. ANDIMIZIN YAZARI DOKTOR REŞİT GALİP
IRKÇIYMIŞ HA!
(- Burası Milletin Sofrası, Kalkmam!)
Ateşengiz bir yiğit adam…
1892 yılında Rodos’ta doğmuş.
Sonra ver elini Askeri Tıbbiye…
Ve sonra, ülkesinin pek çok
yerinde hem kültür yaşamı içinde hem de sağlık sorunlarının ve özellikle de
yaygın bir köylü toplum yapısına sahip olan Türkiye’de yoksul köylülerin sağlık
sorunlarına eğilmiş gencecik bir adam…
Türk Devrimi’ne sonuna kadar
inanmış bir “deli” yürek…
Evet, aynen böyle; tam bir deli
“yürek”…
Pırsmayan, kendini saklamayan;
karşısındaki kim olursa olsun, yiğitçe dediklerini söyleyebilen öz güveni tavan
yapmış bir aydın…
Atatürk O’nu, Mersin’e
düzenlediği bir gezide tanımıştı.
O, Atatürk’ü anlatırken;
- “Sen büyüklerin en büyüğüsün;
çünkü bu milletin yalnızca bir ferdisin” demişti…
Evet, bu milletin yalnızca bir
ferdi, yani bireyi olmak; onunla gurur duymak ve bunu yaşamının en önemli
değeri olarak benimsemek…
O’nun Atatürk’ü anlatırken;
- “Bu milletin bir ferdi” olmayı
en yüce değer sayması, Atatürk’ün da yaşama, topluma ve insana bakışındaki
felsefesiyle bire bir uyuyordu. “Benim en büyük övüncüm, bu ulusun basit bir
bireyi olmaktır!” sözü, Atatürk’e aittir.
Kim bu yiğit, ateşengiz deli yürek?
Dr. Reşit Galip…
Bu nedenle Atatürk onun için;
- “Ben bu doktoru Mersin’de
buldum, günü gelecek, önemli işler yapacak!” demişti.
Gerçekten de öyle…
Bakıyorsunuz; kültür yaşamının
her aşamasında büyük bir heyecan, parlayan bir ateş olarak Dr. Reşit Galip de
var.
Türk Tarih Tezi’nin oluşmasında
en önemli katkıyı sunan yurtseverlerden biri…
Türkler’in “sarı ve geri bir
ırk” olduğunu kanıtlamaya çalışan Batılı Irkçı kuramcılara karşı;
- “Biz de ne olduğumuzu
araştıralım ve bilelim” diye ortaya çıkmak ve antoropoloji çalışmaları yapmak
anlaşılması zor bir şey mi?
Evet, o antropoloji bilimini,
bir hekim olarak önemsiyor; bütün dünyada ırkçılığın tavan yaptığı bir dönemde,
Türkiye’de de bu çalışmaların yapılmasına destek veriyordu.
Birinci Türk Tarih Kongresi’nde
dünyadaki ırkçılık çalışmalarını ele alan kapsamlı bir bildiri sundu.
Bu bildirisinde O, dünyanın dört
bir tarafına üstün ırk palavraları ve denk sarılı gemileriyle giden batılılar
karşısında Türkler’in de kendi köklerini araştırmalarını savunuyordu.
Ve bir sahne:
Yıl 1932…
Yer, İstanbul’da Dolmabahçe
Sarayı…
Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya
dönemin Milli Eğitim Bakanı Esat Bey yakınmalarda bulunuyor…
Sorun şudur:
- Kız öğrenciler kısa etek, kısa
çorap ve kısa kollu kazak giymektedirler. Bunu doğru bulmayan Esat Bey, yalnız
bunları dile getirmekle sınırlı kalmamış, bayan öğretmenlerin Ankara
Halkevi’nde sahneye çıkmalarını da yasaklamıştı.
Dr. Reşit Galip, bakanın bu
yakınmalarını ve aldığı kararı eleştiren sert bir konuşma yaparak, bunu
“gericilik” olarak nitelemiş ve
- “Bu sofrada inkılâpları
zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır” diye sert bir çıkış yapmıştı.
Herkes şaşkınlık içindedir.
Atatürk de. Ve ortam daha fazla
gerilmesin diye; Dr. Reşit Galip’e;
- “Yorgun görünüyorsunuz, gidip
istirahat ediniz!” deyince, Dr. Reşit Galip, karşısındaki Atatürk de olsa durur
mu?
-“Burası milletin sofrasıdır.
Kovulamam. Kendimi iyi hissediyorum ve kalkmam!”
Bu söz üzerine Atatürk şu yanıtı
verir.
- “O halde biz kalkalım, masayı
beyefendiye bırakalım!”.
Ve O genç adam; Atatürk ve
yanındakiler masayı terk edip ayrıldıktan sonra, tek başına, masanın başında
gece boyu bir koltukta sabahladı.
Çünkü gidip bir otele kalacak
parası yoktu.
Ertesi gün, İstanbul’dan
Ankara’ya dönecekti.
Tren’e binip İstanbul’a dönebilmek
için, cebinde yol parası bile yoktu.
Kendisini boş boş sağa sola
gezinirken gören Cumhurbaşkanlığı Sekreteri Tevfik Bey; doktorun parasız
olduğunu anlayınca, ona zorla 25 lira parayı borç olarak verebildi.
Ve bununla kalmadı; akşam
Gazi’ye doktorun durumunu anlattı.
Atatürk’ün yorumu şuydu:
- “Cebinde beş parası yok; ama
karakterinden hiç taviz vermiyor!”
Ve bu olay Atatürk üzerinde o
denli etkili olmuştu ki; bir süre sonra Esat Bey’in Milli Eğitim Bakanlığı’ndan
istifa etmesi üzerine, bakanlığa Dr. Reşit Galip Bey’i getirdi.
Sonra neler oldu?
Dr. Reşit Galip, ülkede
okullaşma oranını artırmak için yoğun bir çaba harcadı.
Türk Dili’nin ne denli
işlenmeden, bakir bir halde kaldığını görerek; derleme sözlüğünün
oluşturulmasına öncülük etti.
Böylece Cumhuriyet Dönemi’nin
ilk Türkçe Sözlük çalışmalarında çok önemli bir adımı atmış oldu.
Sonra bu sözlükler taranarak,
iki ciltlik Türkçe sözlükte tam 80.000 Türkçe sözlük saptanmış oldu.
Sanki köy öğretmenleri ve
aydınlar, arılar gibi Türkiye’nin her bir yanına dağılmış, her bir sözcüğü
Ankara’ya damla damla ulaştırarak, büyük bir peteğin oluşmasına katkı
sunuyorlardı.
Her biri göz göz ateş
böceklerine benzeyen bu yurtseverler, örselenmiş ulusal kimliklerini yeniden
inşaya çalışıyorlardı.
İş onunla kalsa iyi:
1933’te Üniversite Reformu’nu
yapma görevini Atatürk, Dr. Reşit Galip’e verdi.
Türkiye’de modern bilimlerin
yuvası olan pek çok kürsü, yurt dışına onun zamanında gönderilen öğrencilerin
yurda dönmesinden sonra kurulabildi.
Modern bilimlerin önü, onun
bakanlığı döneminde açıldı.
En önemli özlemi; uygarlık
alanında Türkler’in kendini kanıtlaması; milli bir müze, milli bir kütüphane ve
milli bir bilimler ve sanatlar akademisi kurmaktı.
Bugün göğsümüz kabararak Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’ni geziyoruz değil mi?
Alın size Dr. Reşit Galip’in
başardığı…
Açılışı sonradan olsa da; Milli
Kütüphane’nin kuruluş çalışmaları onun zamanında başladı. TÜBA (Türkiye
Bilimler Akademisi) ilk çekirdeğini onun zamanında oluşturuldu.
Ve yıl, 23 Nisan 1933…
Cumhuriyet 10. Yılını kutluyor…
O gün, çocuklarına şu sözleri
okutmuş ve tekrarlamıştı:
- "Güzel yüzlü, güzel özlü
Türk yavruları! Size bugün şu işi veriyorum. Bayram biter bitmez,
mekteplerinize döndüğünüzde ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz
zaman sınıflarınızda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız:
- "Türküm, doğruyum,
çalışkanım. Yasam; küçükleri korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu
özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk
varlığına armağan olsun!”
Her gün işinin başına giderken,
istifa mektubu cebindeydi.
Bir radyo konuşmasında;
- "Devrimleri her koşulda
savunacağız. Hatta gerekirse babalarımıza ve çocuklarımıza karşı bile..:"
diyecek kadar Atatürk'e ve onun eserine inanmıştı.
Bu genç, diri, atılgan genç
adam, 1934 yılında Bakanlık görevinden ayrıldı.
O yılın ilk aylarında
İstanbul’da, Kalamış koyunda ailece bir kaza geçirdi.
Küçük kızı, denize düşmüştü.
Onu kurtarmak için denize
atlayan Reşit Galip, bu olay sırasında ağır biçimde üşütmüş ve zatürre olmuştu.
41 yaşında iken, 5 Mart 1934
tarihinde Keçiören’deki evinde, kütüphanesinin önüne koydurduğu karyolasında
hayata gözlerini yumduğunda, cebinden yalnızca 5 TL parası çıkmıştı.
Ancak yoksul ölmeyi başarabilmiş
bu büyük adam, arkasında büyük eserler bırakarak, kendini Türk Milletinin
şefkat ve rahmetine bırakmıştı...
Evet, buyurun size “Andımız”ın
yazarı “Irkçı” (?) bir Türk’ün portresi…
. Prof.
Dr. Kemal Arı
Kemal
Arı, 22.10.2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder