13 Ocak 2023 Cuma

TÜRK DÜŞMANLIĞININ GEN HARİTASI

  - TÜRK DÜŞMANLIĞININ GEN HARİTASI

Avrupa'daki Türk düşmanlığının kökenleri ENGELS/VOLTAIRE/KATERINA Türkler yakıp yıkan şeytanın uşağıdır

Avrupadaki Türk düşmanlığının köklerine inen Milliyet gazetesi yazarı Güneri Cıvaoğlu, tarihteki Avrupalı yöneticilerin ve sanatçıların Türk düşmanlıklarını yazdı. Cıvaoğlu, geçmişten bu yana Türkler için ekilen nefret tohumlarının örneklerini köşesine taşıdı.

İşte Cıvaoğlu'nun o yazısı:

Fransa‘da kabul edilen ve Anayasa Mahkemesi’ne götürülen “inkâr yasasını” sadece Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türk düşmanlığıyla izah etmek sığlıktır. Bugün hâlâ ve yüzyıllardır çok etkili isimler “Avrupa’da Türklere nefret tohumları” ekmiştir.

İşte örnekler...

TÜRKLER YOK EDİLMELİ

Önce güncelden başlayayım.

İsveç’in önceki Türkiye Büyükelçilerinden Eric Cornel’in, 

“Bir İslam ülkesinin kutsal Roma İmparatorluğu” 

başlıklı makalesinden satırlar: 

“Avrupalılık bilinci, Türklerin İslami yayılmacılığının önlenmesi için yürütülen mücadele sürecinde gelişmiştir.

Dolayısıyla, Hıristiyanlığın İslam’a karşı konumu, Avrupa’nın Türklere karşı tutumu gibi, soğukluk ve umursamazlık temelindedir.”

TÜRKLER TANRININ GÖNDERDİĞİ CEZADIR

Sarkozy’nin kafası “tek” değil.

Büyükelçi Cornel ve onun gibiler çok.

O kafalar geçmiş yüzyıllardan bu yana aynı tohumların zehirli ürünleriyle beslendiler.

Bakınız nasıl?

Alman Papaz Martin Luther (1483-1576) Hıristiyanlıkta Reform hareketini başlatan kişidir.

Hoşgörüyü esas alan, özgürlükçü bir din anlayışını savunmuştur.

Protestanlık mezhebinin kurucusudur.

Hoşgörünün yolunu açan Luther’e göre Türkler Katolik Kilisesi’nin yanlışlarına, yolsuzluklarına karşı “Tanrı’nın gönderdiği cezadır.”

TÜRKLER ŞEYTANIN UŞAĞIDIR

İşte satırları: 

“Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır. Türk’ün tanrısı olan şeytanı yenmeden Türk’ü yenmek kolay olmayacaktır. Tanrı, işlenen sayısız günah ve nankörlük nedeniyle şeytan Türkleri Almanların başına bela etmiştir. Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı; tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır. Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bir Türk öldürürdüm...” ......................

İNSANLIĞIN İKİ BÜYÜK BELASINDAN BİRİSİ TÜRKLER

Fransız Filozof Voltaire...

Fransız Devrimi ve Aydınlanma hareketinin öncülerindendir.

Günümüzde özellikle düşünce ve ifade özgürlüğünün temel taşı sayılan “Efendi, fikirlerine katılmıyorum; ama fikirlerini özgürce dile getirmeni sonuna kadar savunacağım!” sözüyle tanınmaktadır.

Ama bakın Rus-Osmanlı Savaşı sürerken Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdıklarına:

 “Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek... İnsanlığın iki büyük baş belası var: Birincisi veba, ikincisi Türkler... (...)

EN AZINDAN BİR KAÇ TÜRK'ÜN ÖLDÜRÜLMESİNE KATKI SUNMAK İSTERİM

"Hümanizm ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim.

Ben en azından birkaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim.

Gerçi bu benim hoşgörü ilkeme uymuyor, ama insanlar çekilişlerle yoğrulmuştur...”

Prusya Kralı’na yazdığı mektupta ise

“Yunanistan’a zulmeden Türklerden her zaman nefret edeceğim. Ne barbar şeyler! Onlara 60 yıldır Cenevre saatleri satıyoruz, ancak hâlâ bunlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Saatleri nasıl kuracaklarını bile bilmiyorlar.”

.................. İngiliz şair George (Lort) Byron (1788-1824), romantik akımın öncesi Byron Türklerden nefret konusunda romantik değil. Osmanlı’ya karşı Yunan isyanı sürecinde isyanlara fiilen katılmak için Yunanistan’a gitmişti. ..................

Fransız şair, yazar ve devlet adamı Victor Hugo (1802-1885):

"Bu katil imparatorluktan, “Osmanlı”dan yakamızı kurtaralım. Bağnazlığı ve zorbalığı susturalım. Elde kılıç dolaşan boş inançları, doğmaları etkisiz hale getirelim."

TÜRKLERİN ORTADAN KALDIRILMASI GEREKLİ

.................. Alman filozof Friedrich Engels (1820-1895):

“Avrupa’nın en güzel toprakları ayak takımının egemenliğinden kurtarılacaktır.

Avrupa Türkiye’sinde Yunan Slav kent soylu sınıfının etki ve zenginliği sürekli artmakta, Türkler her geçen gün gerilemekte. Zaten Türkler devleti ve asker gücünü ellerinde tutmasalardı çoktan yok olup giderlerdi.

Türklerin sahip oldukları -uygarlığı engelleyen- bu tekel ve güç artık güçsüzlüğe dönüşecektir.

 İşin doğrusu, Türklerin ortadan kaldırılmaları gerekir.”

 .     Cıvaoğlu yazdı:

03.02.2012 - 12:20

https://www.ensonhaber.com/medya/civaoglu-yazdi-turk-dusmanligi-gen-haritasi-2012-02-03


.

AVRUPA’NIN BİN YILLIK ÖFKESİ

 - AVRUPA’NIN BİN YILLIK ÖFKESİ:

-  "TÜRKLER YOK EDİLMELİ!"

.  HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, Meclis’te başkanlık teklifinin 11. maddesinin görüşülmesi sırasında yaptığı konuşmada,

- “Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Yahudilerin büyük katliam ve soykırımlarla topraklardan sürüldüğü” şeklinde sözleri nedeniyle 3 birleşime katılmama cezası aldı.

Paylan’a AK Parti, CHP ve MHP Grup Başkanvekilleri tepki gösterirken, Paylan’ın konuşması TBMM tutanaklarından da çıkarıldı.(Gazeteler-14 Ocak 2017)

Sayın Vekil; asıl “Soykırımı” Asya’da, Afrika’da ve Avrupa’da Türkler’e ve Müslümanlara uygulanmıştır.

Bu da yetmiyormuş gibi gerek Mondros ve gerkse Sevr Antlaşmaları ile Türkler yok edilip vatansız bırakılmak istenmiştir.

Öyle ki; “Türkler yok edilmeli” tohumlarını, ne yazık ki bizim de; düşünür, filozof, bilgin, bilge, sanatçı ve de bilim adamı dediğimiz kişiler ekmiştir.

Bakınız nasıl?

Hiç bir millete ve hiç bir milletin vatanına, tarihine, varlığına ve dinine bu derece hainlikler dolu içten ve dıştan saldırılmaz bölmeye parçalayarak yok etmeye çalışılmazken; dünya insanlık sahnesinde hep Türklere devamlı Türk vatanlarına ve Müslüman milletlere, bilhassa bizim üstümüze saldırılar hiç eksik olmadı.

Ve halen de bütün hızı ve bütün güçleriyle içimizden ve dışımızdan üstümüze yürünmektedir. Bunun nedenleri ise; Müslüman millet olan Türklerin “zengin topraklara sahip olmak” “dünyanın merkezi ve en görkemli coğrafyasına sahip olmak” “dünyanın en büyük yer altı ve yer üstü madenlerine sahip olmak.”

Avrupa ABD ve hatta Latin dünyası bile; Ermenilere şirin gözükmek için Türk ve Türkiye düşmanlığı yapmakadır.

Bugün hâlen “Avrupa’da Türklere nefret tohumları” ekilmeye devam ediliyor.

Türk düşmanlığı her zaman Türk halklarına karşı yapılırken, Balkan Müslümanlarına, özellikle Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklarada yapıldı. Ayrıca günümüzde Yunanistan, Almanya, Belçika, Ermenistan, Çin, Bulgaristan, Polonya, ABD, İsveç, Danimarka, Fransa, İran ve Rusya gibi ülkelerde Türkler ırkçı saldırılara uğradılar.

Türk düşmanlığının kökleri Haçlı Seferleri’ne kadar dayanır.

Selçuklular’ın Anadolu`yu fethi ve bunu takip eden Bizans’ın umutsuz durumu Papa II. Urban’ı bütün Hıristiyan dünyasını Türklere karşı bir savaşa çağırmasına yol açtı işte o gün bu gündür Türk Milleti batı zulmünden halen kurtulamadı.

1400`lerin ortalarında Türklere karşı özel olarak Avrupa`nın her yerinde Katolik dini törenler düzenlenmiştir.

Bu dini törenlerde verilen mesaj Türklere karşı bir zaferin sadece Tanrı’nın yardımıyla kazanılabileceği ve bu yüzden Hıristiyan aleminin Türklerin zalimliğine karşı direncini yitirmemesi gerektiğidir.

Viyana piskoposu dünyayı dinsizliğe sürükleyen günümüzün büyük papazlarının atalarından Johann Faber (1478 – 1541) bunları söylemişti:

-“Dünyada yaş ve cinsiyet ayırımı yapmadan çocuk yaşlı herkesi kesen, hatta ana rahmindeki bebeği bile katleden Türkler kadar acımasız ve kaba bir ırk yoktur.

Diye iftira etmişti.
Türkleri küçük düşürmek için 16. yüzyılda tüm Avrupa’da 2500 civarında (1000’den fazlası Almanya’da) kitaplar bastırdılar ve dağıttılar.”

Yani “kana susamış Türk” imajı yerleştirilmeye çalışıldı.

1480-1610 yılları arasında Amerika`nın keşfi ile ilgili olan kitap sayısının üç dört katı kitapla bu konuda yazıldı.

Bu dönemde Osmanlılar, Balkanları fethetmiş ve Viyana`yı kuşatmıştı.

Bu nedenle Avrupa`da Osmanlılara karşı büyük bir korku vardı.

Dünyaca ünlü Türk düşmanı Martin Luther`in yakın arkadaşı ve Protestanlığın en önemli isimlerinden olan Philipp Melanchthon, Türklerin “Kızıl Yahudiler´´ olduğunu dünyaya yaymaya çalıştı.

Buna dayanak olarak Türklerde ve Yahudilerde ortak olan erkek çocukları sünnet ettirme ve diğer ortak âdet ve görenekleri gösterdi.

Kızıl benzetmesini de Türklerin “kan tazısı“ gibi katleden öldüren savaşan bir millet olmasına bağlıyor inandırmak için çok çirkin yolar deniyordu.

Martin Luther, Türkleri papalık makamı ile kilisedeki yolsuzluk ve bozulmaya karşı Hıristiyan dünyasına Tanrı`nın bir cezası olarak görmüştür.

1518`de, 95 Tez`ini açıkladığında, Martin Luther, "Tanrı`nın Hıristiyanları veba, savaş ve depremlerle cezalandırması gibi bu sefer de Türkleri yollayarak cezalandırdığını" iddia etmişti.

Bazı ilahiyatçılara göre Türk kelimesi “Torquere’den” “Torture,” “işkence” anlamına gelmektedir.

Bir diğer popüler teoriye göre Türkler, zalim bir ırk kabul edilen İskitlerle aynı ırktandır diye Türk’ü kötüleyerek Batı’nın zehirlenmesine ön ayak oldu.

19. yüzyıl sonlarında, William Gladstone Türkofobiyi Britanya politikasında Osmanlı İmparatorluğu`na karşı bir politika değişikliği olarak ortaya attı.

Gladstone, Osmanlı yönetimindeki Bulgarlar hakkında 5 Eylül 1876 tarihinde basılan, “Bulgarian Horrors and the Question of the East,” başlıklı 64 sayfalık bir broşür kaleme aldı ve Türklerin dünyadan tasfiye edilmesi gerekliliğini anlattı.

Gladstone`a göre Türkler; “insanlığın dev bir insanlık dışı örneği’dir.”

“Türk Hükümeti” olarak adlandırdığı Osmanlı hükümeti için ise “hiçbir hükümetin işlemediği kadar günah işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar günahkârlığa saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır” demiştir.

Pek çok ülkede Türkler ve Türkî halklar ile ilgili ırkçı deyimlere rastlanır:
Avusturya`nın kırsal kesimlerinde çocukların

- “Es ist schon dunkel. Türken kommen. Türken kommen” “Hava çoktan karardı. Türkler geliyor. Türkler geliyor.”

diye tekerleme söylediği hâlen söylenir.

Almancada hileli anlamına gelen “Getürkt” “Türkleştirilmiş” kelimesi halen kullanılmaktadır.

Ermenicede, Türk sözü hâlen genel olarak birinin aklını sorgulamak için kullanılır:

- “Sen Türk müsün?” aynı zamanda kirli düzensiz bir evi ima etmek için kullanılır:

- “Bir Türkün evine benziyor?”

Fransızcada Turc kelimesi eskiden "C`est un vrai Turc" “Tam bir Türk” vb. deyimlerde kaba ve acımasız insanları belirtmek için kullanılırdı.

Bir İspanyol biriyle ilgili küçük düşürücü bir yorum yapmak istediğinde “Turco" derdi.
İtalyancada “
Türk gibi küfretmek” ve “Türk gibi pis kokmak” deyimleri sıklıkla kullanılır.

En kötü şöhretli İtalyanca deyim (manşetlerde de sıkça kullanılır) yakın bir tehlikeyi belirtmek amacıyla kullanılan “Anneciğim, Türkler geliyor!” deyimidir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi`nde askerlere uygun adım yürüme eğitimi verilirken söyletilen;

- “En iyi Türk, ölü Türk” sloganı, 2008 yılında hükumet tarafından alınan bir kararla yasaklandı. Norveççede “Bir Türk kadar kızgın” şeklinde bir deyim vardır.

Alman Papaz Martin Luther (1483-1576) Luther’e göre; Türkler Katolik Kilisesi’nin yanlışlarına, yolsuzluklarına karşı “Tanrı’nın gönderdiği cezadır.”

İşte satırları:

- “Türkler, Tanrı’nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan şeytanın uşağıdır.

Türk’ün Tanrısı olan şeytanı yenmeden Türk’ü yenmek kolay olmayacaktır.

Tanrı, işlenen sayısız günah ve nankörlük nedeniyle şeytan Türkleri Almanların başına bela etmiştir.

Bir Türk’ü öldüren vicdan azabı duymamalı; tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır.

Eğer Samson gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bir Türk öldürürdüm…”

Fransız Filozof Voltaire' in Rus-Osmanlı Savaşı sürerken Rus Çariçesi II. Katerina’ya yazdıklarına bakın:

- “Yüce majesteleri, Türkleri öldürerek bana yeniden hayat veriyorsunuz. Siz Avrupa’nın gücünü aldınız. Türk dilini ve onu konuşanları Avrupa’dan sürmek gerek…

İnsanlığın iki büyük baş belası var:

Birincisi veba, ikincisi Türkler… (…)

Hümanizm ilkem olmasaydı, Türklerin hepsinin kökünün kazınmasını görmek isterdim.

Ben en azından birkaç Türk’ün öldürülmesine katkıda bulunmak isterdim."

Gerçi bu benim hoşgörü ilkeme uymuyor, ama insanlar çekilişlerle yoğrulmuştur…”
Prusya Kralı’na yazdığı mektupta ise “Yunanistan’a zulmeden Türklerden her zaman nefret edeceğim.

Ne barbar şeyler! Onlara 60 yıldır Cenevre saatleri satıyoruz, ancak hâlâ bunlarla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Saatleri nasıl kuracaklarını bile bilmiyorlar.”

İngiliz şair George (Lort) Byron (1788-1824), romantik akımın öncesi Byron Türklerden nefret konusunda romantik değil. Osmanlı’ya karşı Yunan isyanı sürecinde isyanlara fiilen katılmak için Yunanistan’a gitmişti.

Fransız, yazar ve devlet adamı Victor Hugo (1802-1885): 

- "Bu katil imparatorluktan, Osmanlı’dan yakamızı kurtaralım.

Bağnazlığı ve zorbalığı susturalım."

Türk düşmanlığını böyle kusuyordu..

- Elde kılıç dolaşan boş inançları, doğmaları etkisiz hale getirelim."

Diyen de oydu.

Fakat bunların hepsi geberdi gitti Türk halen hayatta ve kimsede bir şey yapamamakta.

Zira bu vatan toprakları peygamberlerin vatanıdır.

Alman filozof Friedrich Engels (1820-1895): 

-“Avrupa’nın en güzel toprakları ayak takımının egemenliğinden kurtarılacaktır.

Avrupa Türkiye’sinde Yunan Slav kent soylu sınıfının etki ve zenginliği sürekli artmakta, Türkler her geçen gün gerilemekte.

Zaten Türkler devleti ve asker gücünü ellerinde tutmasalardı çoktan yok olup giderlerdi.

Türklerin sahip oldukları -uygarlığı engelleyen- bu tekel ve güç artık güçsüzlüğe dönüşecektir.

İşin doğrusu, Türklerin ortadan kaldırılmaları gerekir.”

.   Bu kişiler veya buna benzer yüzlerce Batılı düşünürler böyle düşünmüşlerdir.

Allah aşkına Türk asıllı, bir bilge, bir bilgin bir düşünür bir sanatçı yani Mevlana mı, Yunus Emre’mi, Hacı Bektaşı Veli mi, Ahmed Yesevi mi hangisi; herhangi hangi bir millet için bu kadar ağır ve hakaret edici cümleler kullanmıştır!

Şimdi soruyorum acaba; Türkler mi barbar, Türkler mi “soykırımcı” yoksa Batı dünyası mı?

(ÖNCE VATAN)

Necati Aydın, 19 Ocak 2017 |

Bahçeşehir Üniversitesi (BAU) Medya İlişkileri Direktörlüğü tarafından yayına hazırlanmaktadır.

https://www.bauhaber.com/avrupanin-bin-yillik-ofkesi-turkler-yok-edilmeli/

 

NEDEN TÜRK DÜŞMANLIĞI?

   NEDEN TÜRK DÜŞMANLIĞI?

Onur Öymen bir uyarıda bulundu...

Aynen şöyle: 

-“Üç gün önce, saat 16,00’da NTV’de ” Kayıttayız “ adlı programda ” Geçmişimizle Yüzleşelim “ sloganı altında 1915 olaylarından başlayarak yakın tarihimizle ilgili olarak çok ağır suçlamalarda bulunuldu.  Son 100 yılda yaşanan olaylarla ilgili olarak tamamen tek taraflı bir yaklaşımla, sürekli olarak o devirlerdeki Osmanlı idaresiyle daha sonraki Türkiye Cumhuriyetleri hükümetleri suçlandı. Ermeni çeteciler, devlete karşı silahlı ayaklanmada bulunanlar ve teröristler hakkında tek bir olumsuz söz söylenmedi. Yüzbinlerce Türk’ün katledilmesinden hiç bahsedilmedi. ”
Öte yandan, Arap kökenli olduğu söylenen ve AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Dr. Yasin Aktay, Bayburt’ta katıldığı panelde, 

-“Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok”  dedi.
1) Tarihte Türk düşmanlığı her zaman olmuştur. Türklere, Türk kültürüne, Osmanlı’ya ve bugün de Türkiye Cumhuriyetine yönelik olan Anti-Turkism(Türk fobisi) akımının, içeride de her zaman ajanları olmuştur.

Dışarıda ise günümüzde bile bazı ülkelerde, Türkler ırkçı saldırılara uğramaktadırlar.
Türk düşmanlığının kökleri Haçlı Seferlerine kadar dayanır.

Selçukluların Anadolu’yu fethi ve bunu takip eden Bizans’ın umutsuz durumu Papa II. Urban’ı bütün Hıristiyan dünyasını Türklere karşı bir savaşa çağırmasına yol açmıştır.
1400’lerin ortalarında Avrupa’nın her yerinde Katolikler dini törenler düzenlemiş ve Türklere karşı bir zaferin sadece Tanrı’nın yardımıyla kazanılabileceğini söylemişlerdir.

Hristiyanlar dini etnik düşmanlık için kullanmıştır.
2) Türklüğe karşı olanların bir gerekçesi ümmetçiliktir.

Gerçekte ise bunlar da yanlış düşünüyor.

En azından tarihten ders almamışlar.

Eğer ümmetçilik yetseydi, Araplar Arap milliyetçiliği yaparak, Hilafeti de elinde tutan Osmanlı’nın dışına çıkmazlardı.
Osmanlı’nın en zor durumda olduğu 1916, Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizlerin ve İngiliz Thomas Edward Lawrence’ın kışkırtmasıyla, Osmanlı hakimiyeti altındaki Arap halkları bağımsızlık mücadelesi başlattı.

Osmanlının burayı terk etmesinden sonra da bölge -Arabistan- İngilizler ile Fransızlar arasında bölüşüldü.
Bazıları,

-“Bu hareket bazı Arap çapulcuların hareketidir... Arapların Osmanlı’yı arkadan vurması değildir...”diyor.

Oysa ki bir avuç çapulcu ile düzenli orduya karşı bir ülkenin bağımsızlık savaşı vermesi imkansızdır.

Dahası Arapların Osmanlı’dan çıkıp, İngiliz ve Fransız sömürgesi olması,  ümmetçiliğinin birleştirici olmadığını gösterir. 
3) Türkiye’de hiç kimsenin Türk olduğundan şüphesi yoktur.

Daha önemlisi  Türkiye insanı Türklüğünü ispat etmek zorunda değildir.

Türk düşmanı  ajanlar, Türklerin hoşgörüsünü ve Türk’ün, Türk olmayanlara karşı da şefkatli tutumunu istismar ederek, Türklüğü tartışmaya açmak ve zayıflatmak istiyorlar.
Kaldı ki kendini Türk hissedenler de en az Türkler kadar bu ülkeyi seviyorlar.

Söz gelimi, İspanya’dan 500 yıl önce engizisyondan kaçan Yahudilere, Osmanlı kucak açmıştır.

Yahudiler de her zaman vatansever olmuştur.

Yine Rus-Çerkes Savaşı (1763-1864) sonrası Rusların Çerkes sürgünü nedeniyle Türkiye’ye gelen Çerkesler, her zaman ve her alanda ayırım yapmadan, Türkiye’yi benimsemiş, korumuş kollamış ve çalışmışlardır.

4) Bugün de Türkler özgüven sahibi oldukları için, Türk olmayanlara karşı etnik ayırım yapmıyorlar.

Buna rağmen kendini Türk hissetmeyenler içinde yer alan bazı kimseler veya Türk olmayanlar içinde bazıları, dışa bağlı çıkar ilişkisi içinde ısrarla Türk düşmanlığı yapıyorlar.
Türk yoktur diyen Yasin Aktay, Türklerin kendisine sağladığı düzen ve imkanlar içinde profesör olmuştur.

Acaba Atatürk ve Kurtuluş Savaşı olmasaydı aynı imkanları sağlayabilir miydi?
Türkiye’de on yıl öncesine kadar, hiç kimse bir başkasının etnik kimliğini merak etmedi ve ayırım yapmadı. Herkes birbirine insani değerler üzerinden sevgi ve saygı gösterdi.

Ancak kimse de soyunu inkar etmedi.

Zira soyunu inkar edenler de haramzadedir.

On yıldan beridir neden sürekli Türklük üstüne gidiliyor?   
5) Ermeni meselesinde Türk karşıtı yanlı yayın yapan NTV’nin başında Erman Yerdelen var.

Gezi olayları sırasında çalışanları listeleyen de aynı kişi idi.

Esfender KORKMAZ

3 Aralık 2013 Salı

 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/yazi-arsivi-379465h.htm

 

9 Ocak 2023 Pazartesi

ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ ÜZERİNE

 -  ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ ÜZERİNE

. Atatürk Türkiye’de ulusal, lâik, güçlü, bağımsızlıktan ve barıştan yana ve çağdaş bir devlet kurmaya yönelmiştir.

. Atatürk tüm düşünceleriyle, eylemleriyle çağdaş devleti bir demokratik devlet olarak düşünmüştür.

.  Atatürkçü düşünce içerisinde çağdaş demokrasi ilkesi cumhuriyetçilik, ulusal egemenlik, tam bağımsızlık ve halkçılık gibi diğer temel ilkelerle de çok yakın bağ içindedir.

.  Atatürk, “demokrasi” kavramını asıl anlamından saptırmadan ona değişik içerikler yüklemeden gerçek, yani özgürlükçü bir siyasî demokrasiyi anlatmak üzere kullanmıştır.

.  Bu kavramdan anlaşılacağı gibi bir laik devlet yapılanması ön görülmüştür.

.  Atatürk yeni kurulan Türk devleti için birçok yenilikler, atılımlar. devrimler, yatırımlar gerçekleştirmiştir.

.  Atatürk’ün kurduğu CHP Programı’nda yer alan ve bazı hedefleri ifade eden; Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Lâiklik, Devletçilik ve Devrimcilik gibi partinin temel fikirlerini yansıtan ve “Altı Ok” olarak bilinen ilkelerin, tüm Atatürk İlkelerini aksettirip aksettirmediği konusunda tereddütler vardır.

.  Mustafa Kemal’in CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı olması, başka bir deyimle 9 Eylül 1923’de Mustafa Kemal tarafından “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin devamı olarak kurulan Halk Fırkası’nın, 1924’de “Cumhuriyet Halk Partisi” adını alan kuruluşun ilkeleri olmasıdır.

.  Gerçekten, bir dernekten partiye dönüşen Halk Fıkrası, Cumhuriyet’in ilânından sonra, 10 Kasım 1924’de, adını “Cumhuriyet Halk Partisi” (CHP) olarak  değiştirmiş, 1927 Kurultayı’nda CHP’nin ilkeleri olarak belirtilen Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Milliyetçilik ilkelerine, 1931 Kurultayı’nda Lâiklik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri de ilâve edilmiş, Parti’nin temel fikirlerini yansıtan “Altı İlke” Kurultay tarafından kabul ve ilân olunmuştur.

.  9 Mayıs 1935’te toplanan CHP’nin IV. Kurultayı’nda kabul edilen 1935 Programı’nın “Giriş” bölümüne; “Partinin güttüğü bu esaslar Kemalizm prensipleridir” cümlesi ilâve edilerek, “Kemalizm” deyimi ilk defa CHP programına girmiştir. 

.  26 Aralık 1938’de toplanan I. Olağanüstü Kurultay, CHP Genel Başkanlığı’na “Değişmez Başkan” olarak İnönü’yü seçmiş, aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan İnönü “Kemalizm’in Altı Oku’nu müdafaa etmek ve korumak” fikrini savunmuştur.

.  Atatürkçülüğün, “Milli Egemenlik, Akla ve Bilime Bağlılık”, “Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh” ve “Milli Birlik ve Beraberlik” gibi başka ve önemli ilkeleri de vardır.

- “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demek suretiyle, Milliyetçiliğin “etnik ırkçılık” demek olmadığını vurgulayan Atatürk, 1929’da şöyle demektedir;

- “Bugünkü Türk milleti siyasal ve sosyal topluluğu içinde, kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.

.  Fakat geçmişin istibdat devirlerinin ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana âlet olmuş birkaç gerici ve beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerinde, kederlenmekten başka bir etki meydana getirmemiştir.

.  Çünkü bu milletin fertleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

.  Atatürk aynı kanaati 1932’de;

- “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır” sözleri ile tekrarlayarak, 1935’de şunları ilâve ediyor:

- “Bir yurdun en değerli varlığı yurttaşlar arasında milli birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur.

.  Ulus varlığını korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olması, bir ulusun en önemli silâhı ve korunma vasıtasıdır” demiştir.

Diğer taraftan Mustafa Kemal’in, Milli Mücadele’nin milli birlik ve beraberlikle yani milletçe kazanıldığı görüşünü, 1925’de;

- “Milli Mücadele’yi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır. Millet, analarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edinmiş, Milli Mücadele milli ülkü,milli izzetinefis hakiki etken olmuştur” sözleri ile tekrarlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türkiye üzerinde tezgâhlanan ve vatandaşları birbirine düşürmeyi amaçlayan her türlü bölücü oyunlar hakkındaki kanaati ise 1929 yılındaki şu beyanda yer almaktadır:

- “Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatleri aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlayamayacak ve onlara müsamaha edecek bir topluluk değildir. O şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür, onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, kahredilmeye mahkûmdur.”

.  Milli birlik ve beraberlik ilkesinden hareket eden Atatürk’ün vatanın bütünlük ve bölünmezliği için kanaati ise 1924 ve 1927 yıllarındaki beyanlarında yer almaktadır;

- “Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için , bütün millet,bir vücut olarak ayağa kalkar... İcabında vatan için bir tek fert yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbette büyük istikbale müstahak ve namzet olan bir millettir.”

 “İNKILÂP KANUNLARI” ……………………………….

.  Bilindiği gibi, 1961 Anayasası’nın 153. maddesi “Devrim Kanunlarının Korunması” kenar başlığı altında Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacı güden sekiz kanunu sayarak korunma altına almış, 1982 Anayasası da 174. maddesi ile bu düzenlemeyi sürdürmüştür.

