31 Ekim 2024 Perşembe

Türkiye'nin Devlet Rejimi Nedir

-   Türkiye'nin Devlet Rejimi Nedir?

-      "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sİstemİ"    .

.  Türkiye, 16 Nisan 2017 referandumu sonucu kabul edilen anayasa değişikliği ile 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçmiş bulunmaktadır.

.  Bu sistem, daha önceki parlamenter sistemden önemli ölçüde farklılık gösterir.

.  Başkanlık sisteminde yürütme yetkisi doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına aittir.

.  Bu durum, cumhurbaşkanına daha geniş yetkiler tanırken, aynı zamanda siyasi sorumluluğu da artırmaktadır.

.  Türkiye'nin devlet rejimi ile ilgili temel özellikler şunlardır:

·        Başkanlık Sistemi: Yürütme yetkisi doğrudan halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına aittir.

·        Üniter Devlet: Tek bir merkezi hükümet tarafından yönetilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 3'üncü maddesine göre "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür". 

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olması onun "üniter devlet" olması demektir.

·        Çok Partili Sistem: Resmen kayıtlı siyasi partilerin yarıştığı bir siyasi ortam vardır.

·        Demokratik Rejim: Halkın oy hakkı ile "temsilcilerini" seçtiği bir sistemdir.

·        Laik Devlet: Din ve devlet işlerinin ayrıldığı bir yapıya sahiptir.

·        Sosyal Hukuk Devleti: Birey hak ve özgürlüklerinin korunmasına önem veren bir devlet anlayışı benimsenmiştir.

Anayasanın 2. maddesinde, devletin insan haklarina saygilı laik, sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtildikten sonra, 5. maddede kişilerin ve toplumun refahını, mutluluğunu sağlamak, insanın maddi ve manevi gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak, hak ve özgürlükler önündeki, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayan, siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak devlete bir görev olarak yüklenmiştir.

. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin Getirdiği Değişiklikler:

·        Güçlü Yürütme: Cumhurbaşkanı, hem devlet başkanı hem de hükümetin başı konumundadır.

·        TBMM'nin Rolü: Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) bulunur ancak cumhurbaşkanının yasama üzerinde önemli "etkisi" vardır.

Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla anayasa, kanun ve kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak kaydı ile yasama yetkisini de kullanmaktadır.

Cumhurbaşkanının çıkarmış olduğu kararnameler Meclis veya Yargı yoluyla hükümsüz bırakılabilir veya iptal edilebilir.

·        Hükümetin Oluşumu: Cumhurbaşkanı, kendisi tarafından belirlenen bir kabine ile hükümeti oluşturur.

Bu sisteme geçişle beraber Türkiye Büyük Millet Meclisinin Hükûmet kurma yetkileri, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına aktarıldı.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, cumhurbaşkanı partili veya partisiz olabilir.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde bakanlar da cumhurbaşkanı tarafından meclis dışından atanabilmektedir.

·        Seçim Sistemi: Hem cumhurbaşkanı hem de milletvekili seçimleri aynı gün yapılır.

.   Bu yeni sistem, Türkiye'nin siyasi yapısını önemli ölçüde etkilemiş ve tartışmalara yol açmıştır.

.   Cumhurbaşkanı siyasî kararları verme konusunda tek yetkilidir.

.   Bakanların hiçbir siyasî yetkisi ve meclise karşı sorumluluğu yoktur, cumhurbaşkanının "teknik çalışma ekibi"dirler

.  Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, anayasa hukuku literatüründe daha önce uygulanmış bir sistem değildir ve ilk defa Türkiye Cumhuriyeti'nde uygulanmıştır.

.  Bu sistem, başkanlık sisteminden farklıdır ve dünyada daha önce uygulanmamış, yepyeni bir idarî sistemdir.

.  Bu hükûmet sistemin kabul edilmesiyle birlikte "kuvvetler arasındaki denge" mekanizması "bozulmuş" olup yasama ve yargı güçlerinin "yürütme" üzerindeki denetim ve kontrolü "yitirilmekte" olup "yürütmenin" diğer güçlere karşı "baskın" duruma geldiği savunulmuştur.

.   Sistemin güçlü ve zayıf yönleri, siyasi analistler ve hukukçular tarafından farklı şekilde değerlendirilmekte ve eleştirilmektedir.

.   Araştırma ve yazı:  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 31.10.2024, MŞ.

******************************************************************************


28 Ekim 2024 Pazartesi

Cumhuriyetin Kuruluşu ve Getirdikleri

 .  -  Cumhuriyetin Kuruluşu ve Getirdikleri     :

.  Cumhuriyet, bir devletin yönetim biçimidir ve "egemenliğin kayıtsız şartsız millette" olduğu bir sistemdir.

.  Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'te, uzun süren bir mücadele ve dönüşüm sürecinin sonunda ilan edilmiştir.

A - Cumhuriyetin Kuruluşuna Giden Yol

·        Osmanlı İmparatorluğu'nun Çöküşü: Birinci Dünya Savaşı'nda yenilen Osmanlı İmparatorluğu, Mondros Ateşkes Antlaşması ile parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

·        Milli Mücadele: Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan Milli Mücadele ile işgal altındaki topraklar kurtarılmış ve bağımsızlık mücadelesi verilmiştir.

·        Lozan Barış Antlaşması: Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasıyla imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda tanınması sağlanmıştır.

·        Cumhuriyetin İlanı: Büyük Millet Meclisi'nde alınan kararla 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmiştir.

B - Cumhuriyetin Getirdiği Değişiklikler

.  Cumhuriyetin ilanıyla Türkiye'de köklü değişimler yaşanmıştır.

.  Bu değişimler, toplumun her alanını etkilemiş ve modern bir devlet yapısının kurulmasına zemin hazırlamıştır.

·        Laiklik: Devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdan özgürlüğünün güvence altına alınması.

·        Cumhuriyetçilik: Egemenliğin kayıtsız şartsız millette olduğu ve halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetildiği bir sistem.

·        Milliyetçilik: Türk milletinin birlik ve beraberliğinin sağlanması, milli bilincin güçlendirilmesi.

·        Devletçilik: Devletin, ekonomik kalkınmada öncü rol oynaması ve stratejik sektörlerde etkin olması.

·        Halkçılık: Tüm vatandaşların eşit haklara sahip olması ve toplumun her kesiminin gelişimi için çalışılması.

C - Bu temel ilkeler doğrultusunda yapılan reformlarla;

·        Medeni Kanun: Batılı hukuk sistemine geçiş yapılmıştır.

·        Türk alfabesi: Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş yapılmıştır.

·        Kadın hakları: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.

·        Eğitim sistemi: Batılı eğitim sistemine uygun bir "eğitim sistemi" oluşturulmuştur. Eğitimde BİRLİK kabul edilmiştir.

·        Sanayileşme: Ülke ekonomisinin sanayileşmesi hedeflenmiştir.

 -    Cumhuriyetin İlanının Türkiye'deki Etkileri

.  Cumhuriyetin ilanı, Türkiye'de köklü değişimlere yol açmış, modern bir "devlet ve toplum" inşasının temelini atmıştır.

.  Bu değişimler, toplumun her alanında hissedilmiş ve Türkiye'nin tarihsel gelişiminde önemli bir dönüm noktası olmuştur.

A - Siyasi Alan:

·        Egemenliğin Millet Elde Toplanması: Devletin yönetimi, halkın seçtiği temsilcilere bırakılmıştır. Demokratik bir yönetim sistemi kurulmuştur.

·        Çok Partili Sistemin Temeli: Cumhuriyetin ilk yıllarında tek partili bir sistem olmasına rağmen, çok partili sisteme geçişin temelleri atılmıştır.

·        Laiklik İlkesi: "Din ve devlet işlerinin ayrılması"yla, farklı inançlara sahip insanların "eşit haklara" sahip olduğu bir toplum oluşturulmuştur.

B - Sosyal Alan:

·        Kadın Haklarının Genişlemesi: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmış, eğitimde eşitlik sağlanmıştır.

·        Eğitimde Devrim: Batılı eğitim sistemine geçişle, okuryazarlık oranı artırılmış, "bilimsel" düşünceye önem verilmiştir.

·        Kültürel Değişim: Batılı kültürel değerlerin benimsenmesiyle, toplumda "modernleşme" süreci hızlanmıştır.

·        Kıyafet ve Hayat Tarzında Değişim: Batılı kıyafetler yaygınlaşmış, yaşam tarzında büyük dönüşümler yaşanmıştır.

C - Ekonomik Alan:

·       Sanayileşme Hamlesi: Tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçiş hedeflenerek, ekonomik kalkınma için büyük yatırımlar yapılmıştır. Milli ekonomiye geçiş sağlanmıştır.

·       Devletçilik İlkesi: Devletin ekonomide aktif rol oynamasıyla, "stratejik sektörlerde" önemli adımlar atılmıştır.

·       Altyapı Yatırımları: Ulaşım, iletişim gibi alanlarda büyük yatırımlar yapılarak ülkenin modernleşmesi hedeflenmiştir.

Ç - Kültürel ve Sosyal Alan:

·       Türk Dili ve Tarihine Önem Verilmesi: Türk dili ve tarihiyle ilgili çalışmalar yapılmış, ulusal birlik ve beraberlik duygusu güçlendirilmiştir.

·       Yeni Bir Kimlik Oluşumu: Batılı değerlerle "Türk kültürünün" sentezlenmesiyle, yeni bir "Türk kimliği, "yurttaşlık" oluşturulmaya çalışılmıştır.

D - Cumhuriyetin İlanının Uzun Vadeli Etkileri:

·       Modern Bir Devlet Yapısı: Türkiye, Cumhuriyet ile birlikte "modern bir devlet" yapısına kavuşmuştur.

·       Bölgesel Bir Güç: Türkiye, bölgesinde önemli bir "güç" haline gelmiştir.

·       Uluslararası Dünyada Yer Alma: Türkiye, cumhuriyet sayesinde "uluslar arası" dünyada söz sahibi bir ülke konumuna yükselmiştir.

E  -  Sonuç

.  Cumhuriyetin ilanı, Türkiye'nin tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve ülkenin "çağdaşlaşma" sürecinde büyük öneme sahip bir adım olmuştur.

.  Bu süreçte yaşanan değişimler, Türkiye'yi bugün olduğu noktaya getirmiştir.

.  Cumhuriyet, Türkiye'nin "modernleşme ve çağdaşlaşma" sürecinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.

.  Batılı devletlerle "eşit haklara" sahip, "bağımsız ve demokratik" bir ülke olma yolunda atılan ilk adımlar, Cumhuriyet ile birlikte atılmıştır.

.  Ancak Cumhuriyet, "sürekli gelişen" ve "değişen" bir kavramdır.

.  Bugün de Türkiye Cumhuriyeti, bu "temel ilkeler" doğrultusunda "geleceğe doğru" emin adımlarla ilerlemek istemektedir.   

.  "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" ve toplumsal birlik, beraberlik ile bir güç oluşturmak, kalkınan bir "çağdaş devlet" olabilmek için bugün de yine Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği hedeflere doğru, onun yolunda ilerlememiz kesinlikle gereklidir.

.      Araştırmalar ve yazı: Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 28.10.2024, MŞ.

*******************************************************************************************************           

27 Ekim 2024 Pazar

TERÖR İNSANLIK SUÇUDUR

 . TERÖR İNSANLIK SUÇUDUR!

. Hiçbir gerekçe doğanın en saygın varlığı olan insanın öldürülmesini haklı kılamaz.

. Terör belası, Türkiye için yabancı değildir.

. Doğu ve Güney Doğu bölgemizde on binlerce insanımızın ölümüne, yüz binlerce insanımızın yaralanmasına sakat kalmasına, binlerce ailenin yerinden, yurdundan, köyünden, kentinden, uzaklaşmasına, ulusal ekonominin milyarlarca dolar kaybına neden olan "ayrılıkçı terör" yanında, ülkemizin aydınlık yüzleri olan güzel insanlara ve tesadüfi topluluklara yönelik terörist saldırılarını halkımız unutmamaktadır.

. Yurttaşlık bilinci gelişmemiş çeşitli nitelikli iş birlikçilerle, her fırsatta beraber hareket ederek, ülkemizi karanlık maceralara sürüklemek istemektedirler.

. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş İlkeleri ve bunları yaşama geçiren Atatürk İlke ve İnkılapları da doğal olarak terörizm türünün düşmanıdır.

. Terörizmde yöneldikleri hedefte siyasal kadrolara da sızan sempatizanlar bulabilmişlerdir.

. Kişisel ya da siyasal nedenlerle Kemalist Cumhuriyet'le kavgaya giren kesimler de "demokratikleşme, kültürel farklılaşma, etnisite, küreselleşme, yerelleşme" gibi kavramlarla "maskeledikleri" desteklerini etnik ayrılıkçı terörizmden esirgememişlerdir.

. Türkiye'ye yönelik TERORİZME tüm terörizm tehditlerinde, terörizmin en belirgin ve belirleyici MÜCADELESİ unsuru olan "dış destek" fazlasıyla ortaya çıkmaktadır.

. Etnik, ideolojik veya radikal İslami terörizm; Türkiye'nin başta yakın komşuları olmak üzere, yabancı ülkeler tarafından her alanda desteklenmiştir; bu durumla da ayrıca mücadele gerekmektedir.

. ASALA ve PKK'ya neredeyse tüm Avrupa ülkeleri ve Suriye tarafından verilen destekler örneklerden sadece birisidir.

. Ülke içinde bölücü ve yıkıcı terörist faaliyetler sürmektedir.

. En son görülen ise çok düşündürücüdür:

. Ankara’nın Kahramankazan ilçesinde bulunan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ'ye (TUSAŞ) yönelik düzenlenen terör saldırısında 22 kişi yaralandı, 5 kişi şehit oldu. (23.10.2024)

. Saldırıyı PKK bağlantılı HPG üstlendi.

. Türkiye'nin en önemli stratejik ve teknik kurumlarından en başta geleni bir grup silahlı teröristin saldırması ve ölümlere neden olması son derece üzücü ve dikkat çekicidir.

. Bu saldırının ülkenin güvenlik ve istihbarat güçlerine rağmen nasıl gerçekleştirilebildiği sorgulanmalıdır.

. Nasıl bir taktik ile bu saldırı hangi planlamanın bir parçası olarak gerçekleştirilmiştir.

. Bunu çok iyi sorgulayacak olan devlet kurumları olduğu kadar diğer siyasiler ve tüm istihbarat ve güvenlik merkezlerimizin halka daha çok huzur sağlayabilmesi gerekir.

. Ayrıca bunun yanı sıra ABD'nin BOP projesi, Kafkaslar ve Orta Asya'daki emelleri nedeniyle  Türkiye-ABD ilişkileri her zaman uyum içinde olmayabilir.

. Özellikle Kuzey İrak Bölgesindeki ve Türkiye'deki bölücü etnik terör açısından Türkiye ile ABD arasında görüş ve uygulama farkları mevcuttur.

. ABD ve AB'nin enerji kaynaklarını ve bu kaynaklara sahip ülkeleri kontrol etme arzusu, Türkiye'nin yasa dışı göç ve uyuşturucu trafiği konusunda önemli bir mevkide yer alması, Türkiye'yi isteğiyle veya isteği dışında silahlı güç kullanmaya götürülebilir.

. Yabancı devletlerin güdümündeki "sözde" bazı sivil toplum örgütlerinin emperyalist güçlere hizmet edecek şekilde çalışmalar gösterdiğini, dolaysıyla yeni bir "sömürgecilik tehditi" altında olduğumuzu "ciddi" anlamda tartışmak ve anlamak gerekmektedir.

. Türkiye'deki "ulus devlet" modeli, "üniter yapısı" kuşkusuz "anti emperyalist" bir mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

. Bugün için yine "bize, ülkemize, geleceğimize" yön gösterecek ve barış için, ülkede ve komşularıyla huzurlu ve çağcıl ilişkiler kurmamıza yarayacak olan tek ve özgün olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün düşünceleri, gösterdiği hedefler ve ilkeleridir.

. Temel sorunumuzun aslında parlamenteri anayasal çağdaş demokratik, güçler ayrımına dayalı bir hukuk devleti olamamamızdan kaynaklandığını unutmamalıyız.

. Halkımızın, nerede ise her kesimin etkilendiği ve bireysel düşünce ve davranışlarında onları "tutsak" duruma getirmiş olan "tüketim toplumu" ve bunun arkasındaki "algı-zihin programları" çok daha iyi izlenmeli ve üzerinde düşünülmelidir.

. Gittikçe artan bir umursamazlık, bireyselcilik, şirinlikler peşinde koşmak, ülke sorunlarını ciddiye almamak, gizli bir korkaklık, tüketimden tatmin olmak… gibi oldukça olumsuz yapılanmalar sonucunda ülke içerisindeki yurttaşların bilinç düzeyleri, yurttaşlık algısındaki düzeyde duruş çok zayıflamıştır.

. Bu ise seçimlerde çok daha nitelikli ve yurtsever kişilerin ve partilerin seçilmesini engellemektedir.

. "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" içinde bulunduğumuz bölgesel ve iç sorunlardan dolayı çok daha iyi ve sağlıklı yönetilmelidir.

. Evet, terör uluslar arası bir sorundur ve terörle, onu destekleyenlerle mücadele edilmelidir.

. Bunun için de güçlü devlet olarak çok dirençli ve sağlam politikalar geliştirmek, global anlamda ülkenin düzeyini ve gücünü artırmak gereklidir.

. Gerek dinsel, gerekse de etnik görünümlü terör örgütlerinin propagandalarına izin verilmemeli ve onların, devlete sızmalarına, kamu içinde kendilerine yer bulmalarına asla göz yumulmamalıdır.

. Çok daha bilinçli, ve çağdaş bilgilendirme yöntemleri ve araçları ile halka, tüm kesimlere "terör ve mücadele edilmesi" gereği anlatılmalı ve açıklanmalıdır.

. Yürürlükteki 1982 tarihli Anayasa'nın 66. maddesine göre, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." tanımı yapılmıştır.

. "Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı" olmanın onurunu taşıyan herkese Türk denir.

. Bunun ırkçılıkla, ayrımcılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur .

. Yurttaşların etnik ya da dinsel kökenlerine bakılarak "ayrıca bir yurttaşlık tanımı" yapılamaz; bu Türk milletini bölücülüğe ve ayrımcılığa götürür VE yanlıştır.

. Türkiye Cumhuriyeti, reel olarak tek bir etnik kökene dayalı insan topluluğundan meydana gelmemiş olmasına karşın, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, yurttaşlık hakları söz konusu edildiğinde de “Türk vatandaşı” olarak nitelenmektedirler.

. Hiçbir Türk, "vatana bağlılıkla bağdaşmayan" bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.

. Türkiye cumhuriyeti yurttaşlığı "herkes" için "eşit haklar, görevler ve sorumluluklar" tanır.

. Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden temel faktörlerin; irtica, bölücülük ve aşırı sol unsurlar oldukları, Türkiye'nin bunlarla mücadele ederken "evrensel temel değerlerden" de vazgeçmemesi gerektiği açıkça anlatılmalıdır.

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 27.10.2024, MŞ.

**********************************************************************************

4 Ekim 2024 Cuma

Medeni Kanun'un Gerekçesi

 .       BİR LAİK HUKUK MANİFESTOSU:
.     "Mahmut Esat Bozkurt'un Kaleminden Medeni Kanun'un Gerekçesi"
“Kanunları dine dayalı olan devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar.” (Mahmut Esat Bozkurt, 1926)
Atatürk, cumhuriyeti laikleştirmek için değişmeyen dini hukuk (şeriat) yerine, insan aklının ve tecrübesinin eseri çağdaş hukuka yöneldi. 
Bu çerçevede 1924’te şeriat (dini hukuk) kanunları kaldırıldı, şeriat mahkemeleri ve şeriat bakanlığı kapatıldı. 1925’te çağdaş hukukçular yetiştirmek için Ankara Hukuk Mektebi açıldı.
1926’da Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hazırlandı. 
Laik Cumhuriyet’in temel taşı Türk Medeni Kanunu, Atatürk’ün çok değer verdiği Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un esiridir.
Bozkurt, hukuk doktorasını İsviçre’de Fribourg Üniversitesi’nde tamamlamıştı.
Bu nedenle Eugen Huber’in hazırladığı İsviçre Medeni Kanunu ile çok erken bir tarihte tanışmıştı.
Çağdaş ve yeni bir sivil hukuk üzerine kafa yormuş; çok eşliliğe, erkeğin keyfî boşanma usulüne karşı çıkmış ve en önemlisi “hukukun dinden bağımsız kılınması” gerektiğini görmüştü.(1) 
17 Şubat 1926’da TBMM’de kabul edilen ve 4 Ekim 1926’da Borçlar Kanunu ile birlikte yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu’nun gerekçesini Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt yazmıştı.(2) 
“O günün diliyle ve mükemmel bir üslupla kaleme alınmış olan gerekçenin yeni kuşakların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş hali özetle” 2001’de yürürlüğe giren yeni Medeni Yasaya da konuldu.  
Mahmut Esat (Bozkurt), “Esbabı Mucibe Layihası” başlıklı gerekçesine, 1869-1876 arasında hazırlanan 1851 maddelik Mecelle’nin ancak 300 maddesinin günümüzün ihtiyaçlarına uyduğunu, “geriye kalanın, ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek kadar ilkel bir takım kurallardan oluştuğundan” uygulanamadığını belirterek başlıyor.
Sonra şöyle devam ediyor:
“Mecelle’nin kuralı ve ana çizgileri dindir. Hâlbuki insanlık yaşamı her gün ve her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır.
Bunun değişikliklerini, yürüyüşünü hiçbir zaman bir nota çevresinde saptamak ve doldurmak mümkün değildir.
Kanunları dine dayalı olan devletler, kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar.
Çünkü dinler değişmez hükümler belirtirler.
Yaşam yürür, ihtiyaçlar hızla değişir, din kanunları kesinlikle ilerleyen yaşamın önünde biçimden ve ölü sözcüklerden fazla bir değer, bir anlam ifade edemezler.
Değişmemek dinler için bir zorunluluktur.
Bu bakımdan dinlerin, sadece bir vicdan işi olarak kalması, günümüz uygarlığının esaslarından ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırt edici özelliklerinden biridir.
Esaslarını dinlerden alan kanunlar, uygulanmakta oldukları toplumları, indikleri ilkel dönemlere bağlarlar ve ilerlemeye engel belli başlı etken ve nedenler arasında bulunurlar. (…) ”(3)
“Mecelle'nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medenî Kanun içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti hâkimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. (…) 

Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı bulunmaktadır.
Cumhuriyet, Türk  adaletinin bu karışıklıktan,  yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medenî Kanunu’nun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. 
Bu amaçla hazırlanan Türk Medenî Kanunu, medenî kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medenî Kanunu’ndan alınmıştır.(4)
Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından verilen direktifler içinde ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel bir komisyon yerine getirmiştir.”
“Yüzyılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur.
Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir.
İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medenî Kanunu Tasarısı’nın yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı savı geçerli görülmemiştir.
Özellikle İsviçre Devleti'nin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan ırklarını içerdiği bilinmektedir.
Bu kadar, hatta kültür bakımından bile birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun, Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından aynı ırka sahip bir devlette uygulanma yeteneğini bulabilmesi kuşkusuz görülmüştür.
Bundan başka, uygar bir ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanma ortamı bulamayacağı düşüncesi yanlış görülmüştür.
Bu tez, Türk ulusunun uygarlık yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla sonuçlanabilir.
Hâlbuki olayların gerçeği, durum ve tarih bu savın tamamen tersidir. (…) 
Unutmamak gerektir ki Türk ulusunun kararı çağdaş uygarlığı kayıtsız ve koşulsuz bütün ilkeleri ile kabul etmektir.
Bunun en açık ve canlı kanıtı devrimimizin kendisidir.
Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu, Türk ulusunun beceri ve yeteneğindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalamış ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır. (…)
Adalet Bakanlığı en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medenî Kanunu’nu ulusumuzun şimdiye kadar bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri ve alan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir.
Bu kanunda ulusumuzun duygularına ters düşecek hiç bir nokta düşünmemektedir.
Şu yanı da belirtmek gerektir ki: çağdaş uygarlığı almak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağdaş uygarlığı kendisine değil, kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine her neye mal olursa olsun ayak uydurmak zorundadır.
Yaşamak kararında olan bir ulus için bu şarttır. Hazırlanan tasarı bu gereklerin önemli bölümlerini içermektedir. (…)
Bozkurt, daha sonra Alman, Fransız ve İsviçre medeni kanunlarının, gelenek ve göreneklerle biçimlenmiş eski kanunlara ve hukuk karmaşasına son verdiğini anlatarak şöyle devam ediyor: 
“Bu örnekleri vermekten amaç, zamanın gereklerine ve uygarlığın zorunluluklarına göre ulusların gelenek ve göreneklerine bir adımda nasıl veda ettiklerini ve bu vedanın sanıldığı gibi zarar ve tehlikeyi değil, büyük çıkarları gerektirdiğini canlı bir biçimde göstermektir.
Yaşamın gereklerine uymayan gelenek ve göreneklerde ısrardır ki, uluslar için felakete neden olur. Bu saydığımız kanunlarda esas, din ile devletin mutlak bir biçimde ayrılığıdır.
İsviçre, Almanya, Fransa, siyasal ve ulusal birliklerini, ekonomik, toplumsal kuruluş ve gelişmelerini medeni kanunları yayınlamakla sağlamlaştırmış ve desteklemişlerdir.
Bu yaşamsal zorunluluklar karşısında eski geleneklerin, yerel ve alışılagelmiş hükümlerin ve dinsel alışkanlıkların sürmesi, bu ülkelerin hiçbirinde, hatta İsviçre gibi kamuoyunun en geniş biçimde egemen olduğu bir ülkede bile istenmemiş, istenememiş, hatıra gelmemiştir.
Kuşku yoktur ki, kanunların amacı, herhangi bir gelenek ve görenek veya yalnız vicdanla ilgisi olması gereken dinsel hükümler değil, siyasal, toplumsal, ulusal birliğin her neye mal olursa olsun güvencesi ve tatminidir.” 
“Yüzyılımız uygarlığına mensup devletlerin ilk ayırıcı nitelikleri din ile dünyayı ayrı görmektir.
Bunun tersi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarını baskı altına almak olur.
Bunu, yüzyılımızın devlet anlayışı kabul edemez.
Din, devlet gözünde, vicdanlarda kaldıkça saygındır ve temizdir.
Dinin, hüküm halinde kanunlara girmesi, tarihin akışında çoğu kez hükümdarların, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini tatmine aracı olması sonucunu getirmiştir.
Dini dünyadan ayırmakla yüzyılımızın devleti, insanlığı tarihin bu kanlı sıkıntısından kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı ayırmıştır.”
“Özellikle çeşitli uyruklara mensup devletlerde tek bir kanunun bütün toplumda uygulanma yetkinliğini kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisini kesmesi, ulus egemenliği için de bir zorunluluktur.
Çünkü kanunlar dine dayanırsa, vicdan özgürlüğünü kabul zorunda olan devletin, çeşitli dinlere girmiş uyrukları için ayrı ayrı kanun yapması gerekir.
Bu durum, yüzyılımız devletinde temel koşul olan siyasal, toplumsal, ulusal birliğe tamamen aykırıdır.
Anımsatmak gerekir ki, devlet yalnız uyrukları ile değil yabancılarla da ilişki içindedir.
Bu durumda olanlar için kapitülasyon adı altında ayrı hükümler kabul etmek zorunluluğu doğar.
Lozan Antlaşması ile kaldırılan kapitülasyonların ülkemizde sürmesi için yabancılar tarafından dile getirilen gerekçenin en önemli yönü bu nokta olmuştur.
Bundan başka, Fatih Sultan Mehmet döneminden son zamanlara kadar Müslüman olmayan uyruklar hakkında uygulanan ayrı hükümlere de özellikle bu dinsel durum neden olmuştur.
Hâlbuki yeni Türk Medeni Kanunu Tasarısı’nın hazırlanması nedeni ile yurdumuzda mevcut azınlıklar Lozan Antlaşması’nın kendilerine kabul ettiği haklardan vazgeçtiklerini Adalet Bakanlığı’na bildirmişlerdir. (…) 
Yüzyılımızın uygar uluslarının tanıdığı bütün hukuku uygarlık dünyasından kayıtsız, koşulsuz isterken bu hukukun yerine getirilmesi gereken uygarlık gereklerini de Türk ulusu kendi eliyle kendisine yüklemiş görülüyor.
Bu kanun tasarısının anlamlarından birisi de budur. 
Bozkurt, gerekçesinin sonunda, Türk Medeni Kanunu uygulandığı gün, Türk ulusunun 1300 yıllık eski kanunlardan ve kargaşadan kurtulup, “eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır” diyor.  
Bozkurt, gerekçesini şöyle bitiriyor:
- “Adalet Bakanlığı bu kanunu hazırlamakla devrim ve tarih önünde ulusal görevini yapmış ve Türk ulusunun gerçek çıkarlarını dile getirmiş olduğuna şüphe etmemektedir.”   
***
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un 98 yıl önce Türk Medeni Kanunu’na yazdığı bu gerçekçe, gerçek bir laik hukuk manifestosudur.
“Şeriat” çığlıklarının atıldığı, laik Cumhuriyet’e yönelik saldırıların arttığı bu günlerde bu gerekçeyi yeniden okumak ve üzerinde durup düşünmek gerekir.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sinan-meydan/bir-laik-hukuk-manifestosu-mahmut-esat-bozkurtun-kaleminden-medeni-2177746
 





 

MEDENİ KANUN

 .    "MEDENİ KANUN"
.   LAİK CUMHURİYET'İN TEMEL TAŞI
98 yıl önce bugün, 4 Ekim 1926'da İsviçre Medeni Kanunu'ndan uyarlanan Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdi.
Türk Medeni Kanunu ile kadının toplumsal ilişkileri şeriatla (dini hukukla) değil, insan aklının ve tecrübesinin eseri çağdaş hukukla belirlendi, böylece;
- Evlenmede, boşanmada, mülkiyette, mirasta, çocukların yönetiminde ve mahkemede tanıklıkta cinsiyet ayrımı ortadan kaldırılarak kadın-erkek eşitliği sağlandı. 
- Evlilikte kadının kendi iradesi yeterli sayıldı.
- Evlilikte resmi nikâh zorunluluğu getirildi.  
- Evliliğin mahkeme kararı ile sona erdirilmesi ya da boşanma belirli nedenlere bağlandı.
- Çok eşlilik yerine tek eşle evlilik kabul edildi.
- Kadınlara istedikleri mesleği seçme hakkı verildi.  
- Çocuğun hakları güvenceye alındı.
(Örneğin, çocuk yaşta evlilikler yasaklandı. Evlilik dışı doğan çocukların babalarına soybağı ile bağlanması için babalık davası açılabilmesi kabul edildi.)
- Patrikhane’nin din dışındaki yetkileri kaldırıldı. 
.   1926 Türk Medeni Kanunu ile kadın, insanlık onuruna yakışmayan kısıtlamalardan, bağlardan kurtarıldı; sosyal hayatta her bakımdan kadın erkek eşitliği sağlandı.
.   Bu sayede kadınlar, eğitim öğrenim görüp çalışma hayatının her alanında kendilerine yer buldular, maddi manevi güvencelere sahip oldular.
.   Türk Medeni Kanunu ile din ayrımı gözetilmeksizin tüm yurttaşlar eşit haklara sahip kılındıkları için azınlıklar, kendilerine Lozan Barış Antlaşması ile tanınan haklardan vazgeçtiler.
.   Böylece ülkede hukuk birliği sağlandı.
.   Yurttaşlık bilinci güçlendi.
.   Türk Medeni Kanunu’nun doğal sonucu olarak borçlar ve ticaret kanunları, mali sorumluluklar, oturma yeri, soyadı gibi konularda da çağdaş düzenlemeler yapıldı.
.   1930’da kadınlara belediye seçimlerine katılma, 1933’te muhtar ve aza seçme-seçilme ve 1934’te de milletvekili seçme-seçilme hakkı tanındı.
.   Türk Medeni Kanunu ile kadının toplumsal hayatı, değişmeyen dinsel kurallar yerine insan aklının eseri değişebilir dünyevi kurallarla düzenlendi.
.   Bu sayede Cumhuriyetin laik karakteri güçlendi.
Kaynak:
Sinan Meydan, Laik Cumhuriyetin Temel Taşı: Medeni Kanun", Cumhuriyet, 14 Şubat 2024
.           4721 Türk Medenî Kanunu
 

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Bu sözden neler anlamalıyız? "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu...