ATATÜRK, CUMHURİYET VE DEMOKRASİ
.... Biz Mustafa Kemal Atatürk biyografisi bile yazmadık doğru dürüst.
Bir şey daha var.
Mustafa Kemal’in düşünceleri nereden öğrenilir?
Yazdığı kitaplardan.
Bu toplum bu konuda o kadar cahil ki, tabi ki genel anlamda konuşuyorum ben, o kadar cahildir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir yazar olduğunu, hatta gazetesi olduğunu, köşe yazıları yazdığını, fikirlerini gazetelerde köşe yazılarında “Hatip” takma adıyla savunduğunu, örneğin İrade-i Milliye, Hakimiyeti Milliye’de köşe yazıları yazdığını ve ancak üsluba bakarak bazı yazıların Mustafa Kemal’e ait olduğu tespit edilir ve bu gün, isim isim saptanabilen basılmış elimizde somut on dört kitap yazdığını pek kimse bilmez.
Atatürk bir şey yazdı mı?
Kitap yazdı.
Ne yazdı?
Nutuk.
Nutuk ‘u da kimse okumadı, bunu da tarif edelim veya normal olarak kendimize itiraf edelim.
Neden?
Çünkü Nutuk okunması zor bir kitaptır.
Niçin o zordur?
Dönemin iç ve dış politikasını bilmeden, kültürel olaylarını dönemin çalkantılarını ayrıntılı bir biçimde bilmeden Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı kitabı tam olarak algılama imkan yoktur.
Nutuk’ta Atatürkçülüğün ne olduğu anlatılmaz.
Nutuk, 1927’ye kadar olan olayları anlatır.
Dolayısıyla Atatürk’ün bakış açısına uygun olan bir savunmadır.
Halkın karşısında hesap vermesidir.
Nutuk ve dolayısıyla sanki Atatürk’ün yazdığı tek kitap bu ve başka kitaplar yokmuş gibi, hiç kimse bu konulardan haberdar değil.
Ondan sonra Atatürk’e dönüp:
- “Atam izindeyiz, seni çok iyi anlıyoruz seni çok iyi derinden kavrıyoruz" demeler...
Bunlar bana göre samimiyet ifade etmiyor.
Demek ki biz, Mustafa Kemal’i çok iyi tanıyacağız.
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce dünyasında ulusal egemenliğin ne anlama geldiğini, cumhuriyet kavramının onda ne çağrıştırdığını ve o cumhuriyet için neyi öngördüğünü, onun yaşadığı olaylarla, o dönemin bir takım koşullarında yazdığı kitaplardan bir takım alıntılar yaparak konferansıma devam etmek istiyorum.
Atatürk’ün az önce Nutku’ndan söz ettik.
Hiç kimse Mustafa Kemal Atatürk’ün alnına silah dayamadı.
Çık millete hesap ver, demedi.
Hiç bir yasal zorunluk yoktu.
Hatta ve hatta ona yapma! diyenler oldu.
Ama konuşmalarının hiçbir yerinde ister Nutuk’ta ister başka kitaplarında bunu kendisi de söyler, zaten Mustafa Kemal hiçbir yerde ben yaptım, ben başardım demez, benim eserim, ben ne önemli bir adamım, bakın bunu böyle ön gördüm demez "millet gerçekleştirdi, millet başardı, bu milletin eseridir" der.
Her şeyi millete mal eder.
Büyük devrimi bile Türk milletinin büyük bir eseri olarak görür.
Bu durum bile Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar büyük bir demokratik eğilimde olduğunu bize gösteriyor.
Hiçbir yasal zorunluluk yokken günlerce uğraştı, belgeler topladı, bir takım yardımcılarını çalıştırdı, bazı belgelerin toplanması konusunda onlardan yardım rica etti ve çıktı, bazı arkadaşlarım bilmez ama, bilenlerin çok olduğundan tabi ki eminim, Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci olağanüstü kurultayında 15 ila 20-21 Ekim 1927 tarihlerinde, günde altı saat konuşarak, son gün de altı buçuk saat konuştuğu için toplan otuz altı buçuk saat yaptığı uzun konuşmanın metnidir Nutuk.
Burada çok önemli bir nokta var ki iki kavramın öne çıktığını görüyoruz.
Bunlardan bir tanesi tam bağımsızlık öteki de ulusal egemenliktir.