.  İnkılâp kanunlarının korunma altına alınmasının nedeni; 153. maddenin ve 1982 Anayasası’nın 174. madde gerekçesinde;

- “Türk milleti bu inkılâpların bilincine varmış. Ancak zaman zaman Atatürk İnkılâplarının anlamını kavrayamayanların belirdikleri göründüğünden, bu düzenleme yerinde görülmüştür” diyerek, inkılâpların korunması gereğini belirtmiştir.

.  Ne var ki Anayasa’da korunma altına alınan sekiz kanun dışında da inkılâp kanunları vardır.

.  Nitekim örneğin 697 ve 698 sayılı kanunların bu niteliği taşıdığı inkâr edilemez.

.  Gerçekten, 1961 Anayasası’nı takiben 1982 Anayasası’nın 174. maddesinde korunma altına alınan, örneğin, Şapka Giyilmesi ve Uluslararası Rakamların Kabulü Hakkındaki kanunlarla, 70. yıl dönümünü kutladığımız Milletlerarası Saat ve Takvim, cuma yerine pazar gününü tatil yapan Hafta Tatili Kanunu ve 21 Haziran 1934 tarihli Soyadı Kanunu arasında Lâiklik ilkesinin korunması ve çağdaşlaşma yönünden bir fark bulunduğunu söylemek güçtür.

.  Bu nedenle, anayasayı yapanlar, “İnkılâp Kanunları’nın Korunması” maddesini düzenlerken, listeye sadece “daha çok ihlâl edilen İnkılâp Kanunlarını koyduğu” düşünülebilir.

Bu kanunların Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemez ve Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilemez.

Bu kanunların anayasaya aykırılığından söz edilerek Anayasa Mahkemesi’ne başvurulsa bile, Anayasa Mahkemesi Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden bu yasaları Anayasa’ya aykırı bulamayacaktır.

.  Zira Anayasa Mahkemesi’nin bu kanunlar bakımından yetkisi önceden kısıtlanmıştır.

Ne var ki, bu kanunlar da, diğer bütün kanunlar gibi değiştirilebilir.

Ancak bunları değiştiren kanun veya kanunların Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ihtimali çok kuvvetlidir.

.  Nihayet Anayasa’nın 174. maddesinde sayılan İnkılâp Kanunları için öngörülen koruma rejiminin bu madde ile sınırlı olmadığı, Anayasa’nın “Başlangıç” 2. ve 4. maddelerinin hükümlerine göre “Cumhuriyetin Nitelikleri” arasında sayılan bu kanunların, Yasama Organı tarafından diğer kanunlar gibi anlamlarını yitiren boyutta değiştirilememek bir yana, anayasa değişikliği yolu ile de değiştirilemeyeceği, hatta değiştirilmelerinin teklif dahi edilemeyeceği söylenebilir.

.  Esasen Anayasa’nın 81. maddesi uyarınca “Atatürk İlke ve İnkılâplarına bağlı kalacağına” and içen milletvekillerinden böyle bir davranış da beklenmez.

.   Atatürk Milliyetçiliği bağımsızlığımızı, ulusal birlik ve bütünlüğümüzü her çeşit totaliter ideolojiler karşısında korumak ve başka uluslarla ilişkilerimizde doğru yolu bulmak için sağlam bir rehberdir.

1924 Anayasası’nın (m.88)

- “Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” hükmü ile 1961 ve 1982 anayasalarının 54. ve 66. maddelerinde

- “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” hükümleri, Atatürkçü Milliyetçiliğin etnik ırkçılığı reddeden niteliğini vurgulamaktadır.

.   Atatürk, kendisinden sonra gelen Türk kuşaklarına, dinamik ve ilerleyen bir cumhuriyet ve dinamik bir ideal devretmiştir.

.   Zira Atatürk edebiyattan onlara şöyle seslenmektedir:

- ” Yüksel Türk ... Senin için yüksekliğin sınırı yoktur!”

 

Kaynak:

https://isteataturk.com/g/icerik/Ataturk-Ilkeleri-ve-Inkilapciliga-Dair/230

Prof. Dr. İsmet Giritli tarafından 10 Ekim 1996 günü Antalya’da, Akdeniz Koleji Konferans Salonu’nda verilmiş konferansın kısaltılmış metnidir.

 

 

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...