
bir düzenlemeye gerek gösteriyordu.
. Darülfünunu doğulu renginden kurtararak
modernleştirmek, ona millî ve çağdaş üniversite niteliğini kazandırmak, Türk
Devrimi yönünden büyük önem taşıyordu.
. Bir diğer sosyal sorun, Türk kadını yüzyıllar
süren bir ihmalin sonucu olarak toplum yaşamının dışında bırakılmıştı.
. Kadın, siyasal hakları şöyle dursun, sosyal
ve hukuksal haklarından da mahrumdu.
. Oysaki uygarlık yolunda yükselme adımlarının,
kadın ve erkek, her iki cins tarafından beraber atılması; beraber yol alınması
gerekiyordu.
. İşte bütün bu eksiklere, bütün bu güçlüklere
rağmen Atatürk görmüş ve sezmiştir ki uygarlık savaşında her şeyden önce esas
ve önemli olan, çağdaşlaşmayı önleyici düzeni ortadan kaldırmak, yerine,
insanca yaşamanın yollarını açan lâik ve demokratik bir toplum düzeni
kurmaktır.
. Bu ise düşünüş biçiminde değişikliği
gerektirir.
. Bu bakımdan Atatürk döneminde Türk toplumunun
çeşitli kurum ve kuruluşlarında yapılan her devrim, temelde, düşüncelerde
yapılan devrime dayanmaktadır.
. Atatürk Devrimi, aslında bir “DÜŞÜNCE DEVRİMİ”dir.
. Diğer bir ifade ile her türlü hurafeden
sıyrılarak çağdaş düşünceyi benimseme, akılcı, bilimci ve gerçekçi yoldan
yürüme devrimidir.
. Atatürk ilke ve devrimleri, Türk çağdaşlaşma
hareketinin en önemli unsurunu, bu atılımın itici gücünü oluşturmaktadır.
. Zira Atatürk ilke ve devrimleri, Türkiye’yi
çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığın
çizdiği yolları içermektedir.
. Atatürk de:
- “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı,
Türkiye Cumhuriyeti halkını her bakımdan çağımıza uygun uygar bir toplum haline
getirmektir. Devrimlerimizin temel kuralı budur.” diyor.
. Bu nedenledir ki Atatürk’ün önderliğinde
yapılan söz konusu devrimler, yeni Türk Devleti’nin çağdaş şekil almasını, Türk
toplumunun her yönüyle uygar nitelik kazanmasını sağlamıştır.
Atatürk
devrimleri, birbiriyle bağlantılı bir bütünlük gösterir.
. Bu bütün içinde tüm devrimlerin kökü, bir
düşünüş değişikliğine dayanmaktadır.
. O değişiklik, her türlü dogmadan kurtularak
akılcı bir yolu gerektirmektedir.
. Atatürk devrimlerini, tarihimizde kendisinden
önce yapılmış devrim hareketlerinden ayıran en önemli fark, bu devrimlerin lâik
bir temel üzerine oturtulmuş olmasıdır.
. Tanzimattan, hatta daha gerilerden Atatürk
dönemine kadar uzanan yenileşme çabalan teokratik bir devlet ve toplum düzeni
içinde düşünülüyor, bu düzenle bağlantılı olarak gerçekleştirilmeye
çalışılıyordu.
. Atatürk devrimleri ise kendisine ortam ve
temel olarak, lâik devlet ve lâik toplum düzenini ve bu düzenin gerekliliğini
kabul etmekle yakın tarihimiz içinde kendisinden önceki devrim hareketlerinden
temelde ayrılır.
. Atatürk devrimlerini
kendisinden önceki devrim hareketlerinden ayıran diğer bir husus da, bu devrimlerin
tam bir inançla, kesin kararlılıkla başlatılmış olmasıdır.
. Bu inanç ve kararlılık, bu yeniliklerin Türk
milletinin çağdaşlaşma yolundaki gereksinim ve isteklerine en uygun şekilde
cevap vermelerinden kaynaklanmaktadır.
. Atatürk devrimleri bu nitelikleri
nedeniyledir ki sosyal yapımızda kısa zamanda tamamen kök salmışlardır.
. İşte akılcı çizgide birbirini tamamlayıcı
ilkeler ve devrimler dizisi olan Atatürkçü çağdaşlaşma, siyasal, sosyal,
kültürel ve ekonomik yönleriyle bir bütündür.
. Ancak bu bütünün en büyük özelliği,
çağdaşlaşma sürecinde yenilikleri benimserken, millî niteliğini, yani öz benliğini
de korumasıdır.
. Atatürkçü çağdaşlaşma,
bizim için batıyı körü körüne taklit, ona körü körüne bir uyum değildir.
. Burada önemli olan, gerek düşünüş biçimi gerekse
kurumlar açısından batılılaşırken, millî özelliği kaybetmemek, hatta daha
yerinde bir ifade ile çağdaş yenilikleri millî yapı içinde eritmektir.
. Atatürk’ün:
“Biz batı uygarlığını bir taklitçilik yapalım, diye
almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi yapımıza uygun bulduğumuz
için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz.” sözleri, bu anlamda
kullanılmıştır.
. Bu bakımdan Atatürk önderliğinde başlatılan
Türk çağdaşlaşma hareketi, batı uygarlığına, batı teknolojisine dönüş yanında
unutulmuş Türklüğe de bir dönüştü.
. Zira Türk milleti, tarihin çok eski
dönemlerinde büyük uygarlıklar kurmasına, insanlığa büyük hizmetler yapmasına
karşın, son yüzyıllarda bazı siyasal ve toplumsal etkenler, engeller sebebiyle
-kendi suçu olmaksızın- batıdan geride kalmıştı.
. Oysaki bir zamanlar batı, Türklerden
gerideydi.
. İşte Türk çağdaşlaşma atılımıyla Türk’ün
uygar niteliği tekrar harekete getiriliyordu.
. Nitekim Atatürk, 10. yıl söylevinde
- “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar
niteliği ve büyük uygar yeteneği bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek
uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” derken, Türk
çağdaşlaşma hareketinin bu millî yönünü bütün açıklığıyla dile getiriyordu.
. Buradan şu sonuca varıyoruz ki ATATÜRKÇÜ ÇAĞDAŞLAŞMA
akıl, mantık ve bilim çizgisinde belki her modelden esinlenmiş, ama asıl
cevheri, asıl temeli kendi içinden çıkarmış, asıl amacı kendi gereksinim ve
isteklerini göz önüne alarak belirlemiştir.
. Atatürkçü çağdaşlaşmanın özellikleri arasında
bir noktayı daha belirtmekte fayda vardır; o da şudur:
- Atatürkçü çağdaşlaşmanın temelinde devlet olarak bağımsızlık,
millet olarak egemenlik, birey olarak hak ve özgürlükler söz konusudur.
. Ancak bu nitelikte ve bu ortam içinde bir
çağdaşlaşma, insanî açıdan değer ifade eder.
. Yoksa, bağımsızlıktan ve egemenlikten yoksun
mandater çağdaşlaşma, insan hak ve özgürlüklerinden yoksun totaliter
çağdaşlaşma, çağdaş bir ilerleme, çağdaş bir yaşam olamaz.
. Atatürkçü
çağdaşlaşmanın en belirgin özelliği, lâik ve demokratik devlet ve toplum düzeni
içinde gelişmeye açık yönüdür.
. Atatürk’ün çağdaşlaşma yöntemi, “AZ ZAMANDA
ÇOK VE BÜYÜK İŞLER YAPMAK” esasına dayanır. .
Atatürkçülük’te zaman ölçüsü Büyük Önder’in ifadesiyle:
- “Geçmiş yüzyılların uyuşturucu düşünüş biçimine göre
değil, yüzyılımızın hız ve hareket kavramına göre” ayarlanmıştır.
. Bu bakımdan,
çağdaşlaşma yolunda, atılan her adımı kısa ve yetersiz görmek, her an daha uzun
ve daha esaslı adımlarla ileriye yürümek, Atatürkçü çağdaşlaşmanın esasıdır.
. Yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu
kabul eden Atatürkçülük, akılcılığa ve bilime verdiği değer sebebiyledir ki
çağdaşlaşma yolunda bugün olduğu gibi yarın da geçerliliğini koruyacaktır.
. Nitekim Büyük Önder:
- “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık
yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale pozitif bilimdir.”
direktifiyle bize yolumuzu göstermiş bulunmaktadır.
. Atatürk’ün gösterdiği yolda aşılan ara,
gerçekten çok büyüktür.
. Memleket bir çağdan yeni bir çağa
götürülmüştür.
. Ancak amaca tam ulaşılmamıştır.
. İdealimiz, Türk
milletinin bu aydınlık yolda, Atatürk’ün gösterdiği amaca kesinlikle
erişmesidir.
https://www.atam.gov.tr/duyurular/ataturkcu-dusunce-isiginda-cagdaslasma
. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...