Tam bağımsız olacaksa bu sözünü ettiğimiz, Türk ulusu onu kendi bağımsızlığını ortadan kaldıran etkenlere güçlere karşı büyük bir savaş içerisine girmeliydi.
Bir bağımsızlık savaşıdır bu, topyekûn bir savaş emperyalizme karşı.
Onun karşısında başarılı olma ihtimali var mı?
Belki de yok, ve belki o maddi güç her şeyi yok edecek, ama Atatürk’ün bir sözü çok meşhur General Harbord‘a karşı söylediği:
Generali Erzurum da ziyaret eder, Erzurum Kongresi’nin yapıldığı günlerde. “Ekselansları okudum çok önemli işler yapmışsınız devletler kurmuşsunuz ama bir de şimdiki halinize bakalım zaman zaman insanların intiharına şahit oluruz şimdi de bir milletin intiharına mı şahit olacağız” der.
Yani şunu demeye getiriyor adam:
- “Etrafına bir baksana”.
Atatürk'ün orada söylediği söz çok manidar, çok anlamlı:
- “Bu ulus ölecekse emperyalistlerin kirli ayakları altında değil, kendi öz evladının ellerinde ölmek ister.”
Bu bir Anadolu analizidir.
Anadolu geleneğidir bu ve Türk kültürünün çok önemli bir geleneğidir.
Büyüklerinizden duyarsınız:
İşte “ben öleceksem evlatlarımın kollarında öleyim, oğlumun, kızımın, her neyse.
O da öyle söylüyor.
Emperyalistlerin kirli ayakları altında ölecekse, bu millet onu yeğlemez, o kendi öz evladının kollarında ölmeyi yeğler, ama ben onu öldürmeyeceğim.
Onu yeniden birlik ve beraberlik için savaşa yönlendireceğim muhakkak olunca Ya İstiklal Ya Ölüm” der.
Bu parola öylesine kendi kendine ortaya çıkmış değil; çok büyük bir tarihsel anlamı var. Şimdi emperyalizme karşı tam bağımsızlık hareketinin başarıya ulaşabilmesi için, Osmanlıdan arta kalan Türklerin ulusal kimliğine kavuşması, o ulusal kimlik milli kimlik etrafında kenetlenmişse bir milli mücadeleye yönelmeleri kaçınılmaz.
Çünkü orada emperyalizme karşı hakları savunan bir kimlik ile durabilirsiniz, bu kadar açık.
O nedenle Atatürk'ün
milliyetçilik anlayışı içinde öyle etnik bir takım mezhepsel ayrılıklar falan
yoktur.
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk
halkına Türk milleti denir.
İkinci önemli olgu Cumhuriyeti algılayabilmek.
Dönemin egemenlik erki ulusun olacak.
O zamana kadar egemenlik erki kimindi?
Osmanlı tarihine baktığınızda bu kavramlar ışığında irdelediğinizde, şunu çok net olarak görürsünüz; Osmanlıda egemenlik kişinin elindeydi ve babadan oğula geçer.
Sonra 1876-1908 yılları arasındaki anayasaları I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet hareketleriyle anayasal düzene geçme çabaları var.
Şarta bağlanmış bir monarşi yeterli değil bu millet kesin egemenlik alacak diyor.
Öyle olacak ise egemenlik kavramı üç tane gücün bir araya gelmesiyle oluşuyor ve bunlar yasama, yürütme, yargıdır.
Yasaları yapma gücünü millet ancak kendi vekilleriyle yapabilir, ikinci olgu yürütme hükümetlerdedir milletten güç alarak yürütme ehlini yerine getirecek ve yargı yani mahkemeler genel ulustan aldığı güçle karar verecek.
Demek ki Mustafa Kemal Atatürk bunu bir güçle alacaktır, ulusa ön ayak olacak, ulusuna bunları anlatacak, ulus onun peşinden gidecek o zor zamanlarda.
Aynı zamanda büyük dönüşümlerinde olduğu ortamlardır.
Ve sonrasında o erk ulusa geçecek ve gerçekten de 23 Nisan 1923’de TBMM açıldığında meclisin arkasında milletvekillerinin aralarında şu ibareyi görürüz:
- “Hâkimiyet, yani egemenlik milletindir”.
Bu zaten bir Cumhuriyetin işlemeye başladığını gösterir.
Her şeye karşı millet egemen olmuştur ve o bütünüyle bu sözünü ettiğim güce dayanarak artık kendi ulusal bağımsızlığına yönelecektir.
Atatürk’ün 14 kitabından birinin adı "Medeni Bilgiler".
Mustafa Kemal Atatürk, 1930 yılında çok büyük bir ekonomik buhranı yaşamıştır ama vurgulayalım tarihin en büyük iflasları, intiharları o dönemde oluyor, dünyanın her tarafında Amerika da, Avrupa da, Türkiye içinde de yaşanıyor.
O zor koşullar altında yakın arkadaşı Ali Fethi Okyar ‘a bir siyasi parti kurdurarak Cumhuriyet Halk Fırkasının karşısında muhalefet yapmasını ister.
Fakat ekonomik bunalım ve halkın bilinç düzeyi halen o tarihlerde o kadar geridir ki, ekonomik bunalım o kadar yoğundur ki, Serbest Cumhuriyet Fırkası kendi kendine yok olur.
O zaman Mustafa Kemal Atatürk 1931 yılında bir kitap yazmıştır.
Bu kitaba bazı eklemeler yapıldı daha sonra ve Afet İnan tarafından yayına hazırlandı.
Ama asıl bizi ilgilendiren kısımlar bizzat Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmış olup, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti bu kitapta ne kadar zorluklarla kurduğunu anlattıktan sonra şu cümleyi kullanıyor.
- “Demokrasi daima yükselen bir nehrandır” diyor, “demokrasi bir fazilet rejimidir çıkara dayalı bir mide rejimi değildir”.
Ve değerli arkadaşlarım burada sadece düşünmeniz için çarpıcı bir karşılaştırma yaparak konferansı bitirmek istiyorum.
Mustafa Kemal Atatürk’e ait bir demokrasi öğretimidir.
Bir kitap yazmıştır ve bu kitap ortak zorunlu ders kitabı olarak okutulmuştur.
Ama o tarihlerde dünyada aydınlanmayı yaşamış olan coğrafyada yaşayan Almanya, İspanya, İtalya, Fransa ve bu ülkelere baktığımız zaman neyi görüyoruz biliyor musunuz?
Faşizm ve Nazizm’in artık aydınlanma çağının üzerine bir çam gibi oturduğunu ve o dönemlerde kan içinde rejimler haline gelmeye çalışıldığını görüyorum.
Aydınlanma yaşamış olan bu toplumlar, bu canavarlara teslim olurken aydınlanmayı yaşayamamış bir topluma demokrasiyi getirmeye çalışıyorsunuz.
Yani Hitlerlerin, Mussolilerin Stannislerin ve başka bir takım diktatörlerin, kan içicilerin iş başına geldiği bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk’ün, “tarihte demokrasi ruhuyla doğmuş insan Türk’tür”, düşüncesi ile ayrıca onuncu yıl Nutuk’unda: “Türklüğün unutulmuş medeni vasfı yeni bir güneş gibi doğacaktır”, diyerek milletine olan büyük güvenle kendi ülkesinde demokrasi denemeleri yapıyor.
Ulusuna demokrasi ilkelerini
gösteriyor.
Bilmiyorum bu karşılıklı çelişkiyi ya da onun giriştiği işi görebiliyor muyuz?
Kuldan birey yaratacaksınız o birey yurttaş olacak yurttaşlar bir araya gelip ulusu oluşturacaklar.
O ulus, kendi egemenliğine sahip çıkacak; çünkü kendi özgür düşüncesini istediği gibi ifade edebilecek egemenliğine sahip çıkacak ve onu daha çağdaş bir demokrasi rejime götürecek ve bunun adı tam demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti olacak.
Evet, Mustafa Kemal Atatürk, demokrasiyle bezenmiş bir Cumhuriyetten, ulus devletten yanadır.
Ulus ayrı milli ayrı bunları geçin ve bunlar ortak şeyler.
Milli devletten yanadır, iç politikanın da dış politikanın da dengeli olmasından yanadır. Dış politikanın, iç milli güçten uzaklaşmasının daima büyük hezeyanlara ve bir takım düş kırıklıklarına götüreceğini düşünür.
O nedenle de, “Yurtta barış, dünyada barış!” der.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.
Prof. Dr. Kemal ARI - Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İzmir
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/417333
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder