29 Mayıs 2024 Çarşamba

YENİ MÜFREDAT ONAYLANDI:

   YENİ MÜFREDAT ONAYLANDI: 27.05.2024

-  ANAYASA'nın ve Eğitim Temel Kanunu'nun maddelerine uymamaktadır!

. "MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU" ve

"TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI" ile ilgili bağlılık, duruş ve tutum belirtilmedikçe ortaya konulan "müfredat" ne TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ne ne de çağdaş uygarlığa uygundur..

. Şu an yasalar "temel ilke ve duruş" olarak açıkça belirleyicidir ve bunların tümüne uygun davranılmalıdır.

.      "Okullarda müfredat değişiyor."

       Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin yeni müfredatı onayladı.

       Yeni müfredat MEB'in internet sitesinden erişime açıldı.

       Millî Eğitim Bakanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" kapsamında Ortaöğretim Genel Müdürlüğünce 9 dersin öğretim programı ile ortak metni,

       Temel Eğitim Genel Müdürlüğünce 10 dersin öğretim programı,

       Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce 7 dersin öğretim programı 26 Nisan'da kamuoyunun görüş ve önerisine sunuldu.

       10 Mayıs'a kadar askıda kalan taslağa bu sürede 67 bin 284 görüş ve öneri iletildi.
"Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" için iletilen görüş ve önerilerin öğretim programlarına yansıtılması için ilgili komisyonlar gerekli tasnif ve değerlendirmeleri yaptıktan sonra yeni müfredat Talim ve Terbiye Kurulunun onayına sunuldu.

       Talim Terbiye Kurulu'nun ardından Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de yeni müfredatı onayladı.

**********************************************************************************

.   TÜRKİYE'de var olan resmen kayıtlı siyasi partiler, dernekler, sendikalar, hukukçular, parlamenterler, vakıflar, üniversiteler, bilim insanları, aydınlar, okuryazarlar… tümü ile bu DURUMA hiçbir etkide bulunamamıştır.

.   TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ kuruluş ilkelerine ve hedeflerine tamamen ters bir durum ile karşılaştığımızda bugün NE anlamalıyız?

******************************************************************************************
-   TÜRKİYE'de eğitim - öğretim alanında bulunan sendikalar: 52 SENDİKA

.   Toplam üye sayısı: 902.152

.   Bu kadar sayıda sendikanın var olması sorunları çözebiliyor mu?

https://sendikadata.com/iskolu/2-nolu-iskolu-22

***********************************************************************

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

Kanun No.: 2709 Kabul Tarihi: 7.11.1982

BAŞLANGIÇ

Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;

Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;

Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;

Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.

BİRİNCİ KISIM

Genel Esaslar

I. Devletin şekli

MADDE 1-

Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2-

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3-

Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4-

Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

BEŞİNCİ KISIM

Çeşitli Hükümler

I. İnkılâp kanunlarının korunması

MADDE 174-

Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:

1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;

2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;

3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;

4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;

5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;

6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;

7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;

8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.

 

https://www5.tbmm.gov.tr/yayinlar/2021/TC_Anayasasi_ve_TBMM_Ic_Tuzugu.pdf

. - MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU. No: 1739 .

Türk Millî Eğitiminin Amaçları

Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri

VII - Atatürk inkılâpları ve Türk milliyetçiliği

VIII - Demokrasi eğitimi

IX - Lâiklik

X - Bilimsellik

XII - Karma eğitim

II- Amaç ve görevler

.     (ÖZELLİKLE ÜZERİNDE DURULMASI GEREKEN VE UYGULANILMASI GEREKEN MADDELER.)

MADDE 2.

— Türk Millî Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini,

1. Atatürk inkılâplarına ve Anayasanın başlangıcında ifadesini bulan Türk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milletinin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan millî, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek;

2. Beden, zihin, ahlâk, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmek;

3. ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak;

Böylece, bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan millî birlik ve bütünlük içinde iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.

MADDE 4.

— Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

MADDE 8.

— Eğitimde kadın, erkek herkese fırsat ve imkân eşitliği sağlanır. Maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin en yüksek eğitim kademelerine kadar öğrenim görmelerini sağlamak amaciyle parasız yatılılık, burs, kredi ve başka yollarla gerekli yardımlar yapılır. Özel eğitime ve korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır.

MADDE 10.

— Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâpları ve Anayasanın başlangıcında ifadesini bulmuş olan Türk milliyetçiliği temel olarak alınır. Millî ahlâk ve millî kültürün bozulup yozlaşmadan kendimize has şekli ile, evrensel kültür içinde korunup geliştirilmesine önem verilir. Millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde, özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir; çağdaş eğitim ve bilim dili halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Millî Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.

MADDE 12.

— Türk eğitiminde lâiklik esastır. Din eğitimi ve öğrenimi ancak kişilerin kendi isteği ve küçüklerin de kanunî temsilcilerinin isteğine bağlı olarak verilir. Bu istek kayıt esnasında veliler tarafından okul idaresine yazılı olarak bildirilir.

MADDE 13.

— Her derece ve türdeki ders programları ve eğitim metotlarıyle ders araç ve gereçleri, bilimsel ve teknolojik esaslara ve yeniliklere, çevre ve ülke ihtiyaçlarına göre sürekli olarak geliştirilir. Eğitimde verimliliğin artırılması ve sürekli olarak gelişme ve yenileşmenin sağlanması bilimsel araştırma ve değerlendirmelere dayalı olarak yapılır. Bilgi ve teknoloji üretmek ve kültürümüzü geliştirmekle görevli eğitim kurumları gereğince donatılıp güçlendirilir; bu yöndeki çalışmalar maddî ve manevî bakımdan teşvik edilir ve desteklenir.

MADDE 15.

— Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir.

MADDE 20.

— Okul öncesi eğitiminin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak,

1. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını sağlamak;

2. Onları temel eğitime hazırlamak;

3. Şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen çocuklar için ortak bir yetişme ortamı yaratmak;

4. Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamaktır.

MADDE 23.

— Temel eğitimin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak,

1. Her Türk çocuğuna iyi bir vatandaş olmak için gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlıkları kazandırmak; onu millî ahlâk anlayışına uygun olarak yetiştirmek;

2. Her Türk çocuğunu ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünden yetiştirerek hayata ve üst öğrenime hazırlamaktır.

*****************************************************************

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

https://www5.tbmm.gov.tr/yayinlar/2021/TC_Anayasasi_ve_TBMM_Ic_Tuzugu.pdf

MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc056/kanuntbmmc056/kanuntbmmc05601739.pdf

*********************************************************************

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 27.05.2024

 

 

28 Mayıs 2024 Salı

ANDIM

                           ANDIM
























TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

 .  TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI - BAŞLANGIÇ

"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir Hukuk Devletidir."

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI - Kanun No.: 2709 Kabul Tarihi: 7.11.1982

BİRİNCİ KISIM - Genel Esaslar II. Cumhuriyetin nitelikleri - MADDE 2-



20 Mayıs 2024 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞI ROMANLARINDA AYDIN TİPİ

.   KURTULUŞ SAVAŞI ROMANLARINDA AYDIN TİPİ

·       Kurtuluş Savaşı romanları edebiyatımızda geniş bir yer tutar.

·       Savaşın yaşandığı dönemden başlayıp günümüze değin verilen eserlerin genelde bir olguya vurgu yaptığını görürüz.

·       Kurtuluş mücadelesini örgütleyen aydın tipi romanlarda tartışılır.

·       Eserlerin bütününü ele aldığımızda savaşın kendisinden daha çok, aydının yaşadığı çatışmaların aktarıldığını tespit ederiz.

·       Yenilmiş ülkenin aydını, toplumunun düştüğü zorlukları hayatına taşımıştır.

·       Toplumsal hayattan çekilmiştir.

·       Kabuğunu kırması, artık odağı Anadolu’ya kaymış bulunan direnişe destek vermesi sonucunda gerçekleşecektir. Romanlarda çizilen aydın tipi süreçte kimlik değiştirip toplumsal önder modeli haline dönüşecektir.

·       Bunun yanında eserlerde işgale direnmenin anlamsız olduğunu savunan İstanbul aydınları ile mücadeleden yana olan Ankaracı grup arasındaki çatışma da konu edilmiştir.

·       Aydının Anadolu’ya geçmesi ile birlikte çatışmanın diğer boyutu olan toplum aydın çatışması yaşanacaktır.

·       Tüm bu zorluklardan başarı ile çıkan aydının bir toplumsal tip olarak sosyolojik analizi yapılmaya çalışılmıştır.

·       Ele alınan romanlar Türk edebiyatının köşe taşı eserleridir.

·       Kurtuluş heyecanı ile kaleme alınmış, yaşanılan zorlukları gelecek nesillere tanıtma amacının açıkça görüldüğü ürünlerdir.

·       Romanlarda yaşanılan zorlukları en ağır hisseden birey aydındır.

·       Her ne kadar Kurtuluş Savaşı romanları olarak tabir edilseler de bir eksikleri vardır:

·       Zaferi müjdelemeyi unutmuşlardır.

·       Bu tercih yazarların amacının savaşı anlatmaktan ziyade yeni devlette çizilen aydın modelinin toplumdaki konumunu belirtmektir.

·       Sosyolojik analiz için roman, biraz karışık bir malzeme gibi dursa da tipoloji oluşturmada ortaklıklar kurabilme imkânını sıklıkla verir.

·       Karşımızdaki en büyük güçlük edebiyat eleştirisi ile sosyolojik analiz arasındaki ince çizgiyi unutma tehlikesiydi.

·       Romanlar yapısal özellikleri açısından değil, çevresinde dolaştıkları aydın tipini kurabilme amacıyla ele alınmıştır.

·       Aydın sorunu gibi bir konuda güncel siyasetin etkisini hissetmek mümkündür. Çizilen aydın modeliyle topluma biçim verme düşüncesi konunun toplum tarihimizdeki hassas noktalardan birisi olmasını sağlar.

·       Bu ilgiye rağmen yapılan çalışmalarda aydın tanımına dair bir muğlaklık dikkati çeker. Aydının kim olduğu, neyi temsil ettiği, sosyal açıdan işlevinin ne olduğu belirsizdir. Belirsizlikten daha uzakta, sanat alanında verilen eserlerde aydının birey olarak net bir şekilde ifade edildiğini görürüz. İfadenin doruk noktası ise Kurtuluş Savaşı romanlarında çizilen aydın tipidir.

·       Yalnız adamdan toplum liderliğine uzanan yolda Türk aydınının macerası Kurtuluş Savaşı romanlarında ele alınır.

·       Türk aydını birey olarak toplumumuzun tarihsel süreçte karşılaştığı sorunların yansımasını üzerinde taşır.

·       Bu kesişmenin en dikkat çekici noktası olarak Kurtuluş Savaşı literatürü üç alanda öğreticidir:

·       Sosyoloji, roman ve aydın.

·       İki yüzyılı aşan Batılılaşma serüvenimiz boyunca aydın, toplumuyla kopma noktasına varan çelişkiler yaşamıştır.

·       Daha önce devletin içindeki kadrolardan birisi konumunda bulunan aydının, özellikle işgal döneminde devletin ortadan kalkması ile birlikte en önemli tarihsel dayanağını yitirdiğini görürüz.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarında okuyucuyu dramına ortak eden aydının çaresizliğinin en önemli sebebi bu dayanaksızlığıdır.

·       Dayanağını yitiren aydın şimdiye kadar sapmadığı yolu seçerek topluma eklemlenmeye çalışacaktır.

·       Böylece kendi açmazları ile birlikte toplumun kurtuluşuna da çare bulacaktır.

·       Birey olarak aydın, işgal ile birlikte yeni kimliğini sosyal pratikle ortaya koyacaktır.

·       Savruk halini bir yana bırakıp yeni amacı doğrultusunda değişecektir.

·       Bu aynı zamanda yetişmiş, eğitim görmüş, içinde yaşadığı toplumu ve kendisini değerlendirebilen, yine toplumuna ve kendisine kılavuzluk edebilecek melekelerle donanmış bireyin, sadece kendisine değil toplumuna da faydalı olma zamanıdır.

·       Birey olarak bahsetsek de kuşkusuz yolunda yalnız değildir.

·       Aydının toplum sathına yayılmış bir sınıfın üyesi olduğunu söyleyebiliriz.

·       Aydın kendisini pratik içinde anlamlı kılar.

·       Tarihte bir aydınlar savaşının cepheleri üzerinde gerçekleşen toplumsal olaylara nadir olarak rastlanır.

·       Türk Kurtuluş Savaşı, diğer bir deyişle “Milli Mücadele”, bu nadir toplumsal olaylardan birisidir ve aynı zamanda edebiyatımızda bu özelliği ile geniş yer tutmuştur.

·       Bir olgular bilimi olarak sosyoloji toplumsal olgular arasında bağlantılar kurmaya çalışır.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarının yazımı savaş sırasında başlayıp günümüze kadar gelmiştir.

·       Çok değişik tarihlerde, birbirinden çok farklı düşünsel özellikler sergileyen yazarlar tarafından kaleme alınmış eserlerde bir ortak figür gözümüze çarpar:

·       “Mücadeleyi örgütleyen aydın tipi.”

·       Kurtuluş Savaşı romanlarında neredeyse zamansal bağlamından koparılmış bu figürün yaşamındaki alt üst oluş, kendi toplumunun yaşamsal değişimine denk düşer.

·       Toplum ve bireyin yok oluş tehlikesinin nasıl örtüştüğünü romanlarda görürüz.

·       Aydının topluma etkisinin halkın arasına karışıp eklemlenmeye başlaması ise arttığını görürüz.

·       Romanlar aydının çaresizliği ile başlar.

·       Batılı tarzda eğitim almış bu birey ülkesinin kurumlarını, işleyişini, adetlerini sürekli olarak eleştirir.

·       Halkın gözünde ise Meşrutiyet’le beraber gelişen olaylardan direk sorumludur.

·       Aydın da halk da birbirlerine karşı olumsuz fikirler taşırlar.

·       Çökmekte olan imparatorluğun üzerine çöktüğü aydın, toplum dışına itilmiş bireydir.

·       Genellikle asker kökenli veya basit bir memur olan aydının yaşadığı şehir savaştığı düşman tarafından işgal edilmiştir.

·       Gördüğü manzara kendisine ağır gelmekte fakat elinden pek de bir şey gelmemektedir.

·       Gözünde büyüyen, her gelen haberle gizli gizli heyecanlandığı Anadolu direnişine destek vermesi ile birlikte, şimdiye kadar pek de harcı olmayan işlere girmeye kalkışır.

·       Eyleme kalkışması ile birlikte dönüşüp başka birisi halini alır.

·       Halktan her zaman destek bulamasa da şimdiye kadar dönüp bakmadığı kitle ile artık kader ortağıdır

·       Yazar, "toplumla ilişki kurabildiği oranda" aydın kimliğine yaklaşır.

·       Türk toplumunda aydının siyaset ve devlet meselelerinde taraf ve müdahil olduğu örnekler hayli fazladır.

·       Hepsi birer Kurtuluş Savaşı romanı yazarı olan kalemlerden Kemal Tahir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar sosyal sorunlara değinmiş isimlerdir.

·       Romanlarında bunun izlerini takip etmek mümkündür.

·       Özellikle Yakup Kadri’nin “Bir Sürgün” ve “Hüküm Gecesi” ile başlayıp “Sodom ve Gomore” ve “Yaban” çizgisinde devam eden eserlerinde, Türk aydınının belirli bir dönemini buluruz.

·       Adı geçen romanların tümünde aydın teması merkeze alınmıştır.

·       Benzer biçimde Kemal Tahir meseleyi “Esir Şehrin İnsanları”, “Esir Şehrin Mahpusu”, “Yol Ayrımı”, “Yorgun Savaşçı” ve “Kurt Kanunu” ile devlet, iktidar ilişkisi içindeki aydın grupları arasındaki çatışma bağlamına oturtmuştur.

·       Halide Edip ile Yakup Kadri’nin edebiyatçı kimliklerinin yanında mücadeleyi yürüten kadroların içinde merkeze konumlanmış tarihsel figürler olduklarını unutmamalıyız.

·       Çözülmesi gereken meseleye düşünürlerin teorik açıdan yaklaşımlarının genel hatlarıyla tanıtıldığı bölümün adı “Sosyolojik Açıdan Türkiye’de Aydın Sorunu” dur.

·       Bu bölüm romanlarda öne çıkan tipi anlamamız yolunda bir giriş niteliğindedir.

·       Romanlardaki ve teorik çalışmalardaki anlayış paralellik arz eder.

·       Türkiye’de aydın sorununa sosyolojik yaklaşımlar ile romanlardaki tespitler birbiriyle örtüşür.

·       Batılı tarzda aldığı eğitimin etkisiyle de toplumuna bakışında kusur ve eksikliklerini ön plana çıkaran aydın artık ona yaklaşmak ve önderlik etmek mecburiyetindedir.

·       Edebiyatımızda özellikle roman türü içinde geniş bir yer tutan konu savaş sırasında yetişkin bireyler olan yazarların eserleriyle sınırlandırılmıştır.

·       Romanlarda başlangıç noktası genellikle aydının işgalin soğuk yüzü ile karşılaşmasıdır.

·       güne kadar genellikle toplum dışı bireyi temsil eden aydının mücadele gerekliliğini anlaması fakat başta ne yapacağını pek de bilememesini “Sodom ve Gomore” ustalıkla yansıtır.

·       Batılı fikirler aracılığıyla kendine ve toplumuna bakmaya çalışan aydının çaresizliği “Sahnenin Dışındakiler” de anlatılır.

·       Romanda aydın düşüncesinin "etrafında toplanacak insanı" bulamadığını itirafı eder.

·       Düşüncesi "insana ulaşamadığı için" havada kalır.

