. KURTULUŞ
SAVAŞI ROMANLARINDA AYDIN TİPİ
·
Kurtuluş Savaşı romanları edebiyatımızda geniş bir
yer tutar.
·
Savaşın yaşandığı dönemden başlayıp günümüze değin
verilen eserlerin genelde bir olguya vurgu yaptığını görürüz.
·
Kurtuluş mücadelesini örgütleyen aydın tipi
romanlarda tartışılır.
·
Eserlerin bütününü ele aldığımızda savaşın
kendisinden daha çok, aydının yaşadığı çatışmaların aktarıldığını tespit
ederiz.
·
Yenilmiş ülkenin aydını, toplumunun düştüğü
zorlukları hayatına taşımıştır.
·
Toplumsal hayattan çekilmiştir.
·
Kabuğunu kırması, artık odağı Anadolu’ya kaymış
bulunan direnişe destek vermesi sonucunda gerçekleşecektir. Romanlarda çizilen
aydın tipi süreçte kimlik değiştirip toplumsal önder modeli haline
dönüşecektir.
·
Bunun yanında eserlerde işgale direnmenin anlamsız
olduğunu savunan İstanbul aydınları ile mücadeleden yana olan Ankaracı grup
arasındaki çatışma da konu edilmiştir.
·
Aydının Anadolu’ya geçmesi ile birlikte çatışmanın
diğer boyutu olan toplum aydın çatışması yaşanacaktır.
·
Tüm bu zorluklardan başarı ile çıkan aydının bir
toplumsal tip olarak sosyolojik analizi yapılmaya çalışılmıştır.
·
Ele alınan romanlar Türk edebiyatının köşe taşı
eserleridir.
·
Kurtuluş heyecanı ile kaleme alınmış, yaşanılan
zorlukları gelecek nesillere tanıtma amacının açıkça görüldüğü ürünlerdir.
·
Romanlarda yaşanılan zorlukları en ağır hisseden
birey aydındır.
·
Her ne kadar Kurtuluş Savaşı romanları olarak tabir
edilseler de bir eksikleri vardır:
·
Zaferi müjdelemeyi unutmuşlardır.
·
Bu tercih yazarların amacının savaşı anlatmaktan
ziyade yeni devlette çizilen aydın modelinin toplumdaki konumunu belirtmektir.
·
Sosyolojik analiz için roman, biraz karışık bir
malzeme gibi dursa da tipoloji oluşturmada ortaklıklar kurabilme imkânını
sıklıkla verir.
·
Karşımızdaki en büyük güçlük edebiyat eleştirisi
ile sosyolojik analiz arasındaki ince çizgiyi unutma tehlikesiydi.
·
Romanlar yapısal özellikleri açısından değil,
çevresinde dolaştıkları aydın tipini kurabilme amacıyla ele alınmıştır.
·
Aydın sorunu gibi bir konuda güncel siyasetin
etkisini hissetmek mümkündür. Çizilen aydın modeliyle topluma biçim verme
düşüncesi konunun toplum tarihimizdeki hassas noktalardan birisi olmasını
sağlar.
·
Bu ilgiye rağmen yapılan çalışmalarda aydın
tanımına dair bir muğlaklık dikkati çeker. Aydının kim olduğu, neyi temsil
ettiği, sosyal açıdan işlevinin ne olduğu belirsizdir. Belirsizlikten daha
uzakta, sanat alanında verilen eserlerde aydının birey olarak net bir şekilde
ifade edildiğini görürüz. İfadenin doruk noktası ise Kurtuluş Savaşı
romanlarında çizilen aydın tipidir.
·
Yalnız adamdan toplum liderliğine uzanan yolda Türk
aydınının macerası Kurtuluş Savaşı romanlarında ele alınır.
·
Türk aydını birey olarak toplumumuzun tarihsel
süreçte karşılaştığı sorunların yansımasını üzerinde taşır.
·
Bu kesişmenin en dikkat çekici noktası olarak
Kurtuluş Savaşı literatürü üç alanda öğreticidir:
·
Sosyoloji, roman ve aydın.
·
İki yüzyılı aşan Batılılaşma serüvenimiz boyunca
aydın, toplumuyla kopma noktasına varan çelişkiler yaşamıştır.
·
Daha önce devletin içindeki kadrolardan birisi
konumunda bulunan aydının, özellikle işgal döneminde devletin ortadan kalkması
ile birlikte en önemli tarihsel dayanağını yitirdiğini görürüz.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarında okuyucuyu dramına
ortak eden aydının çaresizliğinin en önemli sebebi bu dayanaksızlığıdır.
·
Dayanağını yitiren aydın şimdiye kadar sapmadığı
yolu seçerek topluma eklemlenmeye çalışacaktır.
·
Böylece kendi açmazları ile birlikte toplumun
kurtuluşuna da çare bulacaktır.
·
Birey olarak aydın, işgal ile birlikte yeni
kimliğini sosyal pratikle ortaya koyacaktır.
·
Savruk halini bir yana bırakıp yeni amacı
doğrultusunda değişecektir.
·
Bu aynı zamanda yetişmiş, eğitim görmüş, içinde
yaşadığı toplumu ve kendisini değerlendirebilen, yine toplumuna ve kendisine
kılavuzluk edebilecek melekelerle donanmış bireyin, sadece kendisine değil
toplumuna da faydalı olma zamanıdır.
·
Birey olarak bahsetsek de kuşkusuz yolunda yalnız
değildir.
·
Aydının toplum sathına yayılmış bir sınıfın üyesi
olduğunu söyleyebiliriz.
·
Aydın kendisini pratik içinde anlamlı kılar.
·
Tarihte bir aydınlar savaşının cepheleri üzerinde
gerçekleşen toplumsal olaylara nadir olarak rastlanır.
·
Türk Kurtuluş Savaşı, diğer bir deyişle “Milli
Mücadele”, bu nadir toplumsal olaylardan birisidir ve aynı zamanda
edebiyatımızda bu özelliği ile geniş yer tutmuştur.
·
Bir olgular bilimi olarak sosyoloji toplumsal
olgular arasında bağlantılar kurmaya çalışır.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarının yazımı savaş sırasında
başlayıp günümüze kadar gelmiştir.
·
Çok değişik tarihlerde, birbirinden çok farklı
düşünsel özellikler sergileyen yazarlar tarafından kaleme alınmış eserlerde bir
ortak figür gözümüze çarpar:
·
“Mücadeleyi örgütleyen aydın tipi.”
·
Kurtuluş Savaşı romanlarında neredeyse zamansal
bağlamından koparılmış bu figürün yaşamındaki alt üst oluş, kendi toplumunun
yaşamsal değişimine denk düşer.
·
Toplum ve bireyin yok oluş tehlikesinin nasıl örtüştüğünü
romanlarda görürüz.
·
Aydının topluma etkisinin halkın arasına karışıp
eklemlenmeye başlaması ise arttığını görürüz.
·
Romanlar aydının çaresizliği ile başlar.
·
Batılı tarzda eğitim almış bu birey ülkesinin
kurumlarını, işleyişini, adetlerini sürekli olarak eleştirir.
·
Halkın gözünde ise Meşrutiyet’le beraber gelişen
olaylardan direk sorumludur.
·
Aydın da halk da birbirlerine karşı olumsuz
fikirler taşırlar.
·
Çökmekte olan imparatorluğun üzerine çöktüğü aydın,
toplum dışına itilmiş bireydir.
·
Genellikle asker kökenli veya basit bir memur olan
aydının yaşadığı şehir savaştığı düşman tarafından işgal edilmiştir.
·
Gördüğü manzara kendisine ağır gelmekte fakat
elinden pek de bir şey gelmemektedir.
·
Gözünde büyüyen, her gelen haberle gizli gizli
heyecanlandığı Anadolu direnişine destek vermesi ile birlikte, şimdiye kadar
pek de harcı olmayan işlere girmeye kalkışır.
·
Eyleme kalkışması ile birlikte dönüşüp başka birisi
halini alır.
·
Halktan her zaman destek bulamasa da şimdiye kadar
dönüp bakmadığı kitle ile artık kader ortağıdır
·
Yazar, "toplumla ilişki kurabildiği oranda"
aydın kimliğine yaklaşır.
·
Türk toplumunda aydının siyaset ve devlet
meselelerinde taraf ve müdahil olduğu örnekler hayli fazladır.
·
Hepsi birer Kurtuluş Savaşı romanı yazarı olan
kalemlerden Kemal Tahir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Ahmet
Hamdi Tanpınar sosyal sorunlara değinmiş isimlerdir.
·
Romanlarında bunun izlerini takip etmek mümkündür.
·
Özellikle Yakup Kadri’nin “Bir Sürgün” ve “Hüküm
Gecesi” ile başlayıp “Sodom ve Gomore” ve “Yaban” çizgisinde devam eden
eserlerinde, Türk aydınının belirli bir dönemini buluruz.
·
Adı geçen romanların tümünde aydın teması merkeze
alınmıştır.
·
Benzer biçimde Kemal Tahir meseleyi “Esir Şehrin
İnsanları”, “Esir Şehrin Mahpusu”, “Yol Ayrımı”, “Yorgun Savaşçı” ve “Kurt
Kanunu” ile devlet, iktidar ilişkisi içindeki aydın grupları arasındaki çatışma
bağlamına oturtmuştur.
·
Halide Edip ile Yakup Kadri’nin edebiyatçı
kimliklerinin yanında mücadeleyi yürüten kadroların içinde merkeze konumlanmış
tarihsel figürler olduklarını unutmamalıyız.
·
Çözülmesi gereken meseleye düşünürlerin teorik
açıdan yaklaşımlarının genel hatlarıyla tanıtıldığı bölümün adı “Sosyolojik
Açıdan Türkiye’de Aydın Sorunu” dur.
·
Bu bölüm romanlarda öne çıkan tipi anlamamız
yolunda bir giriş niteliğindedir.
·
Romanlardaki ve teorik çalışmalardaki anlayış
paralellik arz eder.
·
Türkiye’de aydın sorununa sosyolojik yaklaşımlar
ile romanlardaki tespitler birbiriyle örtüşür.
·
Batılı tarzda aldığı eğitimin etkisiyle de
toplumuna bakışında kusur ve eksikliklerini ön plana çıkaran aydın artık ona
yaklaşmak ve önderlik etmek mecburiyetindedir.
·
Edebiyatımızda özellikle roman türü içinde geniş
bir yer tutan konu savaş sırasında yetişkin bireyler olan yazarların
eserleriyle sınırlandırılmıştır.
·
Romanlarda başlangıç noktası genellikle aydının
işgalin soğuk yüzü ile karşılaşmasıdır.
·
güne kadar genellikle toplum dışı bireyi temsil
eden aydının mücadele gerekliliğini anlaması fakat başta ne yapacağını pek de
bilememesini “Sodom ve Gomore” ustalıkla yansıtır.
·
Batılı fikirler aracılığıyla kendine ve toplumuna
bakmaya çalışan aydının çaresizliği “Sahnenin Dışındakiler” de anlatılır.
·
Romanda aydın düşüncesinin "etrafında
toplanacak insanı" bulamadığını itirafı eder.
·
Düşüncesi "insana ulaşamadığı için"
havada kalır.
·
Ortaya koyduğu zayıf karakterli, edilgen aydın tipi
ile Ateşten Gömlek, Sodom ve Gomore’ye yaklaşır.
·
İşgal güçlerine yakın çevrelerin içinde gezinen
aydın tarafını yavaş yavaş belli edecektir.
·
Burada aydının mücadele yolunda henüz kararlı bir
tutum takındığını görmeyiz. İradesini belirleyen şartlar onu mücadeleye itecektir.
·
Mücadeleye dair açık iradeyi Kemal Tahir’in
eserlerindeki aydın tiplerinde bulabiliriz.
·
Hikâyeleri, Sodom ve Gomore, Ateşten Gömlek
örneklerinde olduğu gibi başlasa da Esir Şehrin İnsanları ve Esir Şehrin
Mahpusu’ nda Kamil Bey mücadele uğruna aile hayatı dâhil olmak üzere kendisini
engelleyen ne varsa vazgeçecektir.
·
Bu uğurda tüm toplumsal bağlarından, kendisini
tanımlayan hemen her şeyden kurtulup, acı çekmeyi göze alacaktır.
·
Hayatı bu uğurda alt üst olacaktır.
·
Aydınlar arasındaki tek fikir mücadeleye yönelme
değildir.
·
İşgal ile birlikte izlenecek yolun aydın grupları
arasında tartışma konusu olduğu bir gerçektir.
·
Aydın "Batılı kavramlar üzerinden" aldığı
eğitimin içinde bulunduğu toplumun sorunlarını kavrama düzeyinde yetersiz
kaldığını anlayacaktır.
·
En azından eğitimi açısından böylesi yetkin bir
bireyin Anadolu hakkında ne kadar çocuksu hayaller kurduğunu ve yargısının
nasıl dağıldığını son bölümde bulabiliriz.
·
Özellikle Yaban’da aydının darmadağın olmuş
dünyasından kaçarak sığındığı saflık diyarının hiç de düşündüğü gibi olmaması
ilerleyen yıllarda edebiyatımızda görülecek köye çarpık bakışın habercisi
gibidir.
·
Kuşkusuz, “köy” dünyadan bağımsız bir alan
değildir.
·
Aydının, içinde “mutlak iyi” yi barındıran, bir
türlü kuramadığı dünyanın modeli hiç değildir.
·
Günümüzde aydının ve entelektüelin misyonunu
tamamladığı, düşünmeyi ve özellikle kültür üzerine düşünmeyi iş edinmiş bir
sınıfın pratik faydayı, maddileşmeyi ön plana çıkaran ve bunu kutsallaştıran
bir toplum yapısında yerinin olmadığını tespiti yapılmaktadır.
·
Küreselleşme ile birlikte bütünsel söylemin yok
olduğuna dair inanç yaygınlaşmıştır.
·
Böylelikle aydının halka yol göstermesi gibi
düşüncelerin artık demode olduğu yolunda bir sonuca ulaştığımız söylenmektedir.
·
Değişim toplumun doğasındadır.
·
Çalışma günümüzden çok ötede olağanüstü şartlarda
tarih sahnesinde görülmüş, muadili olarak çağımızda pek de kimseyi
gösteremeyeceğimiz tipe bir ağıt biçiminde de algılanabilir.
·
Türkiye’de roman, Avrupa’da olduğu gibi toplumsal
koşullar sonucu doğmuş bir anlatı türü değildir, ama Batı’dan ithal ettiğimiz
romanın bizde aldığı şekli ve yüklendiği işlevi anlamak için hem geleneksel
hikâye türümüze hem de tarihsel ve toplumsal koşullara bakmamız gerekir.
·
Unutmayalım ki Ahmet Mithat, Namık Kemal ve Mizancı
Murat gibi ilk romancılarımızın kendileri o dönemin siyasal ve toplumsal
sorunlarıyla uğraşan kişilerdi.
·
Bizde edebiyat, aynı zamanda siyasal ve toplumsal
sorunlarla uğraşan kişilerin bir fikir yayma alanı olarak da görülmüştür.
·
Roman, tür olarak içinde barındırdığı bütünsellik
özelliği ile siyasete dayalı öneriyi ve belki eleştiriyi de kurguladığı yapının
içinde, yani metinde barındırmıştır.
·
Böylelikle roman bizde hayata doğrudan bir müdahale
olarak görülmüştür.
·
Özellikle ilk dönem romancılarımız siyasal ilgileri
gelişmiş insanlardı ve doğal olarak Batılı muadilleri kadar edebiyat bilgisine
sahip değillerdi diyebiliriz. Fakat bu durum sonraki dönemde aşılmıştır.
·
Kurtuluş Savaşı romanları, dönemin siyasal ve
toplumsal konulara ilgi duyan dönemin aydınları tarafından kaleme
alınmışlardır.
·
Batılı muadilleri ölçüsünde alan bilgisine sahip
kişiler değillerdi.
·
Derin estetik bilgisi için gereken konforlu
hayatları olmadı.
·
Yıkılmakta olan bir imparatorlukta, savaş
koşullarında, bir kısmı göç mecburiyetinde kalarak; ülkenin fırtınalı
günlerinde eserlerini oluşturdular.
·
Bu durum bize eserlerin sosyolojik araştırmaya daha
uygun bir içerik yüklediğinin de habercisidir.
·
Böylelikle ele alınan romanlarda tarihsel
tanıklığın getirdiği daha fazla toplumsal malzeme olduğunu görürüz.
·
Romanlardaki aydın teması ise, çoğu zaman
sanatçının kendi toplumsal varlığından da örneklediği ve düşüncesini de
somutladığı ürün olarak karşımıza çıkar.
·
Aydın bir roman kahramanı olarak adeta ideal
tiptir.
·
Kurtuluş Savaşı aydını bireysel ve yalnız bir
özelliktir.
·
Roman kahramanının doğaya karşı konumlanmış insanın
modern çağda topluma karşı konumlanması gibi, aydın da Anadolu halkına karşı
durmaktadır zaman zaman.
·
Aydın, son iki yüz yıldır sürekli olarak bir “vatan
kurtarılması” kaygısını hissetmiş ve bununla yaşamıştır.
·
Yaşadığı işgal gerçeği karşısında “bireysel ve
yalnız öznelliği” ile modern bir edebi tür olan romandaki bireye en uygun örnek
olacaktır.
·
Fakat bireyliğini yüceltmez, aksine bundan
kurtulmak ister.
·
Tarihsel şartların bir dayatması sonucu sürekli
olarak destek arayışı içinde olmuştur.
·
Yalçın Küçük, bunun örneklerinin toplum tarihimize
mevcut olduğunu savunur.
·
Türk aydınının yeniçeriliğin lağvedilmesi ile
birlikte en büyük dayanağından yoksun kaldığını savunur.
·
Teorik dünyadan yeterince güç alamayan aydının
çeşitli dönemlerdeki tarihsel figürlerden kendine destek aradığını belirtir.
·
Ne kadar güçlü olursa olsun, daha doğrusu ne ölçüde
güçlenirse güçlensin, tek başına kendi gücünün yetmeyeceğini biliyor.
·
Sürekli ve inatla dost bir dayanak arıyor.
·
Bir açıdan bakıldığında, Türk aydınının tarihi,
kendine uygun bir dayanak bulma tarihi oluyor.
·
Türk aydın tarihi bir yalnızlıktan kaçış tarihidir.
·
İşte bu yalnızlık bağı Kurtuluş Savaşı romanlarında
biçim olarak özgün ve yalnız bireyi kuran roman yapısına da denk gelmiştir.
·
Böylelikle yazarlarımız bu tema üzerinde romanın
alt yapısını kolayca kurma şansı yakalamışlardır.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarına bakarsak, tür olarak
eğitim romanı ve düş kırıklığı romanları yapısında olduğunu görürüz.
·
Aydının zaman zaman yalnız, toplumsallığın dışında
olması, ümidini yitirmesi ile düş kırıklığı özelliği, köylü için koyduğu
kurtuluş ümidi açısından da eğitim romanı özellikleri gösterir.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarında olay örgüsü içinde
merkezde konumlanmış bir karakter diğerleri arasından sıyrılır: “Mücadeleyi
örgütleyen aydın tipi”.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarının aydın tartışması
açısından iyi bir lâboratuvar olduğu ortadadır.
·
Toplumunu yok oluşun kıyısından çeviren, mücadeleyi
başlatan, başlamış mücadeleye destek olan ve katılan, karşı görüşteki aydın
grubu ile çatışan aydına, romanlarda rastlarız.
·
En basit anlatımla aydın, eylemiyle topluma yön
verip onu dönüştürürken, kendisi de dönüşür.
·
Bu diyalektik süreçte aydının sıkıntıları sadece
çatıştığı karşıt görüşteki gruplar değil, eski sosyal yapının getirdiği
kalıplaşmış düşünceler ve belki de en önemlisi kendindeki değişimin ve
dönüşümün yol açtığı çatışmalardır.
·
Kurtuluş Savaşı yıllarında okumuş nüfusun genel
nüfusa oranının yüzde 10’un altında olduğu75 Türk toplumunda, roman yazarı
olarak nitelendirilen, kendisi de aydın sınıfına dâhil olan bireyin, bir
misyonu vardı.
·
Bu birey, aynı zamanda misyonunu yazdığı roman
yoluyla gerçekleştirmeye çalışan aydın tipidir.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarındaki aydın, yazarı gibi
halkın üzerinde yaratılacak değişim misyonunda başrolü oynar.
·
Oynadığı rol, romanın ülkemizde ortaya çıkış
yıllarına kadar dayanan bir gelenek halindedir:
·
Okumuşu gayet az olan bir toplumda Batı kökenli bir
edebi tür olarak romanın geliştiği söylenemezdi.
·
Ahmet Hamdi Tanpınar 1936’da yazmış olduğu
makalesinde, henüz Batılı örnekleri düzeyinde olgun bir Türk romanından
bahsedilemeyeceğini savunur.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarını plan olarak iki grupta
incelemek mümkündür:
·
Birincisi: İşgal ile birlikte şehir merkezlerindeki
durumu tasvir eden romanlardır.
·
Bu romanlarda mekân genelde İstanbul’dur.
·
Zaten bahsedilen dönemde aydının yaşam alanı da
ancak büyük şehirlerdir.
·
Burada aydın ülkenin müdafaa zorunluluğunun ortaya
çıkması ile birlikte, bu anlayışın karşısında kamplaşan aydın grubuyla
çatışmaya girer.
·
İkincisi: Asıl mücadelenin yaşanacağı mekân olarak
Anadolu’yu seçen romanlardır.
·
Bu romanlarda aydın, göç etmiş bir bilinç
aşılayıcısı durumundadır.
·
Fakat bu sırada kültürel farklılıklardan
kaynaklanan çeşitli sorunlarla karşılaşmaktadır.
·
Çatışmanın kökeni aydının doğaya ve insana
uyumsuzluğudur.
·
Mekân olarak savaşın yaşandığı Anadolu’yu seçen
eserlerde aydının şikâyetleri ön plandadır.
·
Bu durum aynı zamanda savaş sonrası kurulan yeni
devletin aydına yüklediği görevin ne kadar güç olduğunu belirtir.
·
Anadolu’yu aydınlatma uğraşı hem aydının
kendisindeki değişimi (Yeşil Gece), hem de Anadolu insanındaki değişimi sağlama
uğraşını (Yaban) gerektirecektir.
·
Anadolu romanları aydın için aynı zamanda vazife
romanlarıdır.
·
Oysa işgal İstanbul’unda geçen romanlarda (Sodom ve
Gomore, Sahnenin Dışındakiler) düşman ile kendi mekânında yüz yüze gelen aydın
önce çevresindeki yozlaşmaya şaşırmakta, daha sonra da bu durumla mücadele
etmeye karar vermektedir (Ateşten Gömlek).
·
Bu nedenle yer olarak aydının ilk mekânında yani
büyük şehirlerde geçen romanlar daha bir Kurtuluş Savaşı romanı şeklindedir.
·
Anadolu’daki romanlarda ise genellikle aydının
toplumu dönüştürme yolundaki zorlu görevi ön plandadır.
·
Yazarı konuya yaklaştıran nedenler birbirinden
farklıdır.
·
Kurtuluş Savaşı romanı yazmış romancılarımızın konu
ile ilgili birbirinden farklı tespitleri vardır.
·
Talip Apaydın, savaşmış eski bir subay olan
babasından dinlemiş olduğu hikâyelerin etkisiyle, yeni kuşaklara Kurtuluş
Savaşı’nı aktarma derdindedir.
·
Ayrıca savaşın kazanılmasında en önemli aktörün
kitleler olduğuna inanan Apaydın, bizim Kurtuluş Savaşımızın anlatımında
köylünün oynadığı role romanlarda yeterince vurgu yapılmadığını savunmaktadır.
·
Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler adlı üç
ciltlik dizi romanını da bu ihtiyaç doğrultusunda yazmıştır.
·
Atilla İlhan ise, ümmet toplumundan ulus toplumuna
geçişte önemli bir süreci içeren bu döneme ilgi ile yaklaştığını anlatır.
·
Ayrıca verilen eserlerde çizilen tiplerin “halkevi
devrimcisi” yazarlarının Osmanlı toplumunu yok saydıklarını, kahramanlarını
toplumsal geçmişimizden de, Kurtuluş Savaşı gerçeklerinden de soyutlayarak, henüz
gerçekleşmemiş “Batılı” bir toplumun kahramanları gibi ortaya atmasını83
eleştirmektedir.
·
Kısaca her yeni tartışmaya Kurtuluş Savaşı’ndan
başlamak zorunluluğu İlhan’ın yazısında olduğu gibi bir gerçeklik biçiminde
karşımızda durmaktadır.
·
Kurtuluş Savaşı romanları deyince akla gelen ilk
cevap Yaban’dır.
·
Yaban’da köye yerleşen aydın Ahmet Celal ile köylü
arasında yaşam tarzı, gelenek görenek, kadın erkek ilişkileri gibi toplumsal
tavırlarda karşıtlık görülmektedir.
·
Ama asıl karşıtlık “vatanı kurtarmak için savaşan
ilerici aydınlarla Kurtuluş Savaşı’na inanmayan gerici köylüler arasında”dır.
·
Yaban aynı zamanda, aydının köye yönelme amacında
yolunun çok zorlu ve uzun olduğunun bir beyanıdır.
·
Romanın yazıldığı dönem ile anlattığı dönem
arasında yaklaşık on iki yıl olduğunu düşünürsek, aydının geçen on iki yıl
içinde vatanı kurtarmanın yanında yeni görevler de yüklendiğini görürüz.
·
Vatan kurtarılmıştır.
·
Bu çabada büyük rol, halkına kurtuluş inancını
aşılayan, onu bu hedef doğrultusunda örgütleyen aydındadır.
·
Artık devrim hareketinin Anadolu köylüsüne doğru
yayılma çabası da aydının görevleri arasındadır.
·
Yaban’da bunun izlerini özellikle savaş öncesi
dönemde aydın-halk ayrımının abartılı şekilde anlatımında görürüz.
·
Yaban, Kemalist gerçekçilik denilen edebiyat
akımını başlatacak denli temel bir eserdir.
·
Yalçın Küçük bu akımın Yaban ile başlayıp Yaban ile
bittiğini söyleyerek, takipçisi yazarların söz konusu eserin yanına bile
yaklaşamadığını savunur.
·
Akımının genel bir özelliği içeriğinde sınıf
kavgasına yer olmamasıdır.
·
Bunun yerine kavganın bir tarafında hep aydın veya
daha özel olarak öğretmen yer alır.
·
İşte bu öğretmen havası yapıtın geneline işler.
·
Yaban’da öğretmen aydın, çoğu zaman eğitim
işlevinden uzaktır.
·
Romanın kahramanı Ahmet Celal’in halka yönelik
tutumunda umutsuzluğa kapıldığı noktalarda belirgin olarak görülen küçültücü
yaklaşım hâkimdir.
·
Karşısındaki insanları kendi ile mukayese eder,
yabancılaşmayı yaşadığı anlardır bunlar.
·
Yakup Kadri, Anadolu halkının günlük hayatında
kullandığı maddi yaşam gereçleri bakımından İlkçağ döneminde bulunması
gerçeğini aktarır.
·
Bu sefalet sonucu işgal yaşanmıştır.
·
İşgalin sorumluluğunu da halkı ile şimdiye kadar
ilgilenmemiş olan Türk aydınına yüklemiştir.
·
Savaş sonrasında idari görevi dolayısıyla harbin
cereyan ettiği bölgeleri gezdiğinde şahit olduğu manzara karşısında dehşete
düşmüş ve bu ruh durumu Yaban’ın ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
·
Ahmet Celal, sanki o harabeleri gezen Yakup
Kadri’dir.
·
Aynı yabancılığı yaşamaktadır:
·
Bu yoksulluk, bu geri kalmışlık tabii ki sadece
savaşın neticesi sonucu ortaya çıkmış değildi.
·
Köy ve köylü yüzyıllardır unutulmuş bir halde belki
de halâ Hititlerden kalma tekniklerle tarım yapmakta, aynı bakımsız yolları
kullanmaktadır.
·
Kendi insanı ile ilk defa yüz yüze gelme
mecburiyeti aydındaki sarsıntıyı derinleştirmiş, tüm kabahati üzerine alarak
vicdanını rahatlatma yolunu seçmiştir.
·
İşte Yaban’ın ortaya çıkmasındaki itici güç budur.
·
Bu tespitleri romanın çoğu yerinde bulmak
mümkündür. Kazanılan zafer, savaşı örgütleyen Türk aydınının yüz yıllık
geçmişinde belki de ilk galibiyeti olacaktır.
·
Yüz yıl içinde ölmekte olan imparatorluğu, vatanını
yaşatmak için mücadele etti, kaybetti.
·
Hayal kırıklığı bu başarısında bile yanında
olacaktır.
·
Özellikle Yaban’daki hayal kırıklığı aynı zamanda
en büyük öğretmeni olacaktır.
·
Bir diğer Kurtuluş Savaşı yazarı Kemal Tahir’in
“Yorgun Savaşçı”sı da diğer romanlar gibi tartışmaya yeniden katılma
girişimidir. Tabii ki Kemal Tahir’in her tarihsel soruna eğilme titizliği ile
beraber.
·
Yazar, genellikle Kurtuluş Savaşı romanlarında ilk
mekân olarak seçilen işgal İstanbul’u bölümünü iki kitaba yaymış, asıl savaşı
ele aldığı romanı ayrı bir cilt halinde planlamıştır.
·
Yorgun Savaşçı’daki farklılık bununla sınırlı
kalmaz.
·
Romanda savaşı örgütleyen aydın kadroların
geçmişleri diğer romanlarda olmadığı düzeyde tartışma konusu edilmektedir.
·
İttihatçılık, Alman tercihi, toplum yapımızın
özellikleri diğer romanlarda rastlanmayan araştırma konuları halinde yer
almaktadır.
·
Kahramanların ilk derdi vatanı kurtarmak olsa bile
tek derdi değildir kuşkusuz.
·
Romanda aydının farklılığı göze çarpar.
·
Aydının sorgulaması hiç de uygun olmadığı düşünülen
savaş ortamının en ciddi anında, İstanbul’da kaçak durumundayken bile
sürmektedir.
·
Kemal Tahir genel tavrını romanına tam olarak
yansıtmayı başarmıştır.
·
Yorgun Savaşçı’da aydın, asker olması sebebiyle
uzun süren mücadelenin içinden gelen, bu özelliğiyle de halka yakın bir tip
olarak tasvir edilmiştir.
·
Kemal Tahir Türk tarihini uzun soluklu serüveninde
yapay bölümlemelere girmeden bir bütün halinde ele almıştır.
·
Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen romanlar, 1922
yılında ilk basımı yapılan Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adlı yapıtı
ile başlayıp, Zebercet Coşkun’un 1975 tarihli “Haçin” ismindeki eseri ile
sonlanmaktadır.
·
Doğrudan Kurtuluş Savaşını konu edinen romanlar ise
çoğunluğu ile Batı cephesini ele almış, çete ya da düzenli ordu savaşlarını,
Yunanlıların köy ve kasabalara yaptıkları baskınları, geri püskürtülmelerini,
kıyımları anlatmıştır.
·
Güneyde, Güneydoğudaki çete savaşları olsun,
Doğudaki kurultaylar dönemi olsun, Ankara kentindeki siyasal olaylar,
gelişmeler olsun (Ankara romanı dışında) gereği gibi işlenmemiştir.”
·
Milli Mücadele’ye bir Yunan savaşı niteliğinde
bakıldığı doğrudur.
·
Aslında "Posta Yolu"nun kahramanı Murat,
bir süreliğine Maraş’a gitmektedir.
·
Aydın çatışması malzemesi sunması dolayısıyla İşgal
İstanbul’unda geçen romanlar bu çemberi kırmıştır. Mütareke romanlarında
halktaki ve aydın sınıfındaki gerilimin başarıyla yansıtıldığını görürüz:
·
Verilen ayrıntıların hemen hepsi aydının mücadele
yolunda çözmesi gereken sorunlar olarak önünde durmaktadır:
·
“Birinci Dünya Savaşının bitişiyle, çeşitli
cephelerden ya “terhis” edilerek ya da kaçarak köyüne, kasabasına dönen yorgun
erler yıllardır ilk kez çoluğunun çocuğunun ekmeğini çıkarmak için hasada
hazırlanıyor. Yeni bir savaşı göze alamayacak kadar yorgun köyler, kasabalar,
çoğunluğuyla savaştan, eşkıya baskınlarından, vergilerden yılgın, genç
nüfusunun büyük bölümünü savaşlarda yitirmiş, padişah-halife yanlısı hocaların,
imamların etkisi altında, bilinçlenmemiş bir kalabalık.”
·
“Kentlerdeyse, savaştan kolunu, bacağını yitirerek
dönmüş, silahı elinden alınmış yorgun savaşçılar, subaylar… Köyüne, kasabasına
işinin, ailesinin başına dönen erlerden bir büyük ayrımı var bunların.
Düşmanla, işgal güçleriyle işbirliği yapan, bu karışık dönemde kendini
kurtarmaya bakan padişahçı büyük küçük politikacılardan, asker sivil
işbirlikçilerden, açıkgözlerden oluşan daha sıkı bir ihanet çemberi içindedir
bu yorgun savaşçılar.”
·
“Çanakkale ve Dünya Savaşlarını görmüş, çeşitli
cephelerde çarpışmış ama şimdi silahı elinden alınmış subaylar, erler;
İmparatorluktan umudunu kesmiş, bütün umudunu Anadolu’daki kavgaya bağlamış
memur, öğretmen, gazeteci, “Darülfunun gençliği” aydınlar ve onlarla birlikte
çalışan yurtseverler. Ulusçuluk düşüncesinin en yaygın, en güçlü olduğu toplum
kesimidir bu. Kurtuluş Savaşının ülküsel sözcülüğünü yaparlar romanlarda.
·
Bunların, işgal altındaki İstanbul’daki
etkinlikleri, kendi aralarındaki küçük toplantılardan başlayıp, gösteriler,
mitingler düzenlemeye, Anadolu’ya silah, cephane ve insan kaçırmaya kadar
uzanır.”
·
Kurtuluş Savaşı romanlarında yazarların kimi zaman
eser üzerinden bir Milli politika geliştirdiğine de şahit oluruz.
·
Mehmet Rauf’un “Halâs (Kurtuluş)”; Halide Edip
Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” adlı eseleri bu tipte yapıtlardır.
·
Kurtuluş heyecanını yansıtan, sonunda bir yönüyle
mutlaka drama düşecek kahramanlara sahip, epik türe yakın eserlerdir.
·
İmparatorluğun son yıllarında Namık Kemal gibi
aydınlarımızın eserlerinde ilk olarak seslendirilen “vatan” kavramının somut
hali Kurtuluş Savaşı ile teşekkül edecektir.
·
Milli bütünlük sağlanacak, üzerine inşa edilmiş her
şeyi barındıran vatan, ilk olarak aydının düşüncesinde vücut bulmuştur.
·
Vatansız aydının dramı dünyada çoğu örnekte yaşanan
bir gerçektir.
·
Ahmet Hamdi Tanpınar o dönemi yaşamış bir Osmanlı
münevveriydi.
·
Cevat Dursunoğlu’nun “Milli Mücadele’de Erzurum”
adlı kitabı hakkında yazdığı makalesinde Kurtuluş Savaşı’nın önemini vurgular:
·
“Kurtuluş Savaşı, bizim için o kadar azizdir ki,
ona dair hiçbir şahadetin, hiçbir hatıranın kaybolmasına razı olamayız. Bence
yeni Türk edebiyatı bu hatıralardan başlayacaktır ve başlamalıdır.”
·
Kemal Tahir’in, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir
derebeylik dönemi yaşamadığı iddiası, ilgiyi üzerine çekmiştir.
·
Kurtuluş Savaşı yazarı olarak ele alacağımız Kemal
Tahir’in buna paralel bir yöntemle “Yorgun Savaşçı”yı meydana getirdiğini
görüyoruz.
·
Kemal Tahir düşüncesindeki Osmanlı toplumu: merkezi
iktidar çevresinde toplanmış üretici halk kitlelerinden teşekkül eden bir
ekonomik-sosyal yapıdır.
·
Bu yapıda, merkezi iktidarın temsilcisi olan devlet
ve bu devletin taşıyıcısı olan yönetici kadro(zümre), büyük bir önem taşır.
·
Geleneksel aydın alt yapımızın da devletin
taşıyıcısı konumundaki zümrenin içine nüfuz ettiğini söyleyebiliriz.
·
Bizde aydın bir yerde devletle beraberdir, o
yapının içindedir.
·
Kurtuluş Savaşı romanları büyük söylemli romanlar
çağının örnekleridir.
·
Evrensel hakikatlere ve büyük söylemlere ihtiyaç
olmadığı postmodern dönemde sanat da anlamsız kalacaktı.
·
Hatta Kurtuluş Savaşlarına bile ihtiyaç yoktu.
·
Ulus devletin sorgulandığı dönemde ele aldığımız
roman türünün hem sanatsal hem de toplumsal dayanaklarının tartışıldığını
görmekteyiz.
·
Romanlarımızın dayandığı toplumsal temel budur.
·
Romanların "bazılarında" olaylar Kurtuluş
Savaşı yıllarında geçmesine rağmen ana tema Kurtuluş Savaşı değildir.
·
Kimisinde mücadeleyi yürüten aydın tipi yoktur.
·
Bir kısım eser teknik olarak roman kalıplarının
dışındadır. A
·
ka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı gibi romanların yazılış
amacı belli bile değildir.
·
Sekiz cilde yayılan anlatımı ile Hasan İzzettin
Dinamo’nun Kutsal İsyan’ı bir "tarih kitabı" niteliğinde olduğundan
çalışmamız dışındadır.
·
Aydınlar açık işgale ve işgalcilere karşı öncelikle
hissi düzeyde nefret duymaya başlarlar.
·
Bilinçlenmenin ilk belirtileriyle birlikte
romanlarda aydının kişisel dönüşümü baskındır.
·
Aydın mücadeleye kararlıdır.
·
Ankaracı olarak adlandıracağım bu grubun karşısına
mücadele karşıtı bir grup olarak İstanbulcu aydınlar konumlanır.
·
Romanlar, ağırlıklı olarak yenileşme çabalarını
veya yazarın da tarihsel gelişim sürecinin sonunda bildiği üzere başarıya
ulaşacak mücadele neticesinde aydının toplumu dönüştürme yolunda yeni
görevlerini ilan ettiği metinlerdir.
·
Aydının içinde bulunduğu ilk çatışma işgal sonucu
oluşan yaklaşım farkının yarattığı İtilafçılarla arasındaki çatışmadır.
·
Aydının mücadele kararı her zaman açık seçik olmasa
da, işgalcilere karşı basit düzeyde bir mesafeli duruşla başlar. Bilinçlenmesi,
gelişip güçlenen, her geçen gün sesini biraz daha duyuran Anadolu direnişine
katılmasıyla zirve noktasına ulaşır.
·
Kurtuluş Savaşı romanlarında savaş cepheden
anlatılmaz.
·
Anlatılan olay, cephe gerisinde, işgal öncesi veya
sonrası ile en fazla Ateşten Gömlek’te ve Posta Yolu'nda göreceğimiz ölçüde bir
nevi çete savaşı düzeyindedir.
·
Bunun nedeni tip çizimine daha uygun bir ortam
sağlamaktır.
·
Romancı için uygun ortamda oluşturulacak tip, bu
kategorideki romanlar için en büyük hedeftir. Romanlardaki birinci kişiler ise
kurtuluş fikri ve azmini taşıyan ve yayan aydındır.
·
Romanlar bu noktadan sonra savaşı değil aydını
anlatır.
·
Aydını konu edinen romanlardır bunlar.
·
Aydının destek arayışını ve vatanını bulma çabasını
görürüz.
·
Savaş sonrası, kurtuluştan sonra, yeni kurulacak
genç devletin nüvesini aydın kendinde taşır.
·
Genç devlet aydından doğacak gibidir.
·
Bu nüvenin içeriğine dair bir uzlaşıdan söz
edemeyiz.
·
Aydın iki temel kutupta cepheleşip farklılaşmıştır.
·
Mücadele karşıtı grup direnmenin anlamsız
olacağını, faydadan çok zarar getireceğini düşünür.
·
Diğer grupla mücadele uğruna işgalciye yakınlaşma
olayı romanlarda sıklıkla görülür.
·
Bu çatışma geniş yer tutar çünkü bir sonrasının ne
olacağını görebilen sadece aydındır.
·
Görüş yeteneği, aydın olmanın kelime anlamına
içkindir.
·
Bu iki aydın grubundan, mücadelenin Anadolu’ya
taşınan yeni merkezde örgütlenmesi gerektiğini savunan ve bu bilinci halka
aşılayan zümre Anadolu’ya geçmekle birey olarak kendi içinde yaşadığı fikirsel
çatışmadan sıyrılmış olmayacaktı.
·
Kurtuluş yolunda asıl çatışma toplum ile aydın
arasında onun kendine seçtiği ve idealize ettiği yeni vatanında yaşanacaktı.
·
Yaban tam da bu çatışmanın romanı olarak diğerleri
arasından sıyrılır.
·
Yaban aslında aydının geleneksel misyonu olan
sorumluluk ve önceden sezebilme yeteneklerini tam olarak yansıtamaz.
·
Çünkü burada aydın kendi sınırlılıklarıyla çevrelenmiştir.
·
Daha doğrusu aydın mücadele etme kararının
haklılığını görmüştür. Buraya kadar yanılmaz.
·
Fakat çatışmanın ikinci ve zorlu bölümünde, halkla
ve Anadolu yerleşik zihin yapısı ile çatışmasında yolunu aydınlatan yeteneği
işini görmez.
·
Yaban, Yeşil Gece ve Vurun Kahpeye üçlüsü taassup,
boş inanç gibi aydının alışık olmadığı zihin yapısıyla çatışmasını gözler önüne
serer.
·
Burada zafer cepheden ziyade, aydının Anadolu’da
tutunup tutunamamasının neticesinde görünecektir.
·
Çatışmanın bir diğer nedeni aydının kişisel
yapısından kaynaklanmaktadır.
·
Aydın, Batılı tarzda düşünce yapısına sahip, toplum
sorunlarına yüzyıllardır yabancı, halkın anlayacağı dilden uzak, devletin
yakınında rahat hayatından kaynaklanan özelliklerini dönüştürmek zorundadır.
Yoksa ulaşacağı sonuç hayal kırıklığından öte değildir.
·
Aydının Anadolu'da bir takım sınırlılıklar içinde
olması halk ile arasındaki ilişkiyi kısıtlamaktadır.
·
Anadolu’da maddi yaşam gereçlerini karşılayamayan
aydın kendi içine döner.
·
Kendinde bulduğu ise Batı mitolojisinden başlayıp,
çeşitli edip, filozof ve düşünürlerinin eserlerinden durumu açıklamaya çalışan
bölümlerdir. Şikâyetlerini Batılı tarzda dillendirir.
·
Yaban
Kurtuluş Savaşı’na değil, inkılâba dair bir romandır. Türünün en güçlü
örneğidir. Romanda Türk aydınının savaş sonrasıyla ilgili projesini Yakup Kadri
açıkça yansıtır.
·
Toplumla
aydın arasındaki uzaklık zaman zaman tepki toplayan bir olgudur.
·
Bir
aydın olarak yazarın halkına karşı olumsuzluklar içeren eserinin zaman içinde
tepki ile karşılanması sadece bize özgü değildir.
·
Yaban
örneğinde olduğu gibi köye gidip halkın arasına karışmaya çalışan aydının
şaşkınlığını görürüz.
·
Yaban’ın
ortaya çıkış hikâyesi somut tarihsel olaylara dayanır.
·
Savaşı
yaşamış ve toplum üzerindeki yıkıcı etkisini bizzat teşhis etmiş bir Türk
aydını olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu, kurtuluştan sonra ortaya koyduğu
eserlerde yaşanılanları anlatmaya çalışmıştır.
·
Yaban’ın
ilk basımından on yıl önce “Barbarların Yaktığı Köyler Ahalisine” adlı
yazısında doğrudan işgale uğramış yöre halkına seslenmiştir.
·
Gördüğü
sefalet karşısında büyük utanç duyduğunu belirtir.
·
Aydın
toplumun acısına ortak olmanın biricik yolunun ancak onların çektiklerini
yaşamaktan geçtiğini düşünmektedir.
·
Muhtemelen
daha önce köylü ile bu kadar yakın bir diyaloga girmemiş olan yazar, bu
karşılaşmada köylünün mevcut durumunda aydının suçu olduğunu düşünür ki bunu,
romanın ikinci basımı vesilesiyle yazdığı yazıda da dile getirir.
·
Bir
aydın olarak Yakup Kadri, evindeki konforundan, köylüye giderken bindiği
otomobilden, yediği yemekten, giydiği kıyafetten bile utanmaktadır:
·
Aydının
halkın arasında kaybolup vicdan azabını unutma dileği Yaban’da yerini halk ile
aydının birbirine yabancılığına bırakacaktır.
·
Yakup
Kadri, bir aydın olarak gözlemlerinin doğrudan etkisiyle on yıl sonra kaleme
aldığı romanın objektif roman tekniğine uygun olmadığını savunur: “Yaban bir
objektif roman değildir. Yaban, bir ruh sıtmasının, birdenbire acı ve korkunç
bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek
parçalayıcı haykırıştır.”
·
Yazar
için gözlem, özellikle toplumsal içerikli romanların vücut bulmasında birinci
etkendir.
·
Yaban,
bu şartlarda ve etkiler neticesinde doğmuş bir “aydın” romanıdır.
·
Roman
boyunca aydınlanma arayışı sürmektedir.
·
Bu
arayışın romanın aydını Ahmet Celal tarafından henüz sürmekte olan savaş
ortamının içinde dile getirilmesi hep bu yabancılığın yansımalarıdır.
·
Zaten
romanın adı da Anadolu halkının garip bulduğu, yabancılar için kullana geldiği
bir sıfattan kaynaklanmaktadır. Aydının yabancılığının birkaç türü vardır.
·
Birbirine
paralel seyreden yabancılıklar söz konusudur.
·
İnsana
yabancılığın yanında, toprağa ve geleneklere de karşı bir yabancılıktan
bahsedebiliriz.
·
Halk
aydın çatışmasının temelinde ise aydında oluşmuş fakat köylüde henüz
belirginleşmemiş “vatan”, “ulus” kavramları vardır.
·
Yakup
Kadri Yaban’da, her ne kadar zaman olarak Kurtuluş Savaşı ve özellikle Sakarya
Muharebesi’ni seçtiyse de roman boyunca tartışılan sorun bir aydınlanma projesi
ve milli devlet arayışı için malzemenin teşhiri gibidir.
·
Yaban’ın
aydını Ahmet Celal gazi bir yedek subaydır.
·
Tek
kolunu savaşta bırakan Ahmet Celal, işgale uğramış İstanbul’da kendini sosyal
anlamda gereksiz görür. Babasından kalan evi satarak parasıyla Anadolu
köylerinden birinde bir bahçeli ev almayı tasarlar.
·
Savaşta
silah arkadaşı olan Mehmet Ali’nin köyüne davet üzerine gidip yerleşir.
·
Anadolu’nun
bu ücra köşesinde kendini kapattığı bu küçük hayatta çatıştığı birçok ayrıntı
gibi zaman ve mesafe kavramının olmaması aydına garip gelmektedir.
·
Zamanın
küçük dilimlerini karıştırmaktadır. Sadece mevsimlerin değiştiğini
hissetmektedir.
·
Bu
değişimle birlikte kimliğinden bazı parçaların da kaybolup gittiğini
görmektedir.
·
Zaman
kavramının köyün ihtiyaçlarına paralel kullanımı aydının önceki yaşamına ait
dramına da merhem olacaktır:
·
İmparatorluğun
yıkımındaki tüm sorumluluğu aydın üstlenmiştir ve faturanın kendisine
kesildiğini de farkındadır.
·
Aydın
başarısız olmuştur.
·
Dünyadan
elini eteğini çekmiş birisi olarak kendisini Anadolu’nun ücra köşelerinden
birine atmıştır.
·
Kendisini
ve hedeflerini sınırlamıştır.
·
Bunun
böyle olması gerektiğini acı olsa da itiraf etmektedir:
·
Ahmet
Celal bir türlü köylünün içine karışamamaktan şikâyetçidir: “Gerçi, köye
geldiğim ilk günden beri, daima, herkesten ayrı bir durumdaydım. Gözle görünmez
bir çember, bir nevi karantina kordonu beni aralarına karışmak istediğim bu
küçük insan kümesinden ayırıp duruyor. Ne yapsam bu çemberi yaramıyorum.”.
·
Asker
arkadaşı Mehmet Ali olmasa hiç kimsenin aydınımız ile konuşacağı yoktur.
·
Çocuklar
ondan ürküp kaçar, köpekler arkasından havlar, kendini tüm bu tablonun
ortasında acayip ve korkunç bulur.
·
Oysa
aydının bu Anadolu köyüne gelişinin nedeni gerçekliğin tam karşıtı bir beklenti
nedeniyleydi.
·
Romanda
aydının insana yabancılığı derinlemesine işlenir. Köylü aydın açısından
anlaşılmazdır.
·
Oysa
ülkenin kaderi kısa zamanda belirlenecektir.
·
Aydının
tüm bunları değiştirmesine zamanı yoktur.
·
Savaşan
subaylar inançlıdır.
·
Kendisi
de gazi asteğmen olan aydınımız Ahmet Celal, sevkiyat sırasında köye uğrayan
subaylardaki değişimi gözlemler.
·
Bu
subaylar eskinin askerlerinden farklı durumdan şikâyet etmeyen, kurtuluşa
inancı olan bireylerdir.
·
Fakat
durum böyleyken kendisi tam zıt görüşe sahip köylülerin içinde yaşamaktadır.
·
Yaban’da
Yakup Kadri’nin belirtmek istediği aydın ile toplum çelişkisidir.
·
Savaşı
yaşamış bir yazar olarak on sene sonrasında Türk aydınının önünde köy ve
köylüye dair başka sorunları vardı.
·
Yakup
Kadri de bu sorunlarla yakından ilgilenen bir aydındı.
·
Roman
aynı zamanda aydının içinde bulunduğu toplumla ilgili olarak savaş sonrası yeni
devletin tutumunun halk arasına yayılmasında işinin ne kadar zor olduğunun
beyanıdır.
·
Bu
nedenle sürekli olarak aydının yöre insanıyla ilişki kurma konusundaki
başarısızlığı okuyucuya aktarılır.
·
Kurtuluş
Savaşı’nda aydının gördüğünü halk görmekte biraz geç kalmıştır.
·
Kurtuluş
Savaşı romanlarındaki aydın yakınması bu sabırsızlıktan kaynaklanmaktadır.
·
Köylü
ancak işgal ordusu kapıya dayandığında direnme gereğini gördü ve ikna oldu.
·
Şartlar
aydının anlattıklarının önüne geçti.
·
İşgalin
dayatmasıyla daha önce ilgisiz olan toplumla aydın bir hedefte buluştu.
·
Romanda
köylünün aydını değerlendirmesi ve pek de ciddiye almaması yönünde
eğilimlerinden de bahsedilir.
·
Aydın
da bunun farkındadır:
·
Türk
aydınının tarihsel çıkmazlarından birisi de halka indikçe halka benzemesidir.
·
Böylelikle
ona yaklaşırken aklında taşıdığı aydınlanma yolundaki planında sapmalar
yaşamakta, sosyal şartların içinde kaybolmaktadır.
·
Aydının
en temel işlevi düşünme eylemi yeni mekânında neredeyse imkânsızdır: “Düşünmek;
insanların, mağara devrindeki gibi henüz birtakım toprak ve taş kovukları
içinde yaşadığı ve hayvanlarla haşır neşir olduğu bu yerde düşünmek, bana bir
ayıp gibi geliyor.”
·
Aydın
yine kendi donanımından utanmaktadır.
·
Kendi
kimliğinin en önemli özelliğinden yani bir nevi kendi varlığından utanmaktadır.
·
Bu
düşüncelere sahipken halkı kurtuluş için direnişe sevk etme misyonunu nasıl
yerine getirecektir?
·
Hem
başta dış görünüşü ve yaşam şartlarından kaynaklanan zavallılığına üzüldüğü
köylüye acımakta hem de herhangi bir fikir beyanında köylüden nefret
etmektedir.
·
İşte
bu çelişki aydın açısından çözülmez bir sorundur.
·
Sevgi
ile nefret arasındaki gidiş gelişler doğrudan kurtuluşa doğru örgütleme
amacıyla gelmediği bu köyde bir türlü halkla uzlaşma yolunu bulamamasına yol
açacaktır.
·
Aydın
İstanbul’da iken vatanın selametinin önündeki en büyük engelin kendi aramızdaki
anlaşmazlıklar ve nifaklar olduğunu düşünür, Anadolu’yu tüm bu çekişmelerden,
tartışmalardan uzak tutuyordu.
·
Oysa
yakından tanıdığında görür ki: “Anadolu… Düşmana akıl öğreten müftülerin,
düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun
malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı
kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan
kovalayan softaların türediği yer burasıdır.
·
Türlü
ahlaksızlığın, ihanetin kol gezdiği, bir türlü eklemlenemeyip, nefret ettiği bu
toprağın halinden yine de kendisinin de içinde olduğu aydın sınıfını sorumlu
tutar: “Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan
kitlesi için ne yaptın?
·
Yıllarca,
yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne
attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.”
derken suçu üzerine alır.
·
Aslında
Ahmet Celal’in suçladığı aydın kendisinin de dâhil olduğu Osmanlı münevver
sınıfıdır. Hiç ilgilenmediği Anadolu’dan şimdi vatanı olmasını istemektedir.
·
Şikâyet
ettiği somut durum ve köyün sefilliğine rağmen aydının çaresiz olduğu açıktır.
Vatansızdır ve tek seçeneği Anadolu’dur:
·
Yaban,
aynı zamanda Türk köylüsü ile Türk entelektüeli arasındaki acıklı davanın
romanıdır.
·
Yeni
devletin dayandığı bu uzlaşmaz iki sınıfın birbiri içinde kaybolduğunu kimi
dönemlerde aydının köylüleştiği suçlamalarında görürüz.
·
Gökalp,
“milli kültür” denilen şeyin sadece halkta saklı olduğunu savunur. Buna
karşılık seçkinler sınıfı içine soktuğu aydınların da medeniyete malik olduğunu
kabul eder. Bu nedenle gidişin aydından halka doğru olduğunu düşünür.
·
İşte
Yaban da karşımıza, aydın açısından bu gidişte ilk karşılaşmanın hiç de müsait
bir ortam olmayan savaş sahnesinde gerçekleştiği başarısızlığın romanı olarak
çıkmaktadır.
·
Yakup
Kadri ise eserini verdiği dönemde misyonunu tamamlamamış bir Türk aydını tavrı
gösteriyordu.
·
Atatürk’ün
yanında bulunan bir isim olarak, genç cumhuriyetin yapılanması ve halka doğru
açılması yönünde bir girişim olan “Kadro Hareketinin” içindeydi.
·
Bu
misyonun romanı da, Vedat Nedim Tör’ün savunduğu gibi “Yaban” dı. Dönemin yani
1932 yılının oluşturulmaya çalışılan milli politikasının romanıydı.
·
“Yaban”
adlı romanı, 1932 yılında yazılmış Kurtuluş Savaşı romanlarının tam bir modeli
şeklindedir.
·
Aynı
dönemde ve kendinden sonra yazılmış birçok romanı etkilemiş bu eserde dönemin
düşünsel eğilimlerinin yapıtı nasıl etkilediğine dair ipuçlarını da
bulabiliriz.
·
Aynı
zamanda, eserinde kurduğu aydın tipi etrafında da tartışmalara yol açmıştır.
·
Kemal
Tahir, köyde yaşamamış yazarların köylüyü çarpık yansıttığı eleştirilerine:
“Köylüyü tanımak için, köyde doğup köyde yaşamak mutlaka lazımdır, sözü ciddi
değil. Köylü romanı yazmak için sahiden romancı olmak, kültürlü olmak, memleket
ve dünya hakkında genel bilgi sahibi olmak, bu bilgiyi özel manalarla yeniden
değerlendirmek gücünü elde ettikten sonra köylüyü tanımak lazımdır, demeli.
Yoksa, bir romancı ancak içinde doğup yaşadığı çevreyi, insanları yazabilir,
başka yerleri, başka insanları yazamaz, anlamına varırız ki bu, sahici
romancının asıl gücünü inkar etmek olur. Zaten o zaman romanın yerini de
edebiyat tarihlerinde yazılmış hatıralar tutardı.” şeklinde cevap vermiştir.
·
Romanlardaki
aydın tipinin yaşanılan tarihsel sürecin başında ne yapacağını bilememesi ve
hangi yöne hareket etmesi gerektiğini ancak sezgisel olarak ortaya koyması ve
bunun sonucunda başarılı olması yukarıda bahsettiğim kurgu gerçekliğine bir
örnektir.
·
Aydın
sezgisiyle çıkmazdan kurtulup yolunu bulmuştur.
·
Kurtuluş
Savaşı romanlarımız, kültürün taşıyıcısı konumundaki birey olarak aydının,
toplumun dağılma noktasında sahne alarak, amaçsız kalabalıkları kurtuluş
yolunda nasıl bir araya getirdiğini anlatır.
·
Başta
yolunda yalnız yürüyen birey, zorlukların sonucunda çözüme ulaşmıştır.
·
Aydının
karşısında birtakım engeller olduğunu gördük.
·
Başlangıçta
mücadeleyi yürütmesindeki en büyük engeli topluma bakışıdır.
·
Daha
doğrusu kendi insanına şimdiye kadar doğru dürüst dönüp bakmamasıdır.
·
Aydın
sınırlı çevresinde geniş halk kitleleri ile ilişki imkânını bulamamış, buna
gerek dahi duymamıştır.
·
Romanlarda
tek bir aydından söz edilemeyeceğini gördük.
·
Kurtuluş
Savaşı olayına bakışın ancak aydın görüşü üzerinden halkta taban bulabileceğini
teşhis ettik.
·
Halk
katmanlarında olaya dair taban bulmuş düşünce kampları, aydın çatışmasına
dayanır.
·
Özellikle
İstanbul’da birbiriyle çatışan gruplar halindeki aydınlardan bahsedilir.
·
Fakat
Milli Mücadele’yi hedefine ulaştıracak gerçek aydın topluma yön veren kişi
olarak eylemiyle ortaya çıkmıştır.
·
Bu
eylemci aydının bir birey olarak tüm toplumsal bağlamı içinde ortaya
konulmasının ardından önünde temel olarak iki sorunun olduğunu gördük.
·
Bunlardan
ilki İstanbul aydını dediğimiz, Ankara’da henüz oluşmakta olan Milli
Mücadele’ye destek vermeyen gruptur. Bu grubun görüşüne göre Milli Mücadele bir
maceradan farksızdır. İşgalci Batılı devletlerin karşı konulamaz gücü vardır.
·
İstanbul
aydını toplumun yüksek sınıfı içinde ilişkide olduğu yabancı subaylarla aynı
dili konuşabilmektedir. Aldığı eğitim ve dünya görüşü buna olanak sağlar.
İşgalin belli bir süre, sınırlı bölgelerde gerçekleşeceğini düşündüğünden
toplumda artan mücadelenin başarı şöyle dursun, yalnızca Batılı güçlerin boşuna
kızdırılmasına yol açacağını savunur.
·
Aslında
İstanbul aydınının gözünde, özellikle yaşadığı şehirde her şey yolundadır.
·
Şehir
olarak kendi dar çevresini görmektedir.
·
Halk
ile ilişkisi yoktur.
·
Buna
rağmen İstanbul’da bir takım istenmeyen olaylar olduğunu duyar.
·
Bu
tip olayların mücadeleden yana kesimin kabahati olduğunu düşünür.
·
Zaten
ülkenin bu hale gelmesi şimdiye kadar yürütülen yanlış politikanın sonucudur.
·
Romanlarda,
yıllardan beri iktidar erkinin içinde yer almış, eski aydın kadrosunun tekrar
sahne alıp ülkeyi kurtarma iddiası ile ortaya çıkması İstanbul aydını
tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir.
·
Kurtuluş
Savaşı romanlarının başkişisi, mücadeleyi örgütleyecek olan aydın tipidir.
·
Ankara’da
gelişen mücadeleye sempati duyduğundan dolayı Ankaracı aydın sıfatıyla
anıldığını gördük.
·
İstanbul
aydını dediğimiz, mücadelenin karşısında olan aydın grubu ile çatışma
içindedir.
·
Çatışsalar
da iki aydın grubu arasında özellikle yaşayış tarzı ve aldıkları eğitim
açısından büyük benzerlikler vardır.
·
Batı
hayranlığı yazarlar tarafından her iki aydın grubuna ait bir özellik olarak
abartılarak betimlenmiştir.
·
Düş
kırıklığı anlarında aydın Batılı yazar veya filozoflardan bir alıntıya
başvurur.
·
Sınıfsal
olarak aynı kökten gelmelerine karşılık romanlarda Ankaracı aydının mekânına
fiziki ve akli olarak tükenmişlikle beraber geri dönüşü söz konusudur. Gördüğü
işgal manzarası karşısında ne yapacağını bilememekte, savruk ve çaresizdir.
Kimi zaman bu düşünsel düzeydeki yetersizliğine fiziki engeller de eşlik eder.
Çoğu zaman cepheden geri dönmüş ve yenilgiyi tatmış bir subay, memur, eğitimli
bir kişidir.
·
Romanlarda
Ankaracı aydın olarak çizilen tipin dramının ülkenin dramına paralel olduğunu
gördük. Anlatımın yönü gereği halkın arasına karışıp ortak sıkıntıları çektiği
ülkesi ile bütünleşme gayretleri anlatılır.
·
Aslında
ele aldığımız romanlarda her iki aydın tipinin de halkın arasına karışmayı pek
başaramadığını gördük.
·
Aydın
doğası gereği biraz toplum dışından topluma bakan insandır.
·
Her
iki aydın grubunun da aynı insan malzemesinden oluştuğunu anlasak da sonucu
belirleyen ayrımın basit bir tercih ile ortaya çıktığını gördük.
·
Bu
tercih aydın ileri görüşlülüğünü yansıtmaktaydı.
·
Ankara
hareketinin yanlısı aydın grubunun kendi sosyal ve bireysel sıkıntılarını da
aşacağı eşik, mücadele hareketine katılma kararıdır. Bu karar neticesinde büyük
bir bilinçsel dönüşüme uğradığını saptadık.
·
Attilâ
İlhan’ın tespitinde olduğu gibi toplum sorunlarına dair her tartışmanın
başlangıç noktası Kurtuluş Savaşı romanları olacaktır.
·
Toplum
sorunlarımızın tartışılmasında Türk toplumunun bir yok oluştan, yeniden
inşasına doğru aydının rolü en isabetli olarak Kurtuluş Savaşı’nda
anlatılabilirdi.
·
Romanların
cepheyi anlatmayarak savaş romanı özelliğinin dışına çıktığını gördük.
·
Gerçekten
de günümüzde her kesim tarafından “Kurtuluş Savaşı romanı” tabir edilen
eserlerin en önemli ortak özelliği budur.
·
Romanların
cephe ile ilgisi olmadığı açıktır.
·
Eserler
cephe ardında oluşan ulus fikrinin ilk olarak mücadele fitilini ateşleyen,
toplumun dinamik çekirdeği aydının bilincinde biçimlendiğini bizlere ispat
eder.
·
Kurtuluş
Savaşı’nın bir aydınlar savaşı olduğunu söylememiz abartı sayılmamalıdır.
·
Kurtuluş
Savaşı romanları bize Batılı zihniyle Türk aydınının, tercümeden öte toplumsal
gerçekle ilişkiye geçme zorunluluğu açısından yeni devletteki görevini tasvir
eder.
·
Aydının
yükü ağırdır.
·
Halkını
tanıması, onunla aynı dili konuşabilmesi, eski alışkanlıklarından sıyrılması
gerekir.
·
Yoksa
Posta Yolu’nda olduğu gibi aydın açısından tasfiye kaçınılmaz bir hal
alacaktır.
·
Sonuç
olarak aydının üzerinde yaşadığı ülkesine, fikren hiç de örtüşmese de toplumuna
karşı eleştirel tutumuna rağmen pratikte imkânlar çerçevesinde, yeri geldiğinde
halkına bir hedef koyabilen birey olduğunu gördük.
·
Eğitimli
her bireyin aydın kavramının karşılığı olmadığını gerektiğinde eğitimsizlerin
de aydın tavrı sergileyebildiği sonucuna ulaştık.
·
En
önemlisi aydının sadece toplumsal pratikle ortaya çıktığını, aydının halk
nazarında sevimsiz bulunan görüşlerinin öteyi gördüğünü teşhis ettik.
·
Romanlarda
görüldüğü üzere toplumsal sorunlarımızın çözümünde yolun, romancının ve
sosyologun da ait olduğu aydın sınıfının toplumu ile ilişki kurmasından
geçtiğini görmekteyiz.
·
Her
yazarın romanındaki aydından kendinde bir parça vardır kuşkusuz.
·
Aydın
için ülkeyi işgalden kurtarmaktan daha büyük sorun halkın dilinden anlamaktır.
***********************************************************************************
KAYNAK:
http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/49252.pdf