·       Ortaya koyduğu zayıf karakterli, edilgen aydın tipi ile Ateşten Gömlek, Sodom ve Gomore’ye yaklaşır.

·       İşgal güçlerine yakın çevrelerin içinde gezinen aydın tarafını yavaş yavaş belli edecektir.

·       Burada aydının mücadele yolunda henüz kararlı bir tutum takındığını görmeyiz. İradesini belirleyen şartlar onu mücadeleye itecektir.

·       Mücadeleye dair açık iradeyi Kemal Tahir’in eserlerindeki aydın tiplerinde bulabiliriz.

·       Hikâyeleri, Sodom ve Gomore, Ateşten Gömlek örneklerinde olduğu gibi başlasa da Esir Şehrin İnsanları ve Esir Şehrin Mahpusu’ nda Kamil Bey mücadele uğruna aile hayatı dâhil olmak üzere kendisini engelleyen ne varsa vazgeçecektir.

·       Bu uğurda tüm toplumsal bağlarından, kendisini tanımlayan hemen her şeyden kurtulup, acı çekmeyi göze alacaktır.

·       Hayatı bu uğurda alt üst olacaktır.

·       Aydınlar arasındaki tek fikir mücadeleye yönelme değildir.

·       İşgal ile birlikte izlenecek yolun aydın grupları arasında tartışma konusu olduğu bir gerçektir.

·       Aydın "Batılı kavramlar üzerinden" aldığı eğitimin içinde bulunduğu toplumun sorunlarını kavrama düzeyinde yetersiz kaldığını anlayacaktır.

·       En azından eğitimi açısından böylesi yetkin bir bireyin Anadolu hakkında ne kadar çocuksu hayaller kurduğunu ve yargısının nasıl dağıldığını son bölümde bulabiliriz.

·       Özellikle Yaban’da aydının darmadağın olmuş dünyasından kaçarak sığındığı saflık diyarının hiç de düşündüğü gibi olmaması ilerleyen yıllarda edebiyatımızda görülecek köye çarpık bakışın habercisi gibidir.

·       Kuşkusuz, “köy” dünyadan bağımsız bir alan değildir.

·       Aydının, içinde “mutlak iyi” yi barındıran, bir türlü kuramadığı dünyanın modeli hiç değildir.

·       Günümüzde aydının ve entelektüelin misyonunu tamamladığı, düşünmeyi ve özellikle kültür üzerine düşünmeyi iş edinmiş bir sınıfın pratik faydayı, maddileşmeyi ön plana çıkaran ve bunu kutsallaştıran bir toplum yapısında yerinin olmadığını tespiti yapılmaktadır.

·       Küreselleşme ile birlikte bütünsel söylemin yok olduğuna dair inanç yaygınlaşmıştır.

·       Böylelikle aydının halka yol göstermesi gibi düşüncelerin artık demode olduğu yolunda bir sonuca ulaştığımız söylenmektedir.

·       Değişim toplumun doğasındadır.

·       Çalışma günümüzden çok ötede olağanüstü şartlarda tarih sahnesinde görülmüş, muadili olarak çağımızda pek de kimseyi gösteremeyeceğimiz tipe bir ağıt biçiminde de algılanabilir.

·       Türkiye’de roman, Avrupa’da olduğu gibi toplumsal koşullar sonucu doğmuş bir anlatı türü değildir, ama Batı’dan ithal ettiğimiz romanın bizde aldığı şekli ve yüklendiği işlevi anlamak için hem geleneksel hikâye türümüze hem de tarihsel ve toplumsal koşullara bakmamız gerekir.

·       Unutmayalım ki Ahmet Mithat, Namık Kemal ve Mizancı Murat gibi ilk romancılarımızın kendileri o dönemin siyasal ve toplumsal sorunlarıyla uğraşan kişilerdi.

·       Bizde edebiyat, aynı zamanda siyasal ve toplumsal sorunlarla uğraşan kişilerin bir fikir yayma alanı olarak da görülmüştür.

·       Roman, tür olarak içinde barındırdığı bütünsellik özelliği ile siyasete dayalı öneriyi ve belki eleştiriyi de kurguladığı yapının içinde, yani metinde barındırmıştır.

·       Böylelikle roman bizde hayata doğrudan bir müdahale olarak görülmüştür.

·       Özellikle ilk dönem romancılarımız siyasal ilgileri gelişmiş insanlardı ve doğal olarak Batılı muadilleri kadar edebiyat bilgisine sahip değillerdi diyebiliriz. Fakat bu durum sonraki dönemde aşılmıştır.

·       Kurtuluş Savaşı romanları, dönemin siyasal ve toplumsal konulara ilgi duyan dönemin aydınları tarafından kaleme alınmışlardır.

·       Batılı muadilleri ölçüsünde alan bilgisine sahip kişiler değillerdi.

·       Derin estetik bilgisi için gereken konforlu hayatları olmadı.

·       Yıkılmakta olan bir imparatorlukta, savaş koşullarında, bir kısmı göç mecburiyetinde kalarak; ülkenin fırtınalı günlerinde eserlerini oluşturdular.

·       Bu durum bize eserlerin sosyolojik araştırmaya daha uygun bir içerik yüklediğinin de habercisidir.

·       Böylelikle ele alınan romanlarda tarihsel tanıklığın getirdiği daha fazla toplumsal malzeme olduğunu görürüz.

·       Romanlardaki aydın teması ise, çoğu zaman sanatçının kendi toplumsal varlığından da örneklediği ve düşüncesini de somutladığı ürün olarak karşımıza çıkar.

·       Aydın bir roman kahramanı olarak adeta ideal tiptir.

·       Kurtuluş Savaşı aydını bireysel ve yalnız bir özelliktir.

·       Roman kahramanının doğaya karşı konumlanmış insanın modern çağda topluma karşı konumlanması gibi, aydın da Anadolu halkına karşı durmaktadır zaman zaman.

·       Aydın, son iki yüz yıldır sürekli olarak bir “vatan kurtarılması” kaygısını hissetmiş ve bununla yaşamıştır.

·       Yaşadığı işgal gerçeği karşısında “bireysel ve yalnız öznelliği” ile modern bir edebi tür olan romandaki bireye en uygun örnek olacaktır.

·       Fakat bireyliğini yüceltmez, aksine bundan kurtulmak ister.

·       Tarihsel şartların bir dayatması sonucu sürekli olarak destek arayışı içinde olmuştur.

·       Yalçın Küçük, bunun örneklerinin toplum tarihimize mevcut olduğunu savunur.

·       Türk aydınının yeniçeriliğin lağvedilmesi ile birlikte en büyük dayanağından yoksun kaldığını savunur.

·       Teorik dünyadan yeterince güç alamayan aydının çeşitli dönemlerdeki tarihsel figürlerden kendine destek aradığını belirtir.

·       Ne kadar güçlü olursa olsun, daha doğrusu ne ölçüde güçlenirse güçlensin, tek başına kendi gücünün yetmeyeceğini biliyor.

·       Sürekli ve inatla dost bir dayanak arıyor.

·       Bir açıdan bakıldığında, Türk aydınının tarihi, kendine uygun bir dayanak bulma tarihi oluyor.

·       Türk aydın tarihi bir yalnızlıktan kaçış tarihidir.

·       İşte bu yalnızlık bağı Kurtuluş Savaşı romanlarında biçim olarak özgün ve yalnız bireyi kuran roman yapısına da denk gelmiştir.

·       Böylelikle yazarlarımız bu tema üzerinde romanın alt yapısını kolayca kurma şansı yakalamışlardır.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarına bakarsak, tür olarak eğitim romanı ve düş kırıklığı romanları yapısında olduğunu görürüz.

·       Aydının zaman zaman yalnız, toplumsallığın dışında olması, ümidini yitirmesi ile düş kırıklığı özelliği, köylü için koyduğu kurtuluş ümidi açısından da eğitim romanı özellikleri gösterir.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarında olay örgüsü içinde merkezde konumlanmış bir karakter diğerleri arasından sıyrılır: “Mücadeleyi örgütleyen aydın tipi”.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarının aydın tartışması açısından iyi bir lâboratuvar olduğu ortadadır.

·       Toplumunu yok oluşun kıyısından çeviren, mücadeleyi başlatan, başlamış mücadeleye destek olan ve katılan, karşı görüşteki aydın grubu ile çatışan aydına, romanlarda rastlarız.

·       En basit anlatımla aydın, eylemiyle topluma yön verip onu dönüştürürken, kendisi de dönüşür.

·       Bu diyalektik süreçte aydının sıkıntıları sadece çatıştığı karşıt görüşteki gruplar değil, eski sosyal yapının getirdiği kalıplaşmış düşünceler ve belki de en önemlisi kendindeki değişimin ve dönüşümün yol açtığı çatışmalardır.

·       Kurtuluş Savaşı yıllarında okumuş nüfusun genel nüfusa oranının yüzde 10’un altında olduğu75 Türk toplumunda, roman yazarı olarak nitelendirilen, kendisi de aydın sınıfına dâhil olan bireyin, bir misyonu vardı.

·       Bu birey, aynı zamanda misyonunu yazdığı roman yoluyla gerçekleştirmeye çalışan aydın tipidir.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarındaki aydın, yazarı gibi halkın üzerinde yaratılacak değişim misyonunda başrolü oynar.

·       Oynadığı rol, romanın ülkemizde ortaya çıkış yıllarına kadar dayanan bir gelenek halindedir:

·       Okumuşu gayet az olan bir toplumda Batı kökenli bir edebi tür olarak romanın geliştiği söylenemezdi.

·       Ahmet Hamdi Tanpınar 1936’da yazmış olduğu makalesinde, henüz Batılı örnekleri düzeyinde olgun bir Türk romanından bahsedilemeyeceğini savunur.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarını plan olarak iki grupta incelemek mümkündür:

·       Birincisi: İşgal ile birlikte şehir merkezlerindeki durumu tasvir eden romanlardır.

·       Bu romanlarda mekân genelde İstanbul’dur.

·       Zaten bahsedilen dönemde aydının yaşam alanı da ancak büyük şehirlerdir.

·       Burada aydın ülkenin müdafaa zorunluluğunun ortaya çıkması ile birlikte, bu anlayışın karşısında kamplaşan aydın grubuyla çatışmaya girer.

·       İkincisi: Asıl mücadelenin yaşanacağı mekân olarak Anadolu’yu seçen romanlardır.

·       Bu romanlarda aydın, göç etmiş bir bilinç aşılayıcısı durumundadır.

·       Fakat bu sırada kültürel farklılıklardan kaynaklanan çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır.

·       Çatışmanın kökeni aydının doğaya ve insana uyumsuzluğudur.

·       Mekân olarak savaşın yaşandığı Anadolu’yu seçen eserlerde aydının şikâyetleri ön plandadır.

·       Bu durum aynı zamanda savaş sonrası kurulan yeni devletin aydına yüklediği görevin ne kadar güç olduğunu belirtir.

·       Anadolu’yu aydınlatma uğraşı hem aydının kendisindeki değişimi (Yeşil Gece), hem de Anadolu insanındaki değişimi sağlama uğraşını (Yaban) gerektirecektir.

·       Anadolu romanları aydın için aynı zamanda vazife romanlarıdır.

·       Oysa işgal İstanbul’unda geçen romanlarda (Sodom ve Gomore, Sahnenin Dışındakiler) düşman ile kendi mekânında yüz yüze gelen aydın önce çevresindeki yozlaşmaya şaşırmakta, daha sonra da bu durumla mücadele etmeye karar vermektedir (Ateşten Gömlek).

·       Bu nedenle yer olarak aydının ilk mekânında yani büyük şehirlerde geçen romanlar daha bir Kurtuluş Savaşı romanı şeklindedir.

·       Anadolu’daki romanlarda ise genellikle aydının toplumu dönüştürme yolundaki zorlu görevi ön plandadır.

·       Yazarı konuya yaklaştıran nedenler birbirinden farklıdır.

·       Kurtuluş Savaşı romanı yazmış romancılarımızın konu ile ilgili birbirinden farklı tespitleri vardır.

·       Talip Apaydın, savaşmış eski bir subay olan babasından dinlemiş olduğu hikâyelerin etkisiyle, yeni kuşaklara Kurtuluş Savaşı’nı aktarma derdindedir.

·       Ayrıca savaşın kazanılmasında en önemli aktörün kitleler olduğuna inanan Apaydın, bizim Kurtuluş Savaşımızın anlatımında köylünün oynadığı role romanlarda yeterince vurgu yapılmadığını savunmaktadır.

·       Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler adlı üç ciltlik dizi romanını da bu ihtiyaç doğrultusunda yazmıştır.

·       Atilla İlhan ise, ümmet toplumundan ulus toplumuna geçişte önemli bir süreci içeren bu döneme ilgi ile yaklaştığını anlatır.

·       Ayrıca verilen eserlerde çizilen tiplerin “halkevi devrimcisi” yazarlarının Osmanlı toplumunu yok saydıklarını, kahramanlarını toplumsal geçmişimizden de, Kurtuluş Savaşı gerçeklerinden de soyutlayarak, henüz gerçekleşmemiş “Batılı” bir toplumun kahramanları gibi ortaya atmasını83 eleştirmektedir.

·       Kısaca her yeni tartışmaya Kurtuluş Savaşı’ndan başlamak zorunluluğu İlhan’ın yazısında olduğu gibi bir gerçeklik biçiminde karşımızda durmaktadır.

·       Kurtuluş Savaşı romanları deyince akla gelen ilk cevap Yaban’dır.

·       Yaban’da köye yerleşen aydın Ahmet Celal ile köylü arasında yaşam tarzı, gelenek görenek, kadın erkek ilişkileri gibi toplumsal tavırlarda karşıtlık görülmektedir.

·       Ama asıl karşıtlık “vatanı kurtarmak için savaşan ilerici aydınlarla Kurtuluş Savaşı’na inanmayan gerici köylüler arasında”dır.

·       Yaban aynı zamanda, aydının köye yönelme amacında yolunun çok zorlu ve uzun olduğunun bir beyanıdır.

·       Romanın yazıldığı dönem ile anlattığı dönem arasında yaklaşık on iki yıl olduğunu düşünürsek, aydının geçen on iki yıl içinde vatanı kurtarmanın yanında yeni görevler de yüklendiğini görürüz.

·       Vatan kurtarılmıştır.

·       Bu çabada büyük rol, halkına kurtuluş inancını aşılayan, onu bu hedef doğrultusunda örgütleyen aydındadır.

·       Artık devrim hareketinin Anadolu köylüsüne doğru yayılma çabası da aydının görevleri arasındadır.

·       Yaban’da bunun izlerini özellikle savaş öncesi dönemde aydın-halk ayrımının abartılı şekilde anlatımında görürüz.

·       Yaban, Kemalist gerçekçilik denilen edebiyat akımını başlatacak denli temel bir eserdir.

·       Yalçın Küçük bu akımın Yaban ile başlayıp Yaban ile bittiğini söyleyerek, takipçisi yazarların söz konusu eserin yanına bile yaklaşamadığını savunur.

·       Akımının genel bir özelliği içeriğinde sınıf kavgasına yer olmamasıdır.

·       Bunun yerine kavganın bir tarafında hep aydın veya daha özel olarak öğretmen yer alır.

·       İşte bu öğretmen havası yapıtın geneline işler.

·       Yaban’da öğretmen aydın, çoğu zaman eğitim işlevinden uzaktır.

·       Romanın kahramanı Ahmet Celal’in halka yönelik tutumunda umutsuzluğa kapıldığı noktalarda belirgin olarak görülen küçültücü yaklaşım hâkimdir.

·       Karşısındaki insanları kendi ile mukayese eder, yabancılaşmayı yaşadığı anlardır bunlar.

·       Yakup Kadri, Anadolu halkının günlük hayatında kullandığı maddi yaşam gereçleri bakımından İlkçağ döneminde bulunması gerçeğini aktarır.

·       Bu sefalet sonucu işgal yaşanmıştır.

·       İşgalin sorumluluğunu da halkı ile şimdiye kadar ilgilenmemiş olan Türk aydınına yüklemiştir.

·       Savaş sonrasında idari görevi dolayısıyla harbin cereyan ettiği bölgeleri gezdiğinde şahit olduğu manzara karşısında dehşete düşmüş ve bu ruh durumu Yaban’ın ortaya çıkmasına vesile olmuştur.

·       Ahmet Celal, sanki o harabeleri gezen Yakup Kadri’dir.

·       Aynı yabancılığı yaşamaktadır:

·       Bu yoksulluk, bu geri kalmışlık tabii ki sadece savaşın neticesi sonucu ortaya çıkmış değildi.

·       Köy ve köylü yüzyıllardır unutulmuş bir halde belki de halâ Hititlerden kalma tekniklerle tarım yapmakta, aynı bakımsız yolları kullanmaktadır.

·       Kendi insanı ile ilk defa yüz yüze gelme mecburiyeti aydındaki sarsıntıyı derinleştirmiş, tüm kabahati üzerine alarak vicdanını rahatlatma yolunu seçmiştir.

·       İşte Yaban’ın ortaya çıkmasındaki itici güç budur.

·       Bu tespitleri romanın çoğu yerinde bulmak mümkündür. Kazanılan zafer, savaşı örgütleyen Türk aydınının yüz yıllık geçmişinde belki de ilk galibiyeti olacaktır.

·       Yüz yıl içinde ölmekte olan imparatorluğu, vatanını yaşatmak için mücadele etti, kaybetti.

·       Hayal kırıklığı bu başarısında bile yanında olacaktır.

·       Özellikle Yaban’daki hayal kırıklığı aynı zamanda en büyük öğretmeni olacaktır.

·       Bir diğer Kurtuluş Savaşı yazarı Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı”sı da diğer romanlar gibi tartışmaya yeniden katılma girişimidir. Tabii ki Kemal Tahir’in her tarihsel soruna eğilme titizliği ile beraber.

·       Yazar, genellikle Kurtuluş Savaşı romanlarında ilk mekân olarak seçilen işgal İstanbul’u bölümünü iki kitaba yaymış, asıl savaşı ele aldığı romanı ayrı bir cilt halinde planlamıştır.

·       Yorgun Savaşçı’daki farklılık bununla sınırlı kalmaz.

·       Romanda savaşı örgütleyen aydın kadroların geçmişleri diğer romanlarda olmadığı düzeyde tartışma konusu edilmektedir.

·       İttihatçılık, Alman tercihi, toplum yapımızın özellikleri diğer romanlarda rastlanmayan araştırma konuları halinde yer almaktadır.

·       Kahramanların ilk derdi vatanı kurtarmak olsa bile tek derdi değildir kuşkusuz.

·       Romanda aydının farklılığı göze çarpar.

·       Aydının sorgulaması hiç de uygun olmadığı düşünülen savaş ortamının en ciddi anında, İstanbul’da kaçak durumundayken bile sürmektedir.

·       Kemal Tahir genel tavrını romanına tam olarak yansıtmayı başarmıştır.

·       Yorgun Savaşçı’da aydın, asker olması sebebiyle uzun süren mücadelenin içinden gelen, bu özelliğiyle de halka yakın bir tip olarak tasvir edilmiştir.

·       Kemal Tahir Türk tarihini uzun soluklu serüveninde yapay bölümlemelere girmeden bir bütün halinde ele almıştır.

·       Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen romanlar, 1922 yılında ilk basımı yapılan Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adlı yapıtı ile başlayıp, Zebercet Coşkun’un 1975 tarihli “Haçin” ismindeki eseri ile sonlanmaktadır.

·       Doğrudan Kurtuluş Savaşını konu edinen romanlar ise çoğunluğu ile Batı cephesini ele almış, çete ya da düzenli ordu savaşlarını, Yunanlıların köy ve kasabalara yaptıkları baskınları, geri püskürtülmelerini, kıyımları anlatmıştır.

·       Güneyde, Güneydoğudaki çete savaşları olsun, Doğudaki kurultaylar dönemi olsun, Ankara kentindeki siyasal olaylar, gelişmeler olsun (Ankara romanı dışında) gereği gibi işlenmemiştir.”

·       Milli Mücadele’ye bir Yunan savaşı niteliğinde bakıldığı doğrudur.

·       Aslında "Posta Yolu"nun kahramanı Murat, bir süreliğine Maraş’a gitmektedir.

·       Aydın çatışması malzemesi sunması dolayısıyla İşgal İstanbul’unda geçen romanlar bu çemberi kırmıştır. Mütareke romanlarında halktaki ve aydın sınıfındaki gerilimin başarıyla yansıtıldığını görürüz:

·       Verilen ayrıntıların hemen hepsi aydının mücadele yolunda çözmesi gereken sorunlar olarak önünde durmaktadır:

·       “Birinci Dünya Savaşının bitişiyle, çeşitli cephelerden ya “terhis” edilerek ya da kaçarak köyüne, kasabasına dönen yorgun erler yıllardır ilk kez çoluğunun çocuğunun ekmeğini çıkarmak için hasada hazırlanıyor. Yeni bir savaşı göze alamayacak kadar yorgun köyler, kasabalar, çoğunluğuyla savaştan, eşkıya baskınlarından, vergilerden yılgın, genç nüfusunun büyük bölümünü savaşlarda yitirmiş, padişah-halife yanlısı hocaların, imamların etkisi altında, bilinçlenmemiş bir kalabalık.”

·       “Kentlerdeyse, savaştan kolunu, bacağını yitirerek dönmüş, silahı elinden alınmış yorgun savaşçılar, subaylar… Köyüne, kasabasına işinin, ailesinin başına dönen erlerden bir büyük ayrımı var bunların. Düşmanla, işgal güçleriyle işbirliği yapan, bu karışık dönemde kendini kurtarmaya bakan padişahçı büyük küçük politikacılardan, asker sivil işbirlikçilerden, açıkgözlerden oluşan daha sıkı bir ihanet çemberi içindedir bu yorgun savaşçılar.”

·       “Çanakkale ve Dünya Savaşlarını görmüş, çeşitli cephelerde çarpışmış ama şimdi silahı elinden alınmış subaylar, erler; İmparatorluktan umudunu kesmiş, bütün umudunu Anadolu’daki kavgaya bağlamış memur, öğretmen, gazeteci, “Darülfunun gençliği” aydınlar ve onlarla birlikte çalışan yurtseverler. Ulusçuluk düşüncesinin en yaygın, en güçlü olduğu toplum kesimidir bu. Kurtuluş Savaşının ülküsel sözcülüğünü yaparlar romanlarda.

·       Bunların, işgal altındaki İstanbul’daki etkinlikleri, kendi aralarındaki küçük toplantılardan başlayıp, gösteriler, mitingler düzenlemeye, Anadolu’ya silah, cephane ve insan kaçırmaya kadar uzanır.”

·       Kurtuluş Savaşı romanlarında yazarların kimi zaman eser üzerinden bir Milli politika geliştirdiğine de şahit oluruz.

·       Mehmet Rauf’un “Halâs (Kurtuluş)”; Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adlı eseleri bu tipte yapıtlardır.

·       Kurtuluş heyecanını yansıtan, sonunda bir yönüyle mutlaka drama düşecek kahramanlara sahip, epik türe yakın eserlerdir.

·       İmparatorluğun son yıllarında Namık Kemal gibi aydınlarımızın eserlerinde ilk olarak seslendirilen “vatan” kavramının somut hali Kurtuluş Savaşı ile teşekkül edecektir.

·       Milli bütünlük sağlanacak, üzerine inşa edilmiş her şeyi barındıran vatan, ilk olarak aydının düşüncesinde vücut bulmuştur.

·       Vatansız aydının dramı dünyada çoğu örnekte yaşanan bir gerçektir.

·       Ahmet Hamdi Tanpınar o dönemi yaşamış bir Osmanlı münevveriydi.

·       Cevat Dursunoğlu’nun “Milli Mücadele’de Erzurum” adlı kitabı hakkında yazdığı makalesinde Kurtuluş Savaşı’nın önemini vurgular:

·       “Kurtuluş Savaşı, bizim için o kadar azizdir ki, ona dair hiçbir şahadetin, hiçbir hatıranın kaybolmasına razı olamayız. Bence yeni Türk edebiyatı bu hatıralardan başlayacaktır ve başlamalıdır.”

·       Kemal Tahir’in, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir derebeylik dönemi yaşamadığı iddiası, ilgiyi üzerine çekmiştir.

·       Kurtuluş Savaşı yazarı olarak ele alacağımız Kemal Tahir’in buna paralel bir yöntemle “Yorgun Savaşçı”yı meydana getirdiğini görüyoruz.

·       Kemal Tahir düşüncesindeki Osmanlı toplumu: merkezi iktidar çevresinde toplanmış üretici halk kitlelerinden teşekkül eden bir ekonomik-sosyal yapıdır.

·       Bu yapıda, merkezi iktidarın temsilcisi olan devlet ve bu devletin taşıyıcısı olan yönetici kadro(zümre), büyük bir önem taşır.

·       Geleneksel aydın alt yapımızın da devletin taşıyıcısı konumundaki zümrenin içine nüfuz ettiğini söyleyebiliriz.

·       Bizde aydın bir yerde devletle beraberdir, o yapının içindedir.

·       Kurtuluş Savaşı romanları büyük söylemli romanlar çağının örnekleridir.

·       Evrensel hakikatlere ve büyük söylemlere ihtiyaç olmadığı postmodern dönemde sanat da anlamsız kalacaktı.

·       Hatta Kurtuluş Savaşlarına bile ihtiyaç yoktu.

·       Ulus devletin sorgulandığı dönemde ele aldığımız roman türünün hem sanatsal hem de toplumsal dayanaklarının tartışıldığını görmekteyiz.

·       Romanlarımızın dayandığı toplumsal temel budur.

·       Romanların "bazılarında" olaylar Kurtuluş Savaşı yıllarında geçmesine rağmen ana tema Kurtuluş Savaşı değildir.

·       Kimisinde mücadeleyi yürüten aydın tipi yoktur.

·       Bir kısım eser teknik olarak roman kalıplarının dışındadır. A

·       ka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı gibi romanların yazılış amacı belli bile değildir.

·       Sekiz cilde yayılan anlatımı ile Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan’ı bir "tarih kitabı" niteliğinde olduğundan çalışmamız dışındadır.

·       Aydınlar açık işgale ve işgalcilere karşı öncelikle hissi düzeyde nefret duymaya başlarlar.

·       Bilinçlenmenin ilk belirtileriyle birlikte romanlarda aydının kişisel dönüşümü baskındır.

·       Aydın mücadeleye kararlıdır.

·       Ankaracı olarak adlandıracağım bu grubun karşısına mücadele karşıtı bir grup olarak İstanbulcu aydınlar konumlanır.

·       Romanlar, ağırlıklı olarak yenileşme çabalarını veya yazarın da tarihsel gelişim sürecinin sonunda bildiği üzere başarıya ulaşacak mücadele neticesinde aydının toplumu dönüştürme yolunda yeni görevlerini ilan ettiği metinlerdir.

·       Aydının içinde bulunduğu ilk çatışma işgal sonucu oluşan yaklaşım farkının yarattığı İtilafçılarla arasındaki çatışmadır.

·       Aydının mücadele kararı her zaman açık seçik olmasa da, işgalcilere karşı basit düzeyde bir mesafeli duruşla başlar. Bilinçlenmesi, gelişip güçlenen, her geçen gün sesini biraz daha duyuran Anadolu direnişine katılmasıyla zirve noktasına ulaşır.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarında savaş cepheden anlatılmaz.

·       Anlatılan olay, cephe gerisinde, işgal öncesi veya sonrası ile en fazla Ateşten Gömlek’te ve Posta Yolu'nda göreceğimiz ölçüde bir nevi çete savaşı düzeyindedir.

·       Bunun nedeni tip çizimine daha uygun bir ortam sağlamaktır.

·       Romancı için uygun ortamda oluşturulacak tip, bu kategorideki romanlar için en büyük hedeftir. Romanlardaki birinci kişiler ise kurtuluş fikri ve azmini taşıyan ve yayan aydındır.

·       Romanlar bu noktadan sonra savaşı değil aydını anlatır.

·       Aydını konu edinen romanlardır bunlar.

·       Aydının destek arayışını ve vatanını bulma çabasını görürüz.

·       Savaş sonrası, kurtuluştan sonra, yeni kurulacak genç devletin nüvesini aydın kendinde taşır.

·       Genç devlet aydından doğacak gibidir.

·       Bu nüvenin içeriğine dair bir uzlaşıdan söz edemeyiz.

·       Aydın iki temel kutupta cepheleşip farklılaşmıştır.

·       Mücadele karşıtı grup direnmenin anlamsız olacağını, faydadan çok zarar getireceğini düşünür.

·       Diğer grupla mücadele uğruna işgalciye yakınlaşma olayı romanlarda sıklıkla görülür.

·       Bu çatışma geniş yer tutar çünkü bir sonrasının ne olacağını görebilen sadece aydındır.

·       Görüş yeteneği, aydın olmanın kelime anlamına içkindir.

·       Bu iki aydın grubundan, mücadelenin Anadolu’ya taşınan yeni merkezde örgütlenmesi gerektiğini savunan ve bu bilinci halka aşılayan zümre Anadolu’ya geçmekle birey olarak kendi içinde yaşadığı fikirsel çatışmadan sıyrılmış olmayacaktı.

·       Kurtuluş yolunda asıl çatışma toplum ile aydın arasında onun kendine seçtiği ve idealize ettiği yeni vatanında yaşanacaktı.

·       Yaban tam da bu çatışmanın romanı olarak diğerleri arasından sıyrılır.

·       Yaban aslında aydının geleneksel misyonu olan sorumluluk ve önceden sezebilme yeteneklerini tam olarak yansıtamaz.

·       Çünkü burada aydın kendi sınırlılıklarıyla çevrelenmiştir.

·       Daha doğrusu aydın mücadele etme kararının haklılığını görmüştür. Buraya kadar yanılmaz.

·       Fakat çatışmanın ikinci ve zorlu bölümünde, halkla ve Anadolu yerleşik zihin yapısı ile çatışmasında yolunu aydınlatan yeteneği işini görmez.

·       Yaban, Yeşil Gece ve Vurun Kahpeye üçlüsü taassup, boş inanç gibi aydının alışık olmadığı zihin yapısıyla çatışmasını gözler önüne serer.

·       Burada zafer cepheden ziyade, aydının Anadolu’da tutunup tutunamamasının neticesinde görünecektir.

·       Çatışmanın bir diğer nedeni aydının kişisel yapısından kaynaklanmaktadır.

·       Aydın, Batılı tarzda düşünce yapısına sahip, toplum sorunlarına yüzyıllardır yabancı, halkın anlayacağı dilden uzak, devletin yakınında rahat hayatından kaynaklanan özelliklerini dönüştürmek zorundadır. Yoksa ulaşacağı sonuç hayal kırıklığından öte değildir.

·       Aydının Anadolu'da bir takım sınırlılıklar içinde olması halk ile arasındaki ilişkiyi kısıtlamaktadır.

·       Anadolu’da maddi yaşam gereçlerini karşılayamayan aydın kendi içine döner.

·       Kendinde bulduğu ise Batı mitolojisinden başlayıp, çeşitli edip, filozof ve düşünürlerinin eserlerinden durumu açıklamaya çalışan bölümlerdir. Şikâyetlerini Batılı tarzda dillendirir.

·       Yaban Kurtuluş Savaşı’na değil, inkılâba dair bir romandır. Türünün en güçlü örneğidir. Romanda Türk aydınının savaş sonrasıyla ilgili projesini Yakup Kadri açıkça yansıtır.

·       Toplumla aydın arasındaki uzaklık zaman zaman tepki toplayan bir olgudur.

·       Bir aydın olarak yazarın halkına karşı olumsuzluklar içeren eserinin zaman içinde tepki ile karşılanması sadece bize özgü değildir.

·       Yaban örneğinde olduğu gibi köye gidip halkın arasına karışmaya çalışan aydının şaşkınlığını görürüz.

·       Yaban’ın ortaya çıkış hikâyesi somut tarihsel olaylara dayanır.

·       Savaşı yaşamış ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisini bizzat teşhis etmiş bir Türk aydını olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, kurtuluştan sonra ortaya koyduğu eserlerde yaşanılanları anlatmaya çalışmıştır.

·       Yaban’ın ilk basımından on yıl önce “Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisine” adlı yazısında doğrudan işgale uğramış yöre halkına seslenmiştir.

·       Gördüğü sefalet karşısında büyük utanç duyduğunu belirtir.

·       Aydın toplumun acısına ortak olmanın biricik yolunun ancak onların çektiklerini yaşamaktan geçtiğini düşünmektedir.

·       Muhtemelen daha önce köylü ile bu kadar yakın bir diyaloga girmemiş olan yazar, bu karşılaşmada köylünün mevcut durumunda aydının suçu olduğunu düşünür ki bunu, romanın ikinci basımı vesilesiyle yazdığı yazıda da dile getirir.

·       Bir aydın olarak Yakup Kadri, evindeki konforundan, köylüye giderken bindiği otomobilden, yediği yemekten, giydiği kıyafetten bile utanmaktadır:

·       Aydının halkın arasında kaybolup vicdan azabını unutma dileği Yaban’da yerini halk ile aydının birbirine yabancılığına bırakacaktır.

·       Yakup Kadri, bir aydın olarak gözlemlerinin doğrudan etkisiyle on yıl sonra kaleme aldığı romanın objektif roman tekniğine uygun olmadığını savunur: “Yaban bir objektif roman değildir. Yaban, bir ruh sıtmasının, birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek parçalayıcı haykırıştır.”

·       Yazar için gözlem, özellikle toplumsal içerikli romanların vücut bulmasında birinci etkendir.

·       Yaban, bu şartlarda ve etkiler neticesinde doğmuş bir “aydın” romanıdır.

·       Roman boyunca aydınlanma arayışı sürmektedir.

·       Bu arayışın romanın aydını Ahmet Celal tarafından henüz sürmekte olan savaş ortamının içinde dile getirilmesi hep bu yabancılığın yansımalarıdır.

·       Zaten romanın adı da Anadolu halkının garip bulduğu, yabancılar için kullana geldiği bir sıfattan kaynaklanmaktadır. Aydının yabancılığının birkaç türü vardır.

·       Birbirine paralel seyreden yabancılıklar söz konusudur.

·       İnsana yabancılığın yanında, toprağa ve geleneklere de karşı bir yabancılıktan bahsedebiliriz.

·       Halk aydın çatışmasının temelinde ise aydında oluşmuş fakat köylüde henüz belirginleşmemiş “vatan”, “ulus” kavramları vardır.

·       Yakup Kadri Yaban’da, her ne kadar zaman olarak Kurtuluş Savaşı ve özellikle Sakarya Muharebesi’ni seçtiyse de roman boyunca tartışılan sorun bir aydınlanma projesi ve milli devlet arayışı için malzemenin teşhiri gibidir.

·       Yaban’ın aydını Ahmet Celal gazi bir yedek subaydır.

·       Tek kolunu savaşta bırakan Ahmet Celal, işgale uğramış İstanbul’da kendini sosyal anlamda gereksiz görür. Babasından kalan evi satarak parasıyla Anadolu köylerinden birinde bir bahçeli ev almayı tasarlar.

·       Savaşta silah arkadaşı olan Mehmet Ali’nin köyüne davet üzerine gidip yerleşir.

·       Anadolu’nun bu ücra köşesinde kendini kapattığı bu küçük hayatta çatıştığı birçok ayrıntı gibi zaman ve mesafe kavramının olmaması aydına garip gelmektedir.

·       Zamanın küçük dilimlerini karıştırmaktadır. Sadece mevsimlerin değiştiğini hissetmektedir.

·       Bu değişimle birlikte kimliğinden bazı parçaların da kaybolup gittiğini görmektedir.

·       Zaman kavramının köyün ihtiyaçlarına paralel kullanımı aydının önceki yaşamına ait dramına da merhem olacaktır:

·       İmparatorluğun yıkımındaki tüm sorumluluğu aydın üstlenmiştir ve faturanın kendisine kesildiğini de farkındadır.

·       Aydın başarısız olmuştur.

·       Dünyadan elini eteğini çekmiş birisi olarak kendisini Anadolu’nun ücra köşelerinden birine atmıştır.

·       Kendisini ve hedeflerini sınırlamıştır.

·       Bunun böyle olması gerektiğini acı olsa da itiraf etmektedir:

·       Ahmet Celal bir türlü köylünün içine karışamamaktan şikâyetçidir: “Gerçi, köye geldiğim ilk günden beri, daima, herkesten ayrı bir durumdaydım. Gözle görünmez bir çember, bir nevi karantina kordonu beni aralarına karışmak istediğim bu küçük insan kümesinden ayırıp duruyor. Ne yapsam bu çemberi yaramıyorum.”.

·       Asker arkadaşı Mehmet Ali olmasa hiç kimsenin aydınımız ile konuşacağı yoktur.

·       Çocuklar ondan ürküp kaçar, köpekler arkasından havlar, kendini tüm bu tablonun ortasında acayip ve korkunç bulur.

·       Oysa aydının bu Anadolu köyüne gelişinin nedeni gerçekliğin tam karşıtı bir beklenti nedeniyleydi.

·       Romanda aydının insana yabancılığı derinlemesine işlenir. Köylü aydın açısından anlaşılmazdır.

·       Oysa ülkenin kaderi kısa zamanda belirlenecektir.

·       Aydının tüm bunları değiştirmesine zamanı yoktur.

·       Savaşan subaylar inançlıdır.

·       Kendisi de gazi asteğmen olan aydınımız Ahmet Celal, sevkiyat sırasında köye uğrayan subaylardaki değişimi gözlemler.

·       Bu subaylar eskinin askerlerinden farklı durumdan şikâyet etmeyen, kurtuluşa inancı olan bireylerdir.

·       Fakat durum böyleyken kendisi tam zıt görüşe sahip köylülerin içinde yaşamaktadır.

·       Yaban’da Yakup Kadri’nin belirtmek istediği aydın ile toplum çelişkisidir.

·       Savaşı yaşamış bir yazar olarak on sene sonrasında Türk aydınının önünde köy ve köylüye dair başka sorunları vardı.

·       Yakup Kadri de bu sorunlarla yakından ilgilenen bir aydındı.

·       Roman aynı zamanda aydının içinde bulunduğu toplumla ilgili olarak savaş sonrası yeni devletin tutumunun halk arasına yayılmasında işinin ne kadar zor olduğunun beyanıdır.

·       Bu nedenle sürekli olarak aydının yöre insanıyla ilişki kurma konusundaki başarısızlığı okuyucuya aktarılır.

·       Kurtuluş Savaşı’nda aydının gördüğünü halk görmekte biraz geç kalmıştır.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarındaki aydın yakınması bu sabırsızlıktan kaynaklanmaktadır.

·       Köylü ancak işgal ordusu kapıya dayandığında direnme gereğini gördü ve ikna oldu.

·       Şartlar aydının anlattıklarının önüne geçti.

·       İşgalin dayatmasıyla daha önce ilgisiz olan toplumla aydın bir hedefte buluştu.

·       Romanda köylünün aydını değerlendirmesi ve pek de ciddiye almaması yönünde eğilimlerinden de bahsedilir.

·       Aydın da bunun farkındadır:

·       Türk aydınının tarihsel çıkmazlarından birisi de halka indikçe halka benzemesidir.

·       Böylelikle ona yaklaşırken aklında taşıdığı aydınlanma yolundaki planında sapmalar yaşamakta, sosyal şartların içinde kaybolmaktadır.

·       Aydının en temel işlevi düşünme eylemi yeni mekânında neredeyse imkânsızdır: “Düşünmek; insanların, mağara devrindeki gibi henüz birtakım toprak ve taş kovukları içinde yaşadığı ve hayvanlarla haşır neşir olduğu bu yerde düşünmek, bana bir ayıp gibi geliyor.”

·       Aydın yine kendi donanımından utanmaktadır.

·       Kendi kimliğinin en önemli özelliğinden yani bir nevi kendi varlığından utanmaktadır.

·       Bu düşüncelere sahipken halkı kurtuluş için direnişe sevk etme misyonunu nasıl yerine getirecektir?

·       Hem başta dış görünüşü ve yaşam şartlarından kaynaklanan zavallılığına üzüldüğü köylüye acımakta hem de herhangi bir fikir beyanında köylüden nefret etmektedir.

·       İşte bu çelişki aydın açısından çözülmez bir sorundur.

·       Sevgi ile nefret arasındaki gidiş gelişler doğrudan kurtuluşa doğru örgütleme amacıyla gelmediği bu köyde bir türlü halkla uzlaşma yolunu bulamamasına yol açacaktır.

·       Aydın İstanbul’da iken vatanın selametinin önündeki en büyük engelin kendi aramızdaki anlaşmazlıklar ve nifaklar olduğunu düşünür, Anadolu’yu tüm bu çekişmelerden, tartışmalardan uzak tutuyordu.

·       Oysa yakından tanıdığında görür ki: “Anadolu… Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.

·       Türlü ahlaksızlığın, ihanetin kol gezdiği, bir türlü eklemlenemeyip, nefret ettiği bu toprağın halinden yine de kendisinin de içinde olduğu aydın sınıfını sorumlu tutar: “Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın?

·       Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.” derken suçu üzerine alır.

·       Aslında Ahmet Celal’in suçladığı aydın kendisinin de dâhil olduğu Osmanlı münevver sınıfıdır. Hiç ilgilenmediği Anadolu’dan şimdi vatanı olmasını istemektedir.

·       Şikâyet ettiği somut durum ve köyün sefilliğine rağmen aydının çaresiz olduğu açıktır. Vatansızdır ve tek seçeneği Anadolu’dur:

·       Yaban, aynı zamanda Türk köylüsü ile Türk entelektüeli arasındaki acıklı davanın romanıdır.

·       Yeni devletin dayandığı bu uzlaşmaz iki sınıfın birbiri içinde kaybolduğunu kimi dönemlerde aydının köylüleştiği suçlamalarında görürüz.

·       Gökalp, “milli kültür” denilen şeyin sadece halkta saklı olduğunu savunur. Buna karşılık seçkinler sınıfı içine soktuğu aydınların da medeniyete malik olduğunu kabul eder. Bu nedenle gidişin aydından halka doğru olduğunu düşünür.

·       İşte Yaban da karşımıza, aydın açısından bu gidişte ilk karşılaşmanın hiç de müsait bir ortam olmayan savaş sahnesinde gerçekleştiği başarısızlığın romanı olarak çıkmaktadır.

·       Yakup Kadri ise eserini verdiği dönemde misyonunu tamamlamamış bir Türk aydını tavrı gösteriyordu.

·       Atatürk’ün yanında bulunan bir isim olarak, genç cumhuriyetin yapılanması ve halka doğru açılması yönünde bir girişim olan “Kadro Hareketinin” içindeydi.

·       Bu misyonun romanı da, Vedat Nedim Tör’ün savunduğu gibi “Yaban” dı. Dönemin yani 1932 yılının oluşturulmaya çalışılan milli politikasının romanıydı.

·       “Yaban” adlı romanı, 1932 yılında yazılmış Kurtuluş Savaşı romanlarının tam bir modeli şeklindedir.

·       Aynı dönemde ve kendinden sonra yazılmış birçok romanı etkilemiş bu eserde dönemin düşünsel eğilimlerinin yapıtı nasıl etkilediğine dair ipuçlarını da bulabiliriz.

·       Aynı zamanda, eserinde kurduğu aydın tipi etrafında da tartışmalara yol açmıştır.

·       Kemal Tahir, köyde yaşamamış yazarların köylüyü çarpık yansıttığı eleştirilerine: “Köylüyü tanımak için, köyde doğup köyde yaşamak mutlaka lazımdır, sözü ciddi değil. Köylü romanı yazmak için sahiden romancı olmak, kültürlü olmak, memleket ve dünya hakkında genel bilgi sahibi olmak, bu bilgiyi özel manalarla yeniden değerlendirmek gücünü elde ettikten sonra köylüyü tanımak lazımdır, demeli. Yoksa, bir romancı ancak içinde doğup yaşadığı çevreyi, insanları yazabilir, başka yerleri, başka insanları yazamaz, anlamına varırız ki bu, sahici romancının asıl gücünü inkar etmek olur. Zaten o zaman romanın yerini de edebiyat tarihlerinde yazılmış hatıralar tutardı.” şeklinde cevap vermiştir.

·       Romanlardaki aydın tipinin yaşanılan tarihsel sürecin başında ne yapacağını bilememesi ve hangi yöne hareket etmesi gerektiğini ancak sezgisel olarak ortaya koyması ve bunun sonucunda başarılı olması yukarıda bahsettiğim kurgu gerçekliğine bir örnektir.

·       Aydın sezgisiyle çıkmazdan kurtulup yolunu bulmuştur.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarımız, kültürün taşıyıcısı konumundaki birey olarak aydının, toplumun dağılma noktasında sahne alarak, amaçsız kalabalıkları kurtuluş yolunda nasıl bir araya getirdiğini anlatır.

·       Başta yolunda yalnız yürüyen birey, zorlukların sonucunda çözüme ulaşmıştır.

·       Aydının karşısında birtakım engeller olduğunu gördük.

·       Başlangıçta mücadeleyi yürütmesindeki en büyük engeli topluma bakışıdır.

·       Daha doğrusu kendi insanına şimdiye kadar doğru dürüst dönüp bakmamasıdır.

·       Aydın sınırlı çevresinde geniş halk kitleleri ile ilişki imkânını bulamamış, buna gerek dahi duymamıştır.

·       Romanlarda tek bir aydından söz edilemeyeceğini gördük.

·       Kurtuluş Savaşı olayına bakışın ancak aydın görüşü üzerinden halkta taban bulabileceğini teşhis ettik.

·       Halk katmanlarında olaya dair taban bulmuş düşünce kampları, aydın çatışmasına dayanır.

·       Özellikle İstanbul’da birbiriyle çatışan gruplar halindeki aydınlardan bahsedilir.

·       Fakat Milli Mücadele’yi hedefine ulaştıracak gerçek aydın topluma yön veren kişi olarak eylemiyle ortaya çıkmıştır.

·       Bu eylemci aydının bir birey olarak tüm toplumsal bağlamı içinde ortaya konulmasının ardından önünde temel olarak iki sorunun olduğunu gördük.

·       Bunlardan ilki İstanbul aydını dediğimiz, Ankara’da henüz oluşmakta olan Milli Mücadele’ye destek vermeyen gruptur. Bu grubun görüşüne göre Milli Mücadele bir maceradan farksızdır. İşgalci Batılı devletlerin karşı konulamaz gücü vardır.

·       İstanbul aydını toplumun yüksek sınıfı içinde ilişkide olduğu yabancı subaylarla aynı dili konuşabilmektedir. Aldığı eğitim ve dünya görüşü buna olanak sağlar. İşgalin belli bir süre, sınırlı bölgelerde gerçekleşeceğini düşündüğünden toplumda artan mücadelenin başarı şöyle dursun, yalnızca Batılı güçlerin boşuna kızdırılmasına yol açacağını savunur.

·       Aslında İstanbul aydınının gözünde, özellikle yaşadığı şehirde her şey yolundadır.

·       Şehir olarak kendi dar çevresini görmektedir.

·       Halk ile ilişkisi yoktur.

·       Buna rağmen İstanbul’da bir takım istenmeyen olaylar olduğunu duyar.

·       Bu tip olayların mücadeleden yana kesimin kabahati olduğunu düşünür.

·       Zaten ülkenin bu hale gelmesi şimdiye kadar yürütülen yanlış politikanın sonucudur.

·       Romanlarda, yıllardan beri iktidar erkinin içinde yer almış, eski aydın kadrosunun tekrar sahne alıp ülkeyi kurtarma iddiası ile ortaya çıkması İstanbul aydını tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir.

·       Kurtuluş Savaşı romanlarının başkişisi, mücadeleyi örgütleyecek olan aydın tipidir.

·       Ankara’da gelişen mücadeleye sempati duyduğundan dolayı Ankaracı aydın sıfatıyla anıldığını gördük.

·       İstanbul aydını dediğimiz, mücadelenin karşısında olan aydın grubu ile çatışma içindedir.

·       Çatışsalar da iki aydın grubu arasında özellikle yaşayış tarzı ve aldıkları eğitim açısından büyük benzerlikler vardır.

·       Batı hayranlığı yazarlar tarafından her iki aydın grubuna ait bir özellik olarak abartılarak betimlenmiştir.

·       Düş kırıklığı anlarında aydın Batılı yazar veya filozoflardan bir alıntıya başvurur.

·       Sınıfsal olarak aynı kökten gelmelerine karşılık romanlarda Ankaracı aydının mekânına fiziki ve akli olarak tükenmişlikle beraber geri dönüşü söz konusudur. Gördüğü işgal manzarası karşısında ne yapacağını bilememekte, savruk ve çaresizdir. Kimi zaman bu düşünsel düzeydeki yetersizliğine fiziki engeller de eşlik eder. Çoğu zaman cepheden geri dönmüş ve yenilgiyi tatmış bir subay, memur, eğitimli bir kişidir.

·       Romanlarda Ankaracı aydın olarak çizilen tipin dramının ülkenin dramına paralel olduğunu gördük. Anlatımın yönü gereği halkın arasına karışıp ortak sıkıntıları çektiği ülkesi ile bütünleşme gayretleri anlatılır.

·       Aslında ele aldığımız romanlarda her iki aydın tipinin de halkın arasına karışmayı pek başaramadığını gördük.

·       Aydın doğası gereği biraz toplum dışından topluma bakan insandır.

·       Her iki aydın grubunun da aynı insan malzemesinden oluştuğunu anlasak da sonucu belirleyen ayrımın basit bir tercih ile ortaya çıktığını gördük.

·       Bu tercih aydın ileri görüşlülüğünü yansıtmaktaydı.

·       Ankara hareketinin yanlısı aydın grubunun kendi sosyal ve bireysel sıkıntılarını da aşacağı eşik, mücadele hareketine katılma kararıdır. Bu karar neticesinde büyük bir bilinçsel dönüşüme uğradığını saptadık.

·       Attilâ İlhan’ın tespitinde olduğu gibi toplum sorunlarına dair her tartışmanın başlangıç noktası Kurtuluş Savaşı romanları olacaktır.

·       Toplum sorunlarımızın tartışılmasında Türk toplumunun bir yok oluştan, yeniden inşasına doğru aydının rolü en isabetli olarak Kurtuluş Savaşı’nda anlatılabilirdi.

·       Romanların cepheyi anlatmayarak savaş romanı özelliğinin dışına çıktığını gördük.

·       Gerçekten de günümüzde her kesim tarafından “Kurtuluş Savaşı romanı” tabir edilen eserlerin en önemli ortak özelliği budur.

·       Romanların cephe ile ilgisi olmadığı açıktır.

·       Eserler cephe ardında oluşan ulus fikrinin ilk olarak mücadele fitilini ateşleyen, toplumun dinamik çekirdeği aydının bilincinde biçimlendiğini bizlere ispat eder.

·       Kurtuluş Savaşı’nın bir aydınlar savaşı olduğunu söylememiz abartı sayılmamalıdır.

·       Kurtuluş Savaşı romanları bize Batılı zihniyle Türk aydınının, tercümeden öte toplumsal gerçekle ilişkiye geçme zorunluluğu açısından yeni devletteki görevini tasvir eder.

·       Aydının yükü ağırdır.

·       Halkını tanıması, onunla aynı dili konuşabilmesi, eski alışkanlıklarından sıyrılması gerekir.

·       Yoksa Posta Yolu’nda olduğu gibi aydın açısından tasfiye kaçınılmaz bir hal alacaktır.

·       Sonuç olarak aydının üzerinde yaşadığı ülkesine, fikren hiç de örtüşmese de toplumuna karşı eleştirel tutumuna rağmen pratikte imkânlar çerçevesinde, yeri geldiğinde halkına bir hedef koyabilen birey olduğunu gördük.

·       Eğitimli her bireyin aydın kavramının karşılığı olmadığını gerektiğinde eğitimsizlerin de aydın tavrı sergileyebildiği sonucuna ulaştık.

·       En önemlisi aydının sadece toplumsal pratikle ortaya çıktığını, aydının halk nazarında sevimsiz bulunan görüşlerinin öteyi gördüğünü teşhis ettik.

·       Romanlarda görüldüğü üzere toplumsal sorunlarımızın çözümünde yolun, romancının ve sosyologun da ait olduğu aydın sınıfının toplumu ile ilişki kurmasından geçtiğini görmekteyiz.

·       Her yazarın romanındaki aydından kendinde bir parça vardır kuşkusuz.

·       Aydın için ülkeyi işgalden kurtarmaktan daha büyük sorun halkın dilinden anlamaktır.

***********************************************************************************

   KAYNAK:

http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/49252.pdf



TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...